Biden Viyana'da dikkatli olmalı

ABD ve bütün büyük Avrupa ülkeleri de dahil olmak üzere 32 ülkeden 600'den fazla rehinenin uranyum zenginleştirmeyle en ufak bir bağlantısı var mı?

ABD Başkanı Joe Biden / Fotoğraf: AFP

Konuşalım mı yoksa konuşmayalım mı? Washington'daki Joe Biden yönetiminin, İran'la, onun nükleer emellerine dair dondurulmuş müzakerelerde karşı karşıya olduğu en büyük soru budur. Evvel emirde Biden, eski Başkan Barack Obama'nın -halen en büyük dış politika başarısı olarak sunduğu- anlaşmayı yeniden canlandırabilmek için süreci ilerletmeye istekli görünüyordu. Nitekim bundan dolayı Trump'ın Tahran'daki mollaların boynuna doladığı ilmeği gevşetti.

Ancak foruma giderken iki şey oldu.

Öncelikle, Tahran'da "ılımlılar" olarak nitelendirilen kişiler, İslam Cumhuriyeti’nin iktidar masasından uzaklaştırıldı ve onların yerine Beyaz Saray'ı Hüseyniye'ye dönüştürmek istediğini söyleyen kimseler getirildi. İkinci olarak FBI’nın, New York'tan Venezüella üzerinden Tahran'a nakledilen ABD vatandaşı ve İran'da insan hakları aktivisti olan Masih Alinejad’ı kaçırmaya yönelik bir plana ilişkin açıklamasıdır. Çok sayıda takipçisi olan Alinejad’ın ABD hükümetine bağlı bir oluşum olan Amerika'nın Sesi radyosu için çalışıyor olmasından ötürü bu durum oldukça rahatsız edici görünüyor. Bu durum, Biden'ın Tahran'a eleştiri kanalları açmasını zorlaştırdı.

Öyleyse konuşuyor muyuz, konuşmuyor muyuz?

Soruya verilecek cevap, Japonca bir kelime olan "mu"dur. Bu kelime, basit bir evet veya hayır yanıtının ötesinde "sorunuzu geri çekin" veya "sorunuzu yeniden sorun" anlamına gelir. Buradan hareketle soruyu yeniden sorduğumuzda karşımıza şu çıkıyor: Kiminle ve ne hakkında konuşmalı?

Gerçek şu ki, yalnızca vasat akımın fikirlerini benimseyen ve bir dereceye kadar kibirli bir kişilik olarak nitelendirilebilecek Obama gibi biri için konuşma devam ettiği sürece kiminle ve ne hakkında konuştuğu önemli olmayabilir. Fakat yeniden formüle ettiğimiz bu soruya bir cevabın verilmesi gerekmektedir. Bu nedenle Biden, kiminle konuşacağını belirlemeye başlamalıdır: İslam Cumhuriyeti'nde perde arkasından hareket ettirilen kuklalarla mı yoksa bizzat kuklaları hareket ettiren kimseyle mi?

Bunun ardından atılacak en önemli adım, Biden'ın ne hakkında konuşacağına karar vermesidir. "Nükleer mesele" denilen şeyin, yalnızca dikkatleri dağıtmak üzere kullanılan bir saptırma olduğunu sık sık ifade ettik. Oysa gerçek canavar, elinde kanlı bir hançerle dolaşmaya devam ederken, kaosa ve yıkıma neden oluyor. Aynı teknik sirkte sihirbazlar tarafından da kullanılır. Nitekim bir taraftan dikkatleri dağıtırken, diğer yandan tavşanı şapkadan çıkarırlar.

Obama, mollaları yüzde 5'ten fazla uranyum zenginleştirmeyi durdurmaya ikna ettiği için muzaffer bir edayla kükredi. Oysa zaten bu ihtiyaç duymadıkları, kullanamadıkları ve maliyetini karşılayamadıkları bir şeydi. Dolayısıyla gerçek soruyu sormakta başarısız oldu veya reddetti: İslam Cumhuriyeti, uranyum zenginleştirme gösterisinden bağımsız olarak bölgesel barış ve küresel hukuk düzeni için bir tehdit mi? İslam Cumhuriyeti kırk yıldır uluslararası terörizmin sponsorluğu denilince ilk akla gelen isim değil mi? Bunun uranyum zenginleştirme ile herhangi bir ilgisi var mı?

ABD ve bütün büyük Avrupa ülkeleri de dahil olmak üzere 32 ülkeden 600'den fazla rehinenin uranyum zenginleştirmeyle en ufak bir bağlantısı var mı? İslam Cumhuriyeti, son kırk yılda rehine almaksızın tek bir gün bile geçirmedi.

Ayrıca Tahran'daki 17 ülkenin büyükelçiliklerine yönelik saldırılara, Lübnan'daki Amerikan ve Fransız büyükelçiliklerinin yanı sıra askeri üslerine düzenlenen terör saldırılarına ne dersiniz? Tahran'ın, Irak'ta yol kenarına yerleştirdiği bombalar nedeniyle hayatını kaybeden yüzlerce Amerikan askeri de uranyum zenginleştirmenin mi kurbanıydı? Peki Washington, Berlin, Londra, Paris ve Dubai de dahil olmak üzere dünyanın 20 başkentinde ve kentinde 118 İranlı muhalifin öldürülmesi?

Aslında aktivist Masih Alinejad, Humeynici adam kaçırma çetelerinin ilk hedefi değil. Humeyni rejimi tahminlere göre kırk yıl içerisinde 50'den fazla muhalif gazeteciyi kaçırdı ve bunun uranyum ile herhangi bir bağlantısı yoktu. Buenos Aires'te Yahudi Kültür Merkezi ve Paris'teki Saint Michel Metro İstasyonu, uranyum zenginleştirmesine ihtiyaç duyulmaksızın havaya uçuruldu. ABD'li müteahhitlerin Huber’deki konutlarına ve Tayland, Pakistan ve Kuveyt'teki bazı hedeflere yönelik terörist saldırılarda da uranyum zenginleştirmesine gerek kalmadı.

İslam Cumhuriyeti, Lübnan'ı, ulusal çıkarlarıyla hiçbir ilgisi olmayan ölümcül maceralara sürükleyerek ulusal bir felaketin eşiğine getirdi. Yemen'deki savaşı uzattı, Bahreyn'de huzursuzluğu körükledi, paralı askerlere sponsorluk yaptı ve Irak hükümetinin otoritesini zayıflatmayı amaçlayan eylemlerde bulundu. Bunların hiçbirinin uranyum zenginleştirme meselesiyle bir ilgisi yok.

Asıl ironi, Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması tarafından belirlenen çerçevede tamamen yasal olmasına ve dünya çapında en az 18 ülke tarafından rutin olarak uygulanmasına rağmen, ABD’nin mollalarla uranyum zenginleştirmesi hakkında konuşmaya çalışmasıdır. Oysa Tahran'ın sponsorluğunda geçekleştirilen ve uluslararası hukuku ihlal eden yasadışı, suç teşkil eden faaliyetlere değinmemektedir. Son kırk yılın küresel terörizm haritası çıkarıldığında, İslam Cumhuriyeti'nin, el-Kaide, Taliban, DEAŞ, Boko Haram gibi örgütlerden daha fazla doğrudan veya dolaylı saldırı gerçekleştirdiği görülecektir.

Mollalar, ‘nükleer’ hayaleti öne sürerek ve gündemde tutarak dünyayı, özellikle de kendilerini aldatmayı seven Amerikalıları aldatabileceklerini sanıyorlar. Diğer bölge ülkelerinde öldürme, kaçırma ve yıkma özgürlüğünün tadını çıkarırken, ABD ve uluslararası hukuk ve düzenin koruyucusuymuş gibi davranan başlıca müttefiklerinden nakit ödüller alıyorlar.

Bununla birlikte Tahran'ın Muhammed Cevad Zarif’i içerip içermemesi ihtimal dahilinde olan müzakere ekibini bir araya getirmesi birkaç hafta daha sürebilir. Bu, Biden yönetimine, Viyana'ya dönmeden önce daha temkinli bir politika benimsemesi için biraz vakit veriyor. Bu politikayla konuşulan konuların sırası tersine çevrilmelidir. Yani öncelikle terörizm, devrimi ihraç etme, kara para aklama, adam kaçırma ve keskin nişancı grupları hakkında konuşulması gerekiyor. Ancak bundan sonra uranyum zenginleştirme ve varlıkların dondurulması konusuna geçilebilir.

Ayrıca Biden ve müttefiklerinin, küresel diplomasinin önemli bir unsuru haline gelen "insan hakları" ve benzeri konuları konuşmalarına da ihtiyaç var. Çünkü bu tür haklara saygı gösterilmesini talep edenler, gerçekten söylediklerini kastetmiyorlar. Onları dinleyenler bunun ne anlama geldiğini bilir.

Özetle ABD yönetimi Tahran mollalarıyla konuşmalı, ancak gerçekten önemli konuların konuşulmasını sağlamalı ve bu konuda net bir mesaj vermelidir: Cease and desist (Dur ve vazgeç)!

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

DAHA FAZLA HABER OKU