ABD’siz dünya ne yapardı?

Seçim sistemindeki anlaşmazlıkların kaynağı, 2020'de Başkan Biden'ı Beyaz Saray'a taşıyan, Trump’ı yeni başkanı karşılama törenine katılmadan Beyaz Saray’dan ayrılmaya iten seçimler ile doğdu

Fotoğraf: AFP

ABD, İkinci Dünya Savaşı'nın ardından, Amerikan tarihi için yeni olmayan bir sahneyi bir kez daha yaşadı. Belgelerini, silahlarını ve askerlerini toplayıp Afganistan'dan ayrılmaya başladı. ABD’nin Birinci Dünya Savaşı sırasında Avrupa'ya girdiği ve sonrasında çıktığı biliniyor. Zira zaferden sonra bile, Milletler Cemiyeti'ne üye olarak başka bir savaştan kaçınmaya hazır değildi. Bedeli 20 yıl sonra bir başka dünya savaşına dahil olmak oldu ve zafer gelir gelmez bu kez ABD, dünya denizlerine ve okyanuslarına ek olarak Avrupa, Japonya ve ardından Güney Kore'de askeri varlığını sürdürmeye karar verdi. Bu varlıkla beraber BM’ye üye olmaya karar vermekle kalmadı; para, ekonomi, ticaret, ekonomi, sosyal kalkınma ve kültür meseleleriyle ilgilenen bir uluslararası örgütler ağı kurdu. ABD kapitalist sistemi, demokratik sistemi, liberalizmden oluşan devasa bir yumuşak gücü, İngilizceyi, insanlığı hayrete düşüren ve Amerikan vizesini diğer vizeler arasında en pahalı ve aranan haline getiren kuvvetli buluş ve yenilikler birikimini dünyaya taşıyordu. Ama hepsi bu kadar değildi. Dünya ABD'nin bu hamlelerine tanık olduğu gibi, başına gelen ve onu Vietnam'da yıllar süren savaşın ardından gelen geri çekilmeye iten düşüşe de şahit oldu. Kuzey ve Güney Vietnam'ın birleşmesinden sonra Ho Chi Minh’in şehri haline gelen Saygon'daki ABD Büyükelçiliği’nin çatısından havalanan helikopterlerde mahsur kalan Amerikan vatandaşları ve büyükelçilik çalışanlarının sahnesi, Amerikan hafızasında daima asılı kaldı. ABD Başkanı Joe Biden'ın kaçınmak istediği sahne de belki budur. Amerikan hafızasında sadece Vietnam bulunmuyor. Kore Savaşı, bugün halen yaşayan komünist Kuzey Kore'nin doğuşuyla sona erdi. ABD'nin Irak'taki savaşı da Afganistan'da olduğu gibi sonlandı.

Bu sefer durum askeri olarak var olunan ve işgal edilen bir ülkeden çekilmeye değil, Amerikan liberal demokratik modelinin kendisindeki başarısızlığa işaret ediyor. Liberal demokratik model Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra, kazanmış gibi görünüyordu ve birçok ülke sürüler halinde bu modelin çemberine girdi. Ancak son 5 yıldır söz konusu model küresel açıdan geriliyor ve şaşırtıcı olan yerel düzeyde, yani bizzat ABD’nin içinde de geriliyor olması. 2015-2019 yılları arasında 12 ülke demokratik sistemden çıkarken Brezilya, Hindistan, Meksika, Polonya, Macaristan, Filipinler, Türkiye, Venezuela, Gürcistan, Myanmar, El Salvador ve Peru gibi diğer ülkeler liberal olmayan politikalar izledi. Bunlardan bazıları demokratik modeli tamamen terk etti. Amerikan modeli dünyaya yayılmadı. Bunun yerine demokratik olmayan küresel modeller ABD'ye kadar uzandı. ABD’de 17 eyalette kabul edilen seçim yasaları üzerindeki mevcut siyasi savaş, demokrasi meselesini bir bütün olarak teste tabi tutuyor. Zira seçimler her şeyden önce oylama sonucunda ortaya çıkan çoğunluğu, ülkelerin dengesini kuran, değiştiren ve aşırılıktan uzak tutan akıllı hakem olarak gören demokratik sürecin özüdür.

Seçim sistemindeki anlaşmazlıkların kaynağı, 2020'de Başkan Biden'ı Beyaz Saray'a taşıyan, Trump’ı yeni başkanı karşılama törenine katılmadan Beyaz Saray’dan ayrılmaya iten seçimler ile doğdu. ABD'nin 45’inci başkanı, seçimlerin hileli ve seçmeninin iradesini ifade etmekte dürüst olmadığını iddia ederek siyasi seçkinler arasında bölünme tohumunu eken kişiydi. Bu iddiaya, Kongre binasına saldırı ve üyelerinin seçim sonuçlarını onaylamasını engelleme girişimi eşlik etti. Bu girişim, 6 Ocak'ta kitlesel bir halk saldırısı ile gerçekleşti ve kitleler ancak yaşanan kayıplardan sonra dağıtılabildi. Söz konusu tecrübe bu haliyle Trump'ı iktidardan uzaklaştırmayı başarsa da seçim sürecinin başarısı hakkında iddialar ve karşıt ithamlar dizisi başlattı. İddiaların özünü, seçimlerde oy kullananların gerçekten Amerikan vatandaşı olup olmadıkları ve seçimlere katılma hakları bulunup bulunmadığı ile ilgili tartışmalar oluşturuyor. Demokratların bakış açısı, demokrasinin ancak halkın seçimlere katılımıyla sağlanabileceği, bu nedenle sonucun seçmenin iradesini ifade etmesi için seçimlere yer ve zaman kısıtlaması getirmenin uygun olmadığı yönünde. Cumhuriyetçiler ise oy kullanma hakkı olmayan göçmenlerin ve mültecilerin yasa dışı katılımına izin verilmesi nedeniyle bunu demokratik bir hile olarak görüyor. Eyaletlere seçim sürecini yönetme yetkisi veren ABD federal sistemi, meseleyi bütünüyle yargıya, sonra da meclislere havale etti. Amaç da Amerikan toplumuna yeni, çoğunluğu demokratik eğilimlere sahip grupların katılımını önleyen ve sınırlayan yeni kural ve mevzuatların belirlenmesiydi. 

Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasındaki anlaşmazlık, Amerikan demokrasisi ve liberalizmi ile ilgili başka bir meseleyi daha tetikliyor: Son yıllarda ABD'de şiddetle gündeme getirilen ırkçılık. Tarihsel olarak bilindiği gibi ABD’nin Bağımsızlık Bildirgesi eşitlikten bahsetmesine rağmen anayasası kölelik kurumunu tanıdı. İkincisi, köleler fiili olarak ancak İç Savaş'tan (1860-1865) sonra özgürleştirildiler. Üçüncüsü, buna rağmen kölelerin ve siyahi Amerikalıların koşulları  “Jim Crow” adı verilen yasalar nedeniyle pek değişmedi. Bu yasaların özgür kişiler arasında “eşitlik” kuralını onayladığı doğru. Ancak öte yandan ayrım kuralını kabul ettiği ve benimsediği de gerçek. Bu kurala göre siyahi vatandaşlar, tarihsel olarak kuşatılmış topluluklar halinde yaşamalı ve seçimler dahil her konuda kendilerine kısıtlamalar uygulanmalıydı. Bu tarih şimdi ABD'deki ihtilaf ve çelişki ile kıyasıya iç içe geçmiş durumda. Afrika kökenli Amerikalıların ezici çoğunluğu Demokrat Parti'yi desteklediğinden Cumhuriyetçiler, onların ve diğer azınlıkların oy kullanma haklarını kısıtlayıcı teknik araçlarla sınırlamaya çalışıyorlar. Bunu da oy sandıklarını ikamet yerlerinden uzağa kurmak, seçmenlere özel bir belgeyi zorunlu kılmak veya postayla oy kullanımını kısıtlamak gibi yöntemlerle yapmak istiyorlar. ABD'deki bu tartışma, dünyadakilerden çok da farklı değil. ABD içinde Demokratların, ülkenin itibarının sarsılmasına neden olduklarına dair şikayetlerine rağmen Cumhuriyetçiler, özellikle de eski başkan Trump'ın destekçileri, ABD’nin itibarını umursamıyor gibi görünüyorlar. Onların kuralına göre ABD kimseden iyi itibar istemiyor. Özellikle de tüm ülkelerin evleri itibarı kırık camlardan yapılmışken...

Seçim sistemi, ırkçılık, ABD Senatosu içinde taraflara asıl oylamayı erteleme gücü veren, böylece Cumhuriyetçilere demokratik mevzuatların geçmesini engelleme kudreti sağlayan Filibuster uygulamasıyla ile ilgili tartışma ve çekişmeler... Bütün bunlar ABD’nin dünyadaki pozisyonunu ve itibarını epey aşındırıyor. Şimdi ABD'nin Afganistan'dan çıkışı gibi görünen durum aslında dünyadan çıkışını temsil ediyor. Ayrıca sskeri varlıkla sınırlı kalmayıp belki daha önemli ve ABD’nin dünyaya mesajıyla ilgili konular da içeriyor.

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU