İzmir Sefarad kültürü canlanıyor

Yüzyıllar içinde İzmir’in asli unsuru haline gelen Yahudiler, Türk ve Rum komşularıyla birlikte şehrin yerlileri haline geldiler

İzmir, pek çok Müslüman olmayan topluluk gibi Yahudilerin de Osmanlıdan bugüne uzun zamandır yaşadıkları kentlerden biri.  1927 Salnamesi'ne göre İzmir'in o yıl 165 bin 969 olan nüfusunun 31 bin 486'sı Yahudi idi. Yani Cumhuriyet’in ilk yıllarında Yahudi nüfus, kentin beşte birini oluşturuyordu. Ancak yıllar içinde çeşitli ekonomik ve politik sebepler bu nüfusun erimesine yol açtı. Şu anda İzmir’de yaklaşık 1300 Yahudi yaşıyor.

Geçtiğimiz günlerde başlayan bir proje de, kentin yaklaşık 500 yıllık Yahudi belleğinin ürünü olan kurumları korumak üzere start aldı. İzmir Musevi Cemaati Vakfı ile Kentimiz İzmir Derneğinin yürüttüğü, İzmir Jewish Heritage Projesi; Avrupa Yahudi derneklerini, vakıfları ve ağları, seçilmiş hassas grupların sivil toplum kuruluşları, Türkiye’nin yerel ve ulusal kamu idarelerini bir araya getirmeyi amaçlıyor. Proje ile Yunanistan, İtalya, Hollanda, İspanya, Portekiz, Rusya ve Ukrayna’dan göç edip Sefarad kültürüyle bütünleşerek Türkiye’nin kültürel mozaiğini oluşturan Yahudilerin tarihi mirasını yeniden canlandırmak ve korumak amaçlanıyor.

Araştırmalara göre Anadolu’da Yahudi tarihinin 2 bin 600 yıllık bir geçmişi var. Ancak en bilinen Yahudi göçü 1590’lı yıllarda yaşandı.  Selanik, Safed, Ankara, İstanbul, Patras gibi yerlerden gelip İzmir’e yerleşen Yahudileri, Engizisyon zulmünden kaçıp İspanya ve Portekiz’den gelen Yahudiler takip etti. En son gelenler Rusya, Almanya, Romanya ve Bulgaristan Yahudileri oldu.

İspanya’dan kovulan Yahudileri kurtaran Osmanlı İmparatorluğu, yeni tebaalarını imparatorluğun dört gözde şehrine; İstanbul, Selanik, Edirne ve İzmir’e yerleştirdi.

İzmir, Yahudi göçmenler ve mülteciler açısından yerleşime uygun hatta cazip bir kent olarak hemen hemen tarihin her döneminde revaçtaydı. Bu yüzden Smyrna adıyla anıldığı tarihlerde de kentte bir Yahudi nüfusu vardı. Çünkü kent, stratejik bir konuma sahipti. Özellikle liman sayesinde İzmir kenti, gökkuşağını andıran çok renkli demografik ve kültürel yapıya sahip oldu. İzmir, gayrimüslim nüfusun en yoğun olduğu kentlerden biriydi. Burada, 17. yüzyıl ile 20. yüzyıl arasındaki zaman diliminde, hemen hemen her dilden, her dinden, hatta her coğrafi kökenden insanla karşılaşabilirdiniz: Levantenler, Rumlar, Yahudiler, Ermeniler, Müslüman Türkler ve Batılılar. Yahudiler, sadece Sefaradlardan ibaret değildi. Başlangıçta Romaniotlar vardı. Sonra Mizrahi kökenliler dâhil oldu. En son Rusça ya da Almanca konuşan Aşkenazlar, Girit ve Selanik göçmeni Rumca konuşan Yahudiler bu gruba katıldı. 

İzmir’i ve Batı Anadolu’yu ‘vatan’ kabul eden Yahudiler, bu güzel kıyıların ayrılmaz parçası haline gelirken, bir yandan yanlarında getirdikleri kültürel birikimleri yeni coğrafyanın koşullarına uydurdular. İzmir’de ilk matbaayı 16. yüzyıl ortalarında kuran Sefarad Yahudileri, ticarette olduğu gibi İzmir’in kültürel yaşamında da hep önlerde yer almışlardı. 1922 sonrasında bir liman, turizm, ticaret, sanat ve kültür kenti olarak büyüyen İzmir’in yaşamında Musevi nüfus sayısı giderek azalsa da, mozaiğin en önemli parçalarından biri olarak yaşamını sürdürdüler.

Antik Çağ’dan beri İzmir’de Yahudiler var

O dönemin İzmir’in İzmir Yahudilerine ilişkin araştırmalarıyla tanınan ve kentteki Yahudi varlığına ilişkin ilk somut bulguların Roma dönemine ait olduğunu söyleyen Dr. Siren Bora, Sefarad göçmenlerinin Osmanlı toprağına gelmeden önce de Anadolu’da Yahudilerin yaşadığını ve Manisa, Tire gibi yerlerde Yahudi mezarlıklarının bulunduğunu anlatıyor:

“1590’lı yıllarda Sefarad göçüyle Balkanlardan, Ankara'dan, İstanbul'dan, Selanik'ten, Orta Doğu'dan, Filistin dediğimiz yerden Yahudi göçleri var. O yıllarda Yahudi Mahallesi şimdiki İkiçeşmelik dediğimiz bölgede oluşmuştu.”

siren bora.jpeg
Siren Bora

 

İzmir’in yedi Yahudi mahallesi

İzmir’in yavaş yavaş geliştiğini belirten Bora, Yahudilerin İzmir'in ticaret hayatının büyümesine büyük katkıları olduğunu, şehirlerarasında seyyar satıcılık yaptıklarını söylüyor. İzmir’in şu an bildiğimiz Kemeraltı semtinin 19. Yüzyılda deniz doldurularak oluştuğunu, öncesinde küçük bir çarşının olduğunu ve bütün milletlerin bir arada ticaret yaptığını dile getiriyor. Yahudilerin Sefarad kökenliler hariç, Osmanlı kültürüne ve şehir yaşamına aşina olduğuna dikkat çeken Bora; Mizrahi, Romaniot kökenlilerin de zamanla Sefaradlaştığını vurguluyor. Yahudi toplumunun; İzmir’de yaşayan Ermeniler, Rumlar, Levantenlerden çok Müslüman Türklerle anlaştığını, hatta Müslüman ve Yahudi mahallelerin kimi yüzyıllarda iç içe geçtiği bilgisini veren Bora şöyle konuşuyor: “Yahudilik inancı milliyet gibi yaşandığı için 20. Yüzyılın başına kadar hem dillerini hem de inançlarını koruyarak yaşamlarını sürdürmüşler. Ta ki Cumhuriyet’in ilanına kadar. Yahudi oldukları halde İbranice bilmedikleri ve Ladino dili konuştukları için, ya İbraniceyi ya da Türkçeyi eğitim dili olarak seçmeleri gerekmiş ve onlar da Türkçeyi seçmiş.”

Yüzyıllar içinde İzmir’in asli unsuru haline gelen Yahudiler, Türk ve Rum komşularıyla birlikte şehrin yerlileri haline geldiler. Efrati, Cavez, Hahambaşı, Beni İsrail, Hurşidiye, Sonsino ve Yeni ismini taşıyan mahalleler kurdular. Siren Bora, İzmirli Yahudilerin 17. yüzyılda, ekonominin her alanında ön planda olduğunu söylüyor. Vergi mültezimliği, aracılık, tefecilik tercümanlık gibi işlerin Yahudilerin tekelinde olduğunu anlatan Bora, komisyoncu, tefeci, aracı ve toptancı olarak İzmir Limanı’nda çalışan Yahudilerin, İzmir’in ve Yahudi cemaatinin loncalarına kayıtlı olduklarını söylüyor:

“İzmir’de, Ermeniler bir pasajda ipekli ve tiftik yün, bir başka pasajda mücevher satarken, Yahudiler yakında köşede yer alan bir dükkânda pamuklu, yünlü ve ipekli yün satıyordu. Rumlar, yolun karşı tarafında sakız, balık, şarap, deri, ham ipek ve yün ipliği satışı yaparken, Müslüman Türkler sokağın biraz aşağısında kuru üzüm, kuru incir, Şam fıstığı ve hububat satıyordu. Hatta esnaf ve halk, pasajlarda yan yana ve iç içeydi. Arapça, Ermenice, Felemenkçe, İngilizce, Fransızca, Rumca, İtalyanca, Ladino ve Türkçe bağırıp çağıran, sıkı pazarlık yapan, satıcıların ve alıcıların bulunduğu bu alanda, her dilden sözcük havada uçuşuyordu.”

havra sokagi.jpg

Havra Sokağı

 

Havra Sokağı’ndaki dokuz yapı yenilenecek

İzmir Yahudi Kültür Mirası Projesi Koordinatörü Sayın Nesim Bencoya, projelerinin İzmir'deki Yahudi kültür mirasının mirasını korumayı amaçladığını belirterek başladığı sözlerinde önce İzmir Yahudilerinin tarihini anlatarak başlıyor:

 “Yahudiler İzmir'de milattan önce çok daha önce den beri yaşayan bir cemaat. Ara ara yok olmuşlar, gelmişler, gitmişler ve en son olarak 1492 yılında engizisyonla birlikte İspanya ve Portekiz’den dünyanın değişik yerlerine göç ediyorlar. Bu arada da Osmanlı topraklarına çok sayıda Yahudi mülteci geliyor. Hatta Sultan Beyazıt birkaç gemi gönderip onları alıyor ve Anadolu’nun birçok yerine yerleşiyorlar. Ege bölgesinde de önce İzmir’in çevresindeki kasabalara yerleşiyorlar. Daha sonra İzmir'in 17'nci yüzyılın başında İzmir’in bir liman kenti olarak Asya’nın Avrupa’ya açılan limanı olması dolayısıyla İzmir’e geliyorlar. İzmir’deki ilk yerleşim bugünkü Kemeraltı. Kadifekale eteklerinden başlayarak, Türk mahallesi ile Ermeni mahallesi arasında kuruluyor Yahudi mahalleleri. Yahudiler buraya gelince tabii, İspanya'dan getirdikleri adetlerini, geleneklerini, dillerini de getiriyorlar. Ve çok sayıda da sinagog kuruluyor. Biz İzmir'de her zaman bir yüzde 10'luk Yahudi nüfusu olduğunu biliyoruz. Bu nüfus bazen bu 30 binlere, 40 binlere kadar çıkıyor bazen iniyor.”

İzmir Yahudilerinin yaşadıkları mekânların isimlerinin değiştiğini ama Havra Sokağı’nın hala canlı olduğunu söyleyen Bencoya; “Bu civarda sadece bu civarda dokuz sinagog ve bir de Hahambaşılık binası var. Aynı bölgede Sabetay Sevi’nin evi, Kadifakele eteklerinde bulunan iki-üç sinagog, Agora kazılarında ortaya çıkan bir Yahudi mahallesi de var.”

nesim bencoya.jpg

Nesim Bencoya

 

Projelerinde Havra Sokağı’nda bulunan dokuz yapıyı ele aldıklarını belirten Becoyan; bu bölgede yaşayan Yahudilerin 1948-49’da Alsancak ve Karataş’a göç etmesiyle bölgenin boşaldığını, ruhunu kaybettiğini söyleyerek şöyle devam ediyor:

“Havra sokağı Rumların, Ermenilerin, Yahudilerin, Türklerin işyerlerinin olduğu bir yandan ilahi seslerinin, bir yandan ezan seslerinin, İspanyolca, Türkçe, Ermenice müziklerin duyulduğu bir mekânken sonra bu özelliğini yitiriyor. Biz projemizde bunu bir şekilde yeniden yaşatmak istiyoruz. 200 hektarlık bu alanın bir tür üstü açık, açık hava müzesi olmasını arzu ediyoruz. Buraya İzmir Yahudi Kültür Mirası Ziyaret Merkezi adını vereceğiz. Buradaki Yahudi inanç ve kültür binaları birçok özellik taşıyorlar. Dünyanın başka bir yerinde benzeri olmayan binalar. Çünkü daha eskileri engizisyon döneminde yok edildi. Yakın tarihte olanlar ise Naziler tarafından ortadan kaldırıldı. Engizisyon sonrası o dönemin sinagogların özelliklerini taşıyan tek sinagog türleri İzmir’dekiler.”

“Sefarad müzesini İzmir’e yapmak istiyoruz”

İzmir’deki sinagogların ahşap yapılar olduğunu ve bu yüzden de benzersiz olduğunu anlatan Bencoya; yapmak istedikleri şeyin Prag’daki Yahudi müzesinin bir benzeri olduğunu ancak İzmir’deki Yahudi mirasının ve kültürünün çok daha benzersiz bir alana sahip olduğunu da ekliyor:

“Bizdeki dar sokaklar, geçitler daha rüstik bir hava yaratacak. Bir yandan da Prag’daki müze daha çok Aşkenaz Yahudilerinin müzesi. Dünyada Sefarad Yahudiliğinin bir müzesi yok ve bunu İzmir’de yapmak istiyoruz.”

Yahudilikte önemli bir krize yol açan Sabetay Sevi’nin İzmirli olduğunu ve Mesihlik iddiasını İzmir’de açıkladığını da hatırlatan Nesim Bencoya; projenin sadece yapıları değil, Yahudi kültürüne dair her şeyi kapsadığını da ifade ederek devam ediyor:

“Birkaç yıl önce İzmir Büyükşehir Belediyesi desteğiyle bir yeri restore etmiştik. Sonra İzmir'in en önemli sınavlardan biri olan Portekiz Sinagogu’nu İGİAD yardımıyla restore ettik ve bugün bir kültür merkezi olarak hizmet veriyor İzmir Kalkınma Ajansı'nın desteğiyle bir diğerini koruma altına aldık. Onun tam karşısında Havra Sinagogu’nun içi moloz doluydu, yağmur ve güneş çok etkilemişti. Almanya Federal Hükümeti Dışişleri Bakanlığı'nın verdiği destekle temizliğini yaptık. Ona bitişik olan diğer bir yıkık sinagogu düzenleyeceğiz. Şu an yaptıklarımız koruma amaçlı, daha sonra da restorasyon aşamasına geçeceğiz. Bittikten sonra buralarda sergiler, konserler yapmak istiyoruz.”

Avrupa Birliği fonuyla İzmir Yahudi cemaatinin eserlerini İzmirlinin kullanımına, İzmir turizmine sunmak istediklerini belirten Bencoya; “Bu hem İzmir’i hem Türkiye’yi kültürel olarak güçlendirir” diye konuşuyor.

Sefaradların İzmir’e armağanı: Boyoz

Projenin ayaklarından biri de yemek kültürü. Yahudi yemek kültürünün İzmir’e damga vurduğu sadece ‘boyoz’ örneğiyle bile olsa bir gerçek. Boyoz, Sefarad Yahudilerinin İspanya’dan getirdiği bir yiyecek. Zamanla içeriği değişse de, İspanyolca ismini korumuş. Yuvarlak şekilli benzer bir başka tuzlu hamur işinin ismi ise “boyoz” ya da “boyikos” ise İspanyolca top anlamına gelen “bollos” kelimesinden türetilmiş. Farklı bir örnek olan “boyikos de kaşer” tarifinde ise hamurun içi peynirle doldurulmaz, rendelenmiş kaşar peyniri, aynı peynirli tuzlu bisküvide olduğu gibi, hamurun içine yedirilir. İzmir’de sokakta satılan “boyoz”lar sade olmasına rağmen orijinalinde Yahudiler peynirli, ıspanaklı ve tahin helvalı olarak yapıyor boyozları. Sefarad yemekleri ilk bakışta, diğer mutfaklardaki yemeklerden farklı görünmese de en önemli özellikleri “kaşer” alışkanlığı. Bu fark, Tevrat’ta sözü edilen sağlık önlemlerinden geliyor.  Gündelik yemekler ve kutlama sofraları bu kuralların ışığında hazırlanıyor.  “Kaşerut” ilkelerine göre, sadece geviş getiren, yarık toynaklı ve avlanmamış hayvanlar ile yüzgeçli ve pullu balıklar yenebilir.  Hayvanlar, özel yetiştirilmiş kasaplar tarafından ve hayvanın en az acı çekmesi amaçlanarak kesilir, sağlık yönünden uygunluğu belirlendikten sonra “kaşer” damgasını alır.  Etlerin pişirilmeden önce, belli ritüellerle tuzlanıp kanının akıtılması da Yahudi Mutfağının belirgin bir farkı.  Tevrat’taki “Oğlağı anasının sütünde pişirmeyeceksin” cümlesine dayanılarak, et ve sütün birlikte yenmemesi kuralı, Yahudi Mutfağının en önemli özelliklerinden biri.

İzmir Yahudilerinin Altay aşkı

Yahudilerin İzmir hayatının önemli bir parçası olması kültürün yanı sıra sporda da oldukça belirgin. Avrupa ile etkileşimi sayesinde İzmir, Osmanlı topraklarında futbolun ilk oynandığı yerlerden birisi oldu. İkinci Meşrutiyet ve sonrası yıllarda; İzmir’deki bütün takımlar Rumlar, Ermeniler ve İngilizler tarafından kurulmuştu. Milliyetçi Türklerin İzmir’de kurduğu ilk takım 1912’de Karşıyaka oldu, Karşıyaka’yı 1914 yılında kurulan bir başka Müslüman Türk takımı olan Altay takip etti. O yıllarda İzmir Yahudileri ise Paninious, Appollon gibi Rum takımlarını tutmak yerine Türklerin kurduğu Altay’ı desteklemeyi tercih etti. Çünkü Altay birleştiriciliği temsil ediyordu, Karşıyaka gibi ittihatçı takımı değildi. Üstelik Yahudilerin kendi muhitlerinde kurulmuştu. 15 Mayıs 1919’da Yunanistan’ın İzmir işgali başladığında, tüm Kordon Yunan bayraklarıyla donatılırken, özellikle Rumlar bu işgali coşkuyla karşılamıştı.  İzmir Yahudileri ise işgal yıllarında Türklerin direniş hareketlerine gizli gizli destek verdi. Yunan işgalini hiçbir zaman kabul etmedi. 9 Eylül 1922’de şehir kurtulunca, İzmir Yahudileri de Altay bayraklarıyla kutlamalara katıldı. Cumhuriyet yıllarıyla birlikte pek çok azınlık mensubu İzmir’i terk ederken, Yahudiler şehirde yaşamaya devam ettiler. Şehirde iki ana toplum kalmıştı: Müslüman Türkler ve İzmirli Yahudiler. Ancak 1948 yılında İsrail Devleti kurulduğunda ve 6-7 Eylül 1955 Olayları ile Varlık Vergisi’nden sonra İzmir Yahudilerinin nüfusunda da ciddi bir düşüş gözlendi. 1945’te 17 bin Yahudi’nin yaşadığı İzmir’de 1960’larda sadece 4 bin Yahudi kaldı. İzmir Yahudileri, yanlarına alabildikleri eşyalar ve Altay bayrakları ile birlikte İsrail ve ABD’ye göç etti.

İzmir’deki Yahudi yapıları

Bet İsrael Sinagogu: II. Abdülhamid’in fermanı üzerine Bet İsrael Sinagogu’nun yapımına 15 Mart 1905’te başlandı ve 1907’de ibadete açıldı. Sinagog bugünkü durumunu ancak 1950’de aldı. İki katlı olan Bet İsrael Sinagogu’nun alt katı erkeklere ayrılmışken, üst kat kadınlar bölümü olarak yapılmıştır.

Roş A’har Sinagogu: Dağın zirvesi anlamına gelen Rosh A’har Sinagogu 1890’larda inşa edildi. Eski Yahudi Mahallesi’nden yenisine taşınan nüfusun dini ihtiyaçlarını karşılamak için o dönem boş olan Halil Rıfat Paşa Caddesi’nin üst sokağına küçük bir sinagog olarak kuruldu.

Bikur Holim Sinagogu: Portekiz asıllı bir Hollandalı iken İzmir’e göçen Salomon de Ciaves, 1724 yılında, geniş avlulu evlerinden birini sinagog olarak kullanılmak üzere bağışlayarak, gerekli tüm dini kitap ve kutsal eşyaların satın alınmasını sağladı. 1772’de yanan sinagog, aynı aileden Manuel de Ciaves tarafından 1800 yılında yeniden inşa edildi.

Portekiz Sinagogu: İzmir’de, kurucularının kökeni belli olan tek sinagogdur. Hahambaşısı Jozef Eskapa döneminde, yani 1620’li yıllardan itibaren var olduğu bilinen altı sinagogdan biridir ve o dönemde İzmir’in en büyük sinagogu olarak anılır. 1976’da yanmış ve 2018’de sosyal aktivite merkezi olarak hizmet vermek üzere restore edilmiştir.

portekiz sinagogu.jpg
Portekiz Sinagogu

 

Etz Hayim Sinagogu: 1688’de ölen Salomon Ben Ezra’ya ait bir belgede, İzmir’in tek mevcut sinagogunda Müslüman Türklerin namaz kıldığından bahsediliyor. Bu belgede bahsedilen dönemin, İzmir’in Türklerin fethi dönemine denk geldiği ve şehirde cami olmadığı için bu sinagogda dua ettikleri düşünülüyor. Defalarca yangın ve deprem tehlikelerinden kurtulan bu sinagog, 1841 yangınında hasar gördü ve 1851’de Daniel de Sidi onarıldı.

Hevra Sinagogu: Hevra Sinagogu’nun adı çok eski metinlerde “Talmud Torah” olarak geçiyor. 1838 yılında çıkan yangından sonra Çelebi ve Menahem Hacez kardeşler tarafından yeniden yaptırılan bina, 1841 yangınında tekrar yandı ve uzun yıllar harap halde kaldı.

Şalom Sinagogu: Tulumbalı Sinagog adıyla da bilinir. 1620’den itibaren Hahambaşı Jozef Eskapa’nın Yahudi Cemaatini örgütlemeyi başararak 1648’den itibaren lideri olduğu sinagogdur. Haham Eskapa, aynı zamanda genç Sabbatay Sevi’ye din eğitimi de sağladı, ancak Sevi kendini Mesih ilan ettiğinde onun İzmir’den kovulmasına da öncülük etti.

salom sinagogu-izmir.jpg
Şalom Sinagogu

 

Algazi Sinagogu: Girişindeki kitabeden dolayı 1724 yılında Isaac Algazi tarafından yaptırıldığı kabul ediliyor. Başka bir görüş, bu sinagogun en azından 17. yüzyılda var olduğunu ve 1666’da Sabetay Sevi tarafından kontrol edildiğini iddia ediyor.

algazi sinagogu-izmir.jpg

Algazi Sinagogu

 

(Los) Foresteros Sinagogu: İzmir’in tarihi çarşı yeri olan ve eski Yahudi mahallesinin kalbinde yer alan sinagog, iki isimle biliniyordu. Her iki dilde de “yabancılar” veya “misafirler” anlamına gelen “Orahim” (İbranice) ve “Foresteros” (İspanyolca), burasının İzmir’e gelerek yerel Yahudi cemaatine katılan yeni Yahudi göçmenlere hizmet ettiğini gösterir. Sinagog muhtemelen 17. yüzyılda inşa edildi ve bir yangınla yok olana kadar aktif kaldı.

isak algazi.jpg
Isaac Algazi

Sinyora Sinagogu: En popüler hikâyeye göre bu sinagog, Donna Gracia Nassi adındaki bir kadının bağışları ile yapılmıştır. Avrupalı Yahudiler arasında Gveret veya La Sinyora lakaplarıyla tanınan bu kadın, aynı zamanda, Osmanlı İmparatorluğu’nda önemli mevkilere yükselen Yosef Nassi’nin teyzesiydi.

Dario-Moreno.jpg
Dario Moreno

 

Tarihi Asansör: Asansör, 1907 yılında Yahudi işadamı Nesim Levi tarafından, Mithatpaşa Caddesi (deniz seviyesinde) ve Halil Rifat Paşa Caddesi (tepede) mahalleleri arasındaki topografik engeli aşmak için inşa edildi. 20. yüzyılın başında, Asansör’ün yapımından önce, bölgede iniş çıkış için uzun bir yürüyüş yolu ile 155 merdiven tırmanma yolu arasında seçim yapmak gerekiyordu. Tarihi Asansör, üstteki gezinti yeri ile İzmir Körfezi’nin eşsiz manzarasını yakalamak için en iyi yapıdır. Ayrıca, Asansör’ün eteğinde adını uluslararası şarkıcı ve İzmirli Dario Moreno’nun adıyla anılan büyüleyici bir eski sokak bulunmaktadır.

tarihi asansor.jpg
Tarihi Asansör

 

Karataş Musevi Hastanesi: Nesim Levi’nin, yalnızca hastane amacıyla kullanılmak üzere İzmir Musevi Cemaati’ne bağışladığı bir konakta 1914 yılında kuruldu. Yine Nesim Levi tarafından yaptırılan Tarihi Asansör’ün geliri, 1942 yılında satılmasına kadar, hastaneye bağışlandı.

musevi hastanesi.jpg

Musevi Hastanesi

 

İzmirli Yahudilerin kültürü

Ladino Dili: Yahudi İspanyolcası, Judesmo veya Sephardi olarak da adlandırılan Ladino dili, çoğunlukla İsrail, Balkanlar, Kuzey Afrika, Yunanistan ve Türkiye’de yaşayan Sefarad Yahudileri tarafından konuşuluyor. İbranice unsurlarla (Aramice, Arapça, Türkçe, Yunanca, Fransızca, Bulgarca ve İtalyanca’nın yanı sıra) biraz karışmış Kastilya İspanyolcasının çok arkaik bir formu olan Ladino, İspanya’da ortaya çıktı ve 1492’den sonra İspanya’dan sürülen Yahudilerin torunları tarafından bugüne taşındı.

Müzik: 17. yüzyılın ortalarından itibaren İzmir’de Klasik Türk Müziği alanında Yahudi bestekârlar öne çıkmaya başlar. İzmirli Yahudi bestekârların önemli ilham kaynağı, 1700’li yıllarda Edirne’de gelişip İstanbul ve Bursa gibi büyük şehirlerdeki sinagoglarda benimsenen, sevilen Maftirim yani Klasik Türk Müziği kaynaklı İbrani tasavvufi ilahilerdir. Yahudi bestekârlar besteledikleri dini ve laik eserlerle, hem İbrani tasavvufi ilahileri, hem de Klasik Türk Müziği’ni zenginleştirmiştir.

Bu müzisyenlerin en önemlisi İshak Algazi’dir. 20. yüzyılın başlarında Yahudi dini müziğinin yanı sıra Osmanlı-Türk müziği öğrenmeye başladı. Atatürk için Dolmabahçe Sarayı’nda Türk müziği söyledi.

İzmir Yahudi müziğinin bir diğer temsilcisi, 2. Abdülhamit’e de şarkılar söyleyen Santo Şikar’dır. Uzun yıllar İzmir Hamidiyye Sanayi Mektebi’nde müzik öğretmenliği yapan Santo Şikar bestelediği dini ve laik eserlerle Itri ve Dede Efendi gibi çok değerli bestekârlarla birlikte anılmıştır. 150 eser bestelemiştir. II. Abdülhamid, Santo Şikar Efendi’nin ününü duyduğunda kendisini Saray’a davet etmiştir. Sarayda verilen konserden sonra Padişah, Santo Şikar’a bir nişan ve bir altın madalya hediye etmiştir.

santo sikar.jpg
Santo Şikar

 

İzmir Yahudilerinin en önemli müzisyeni ise kuşkusuz Dario Moreno.  İstanbul ve Ankara gazinolarında sahne almaya başlayan Moreno, 1950’ler ve 1960’larda Fransa’da dikkate değer bir kariyerle Avrupa ile Latin Amerika’da şarkıcı ve oyuncu olarak ün kazandı. Özellikle Türkçe ve Fransızca söylediği şarkıların bazıları günümüzde bilinirliklerini korumaya devam ediyor.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU