Blinken ve Amerikan öz eleştirisi

Blinken'ın itirafları; ABD'nin, gücün gerçeği ile hakikatin gücü arasında hangisini seçeceği konusunda yeni bir testtir

Fotoğraf: Reuters

Tarihten siyaset öğrenilebilir mi? Yoksa siyaset geçmişin korkunç derslerine rağmen onu aynı hataları tekrar etmeyi gerektiren ölümcül bir zorunluluğa mı mahkûm?

ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken'ın birkaç gün önce uluslararası sistemde ABD'nin rolü hakkındaki açıklamaları, bu tarihsel ve neredeyse ebedi felsefi sorunun yeniden gündeme gelmesinin ana motivasyonu.

BM Güvenlik Konseyi toplantısı sırasında Blinken, şu açıklamayı yaptı:

Son yıllarda birçok ABD eylemi, kurallara dayalı küresel düzeni zayıflattı ve başkalarının Washington'un onlara bağlılığına olan güvenini baltaladı.


Blinken, bu Amerikan öz eleştirisinde ciddi miydi yoksa bu açıklaması sözlerden mi ibaretti?

Yahut her zaman gerçekçilik ile idealizm arasında kalan, hangisini seçeceğini bilemeyen geleneksel Amerikan ikileminin ötesine geçmiyor muydu?

İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden bu yana Amerika Birleşik Devletleri ahlaki hakikatin gücüne değil, silahlı kuvvetin gerçeğine inandı.

Bu, bir zamanlar Yunan sofist Therasimachus'un "Doğruyu dönemin güçlüsü belirler" sözünü çağrıştırıyor.

Peki, ya bu düşünce yetersiz ve diğerlerinden önce kendi sahibine zarar veriyorsa?
 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Blinken, 4 Mart'ta Dışişleri Bakanı olarak yaptığı ilk konuşmasında, ABD'nin demokrasiyi yayma çabasıyla giriştiği feci askeri müdahalelere, dünyayı sürüklediği, Afganistan ve Irak'ta yankıları devam eden dehşete dikkat çekmişti.

ABD terörle mücadele olarak bilinen bu dönemde, sinekleri öldürmek için her yerde çekiç kullanmıştı.

Son zamanlarda yayınlanan uluslararası raporlar, ABD diplomasisinin son 20 yıldaki başarısızlığının boyutunu gösteriyor. En yenisi Freedom House tarafından yayımlanan rapor; otoriterlik ve milliyetçiliğin dünya çapında yükselişte olduğuna, hükümetlerin daha az şeffaf hale geldiklerine ve insanların güvenini kaybettiklerine yer verdi.

Blinken'ın yukarıdaki öz eleştiriden sonra ABD'nin tehdit altında olduğu için dünya çapında demokrasiyi yenileme çabasına yaptığı vurgu, açıklamasının en ilginç noktası ve Amerikan ruhundaki karşıtların tarihsel birliğinin yansımasıydı.

Bu, şu soruya geniş bir kapı aralıyor; bir önceki eleştiri, önceki ABD yönetimlerinin yumuşak güç politikaları ile desteklemeden, dünyanın servetini, ulusların şanslarını ve milletlerin seçimlerini etkilemek için gizli araçlarını etkinleştirmeden kullandıkları sert güç politikalarına mı yönelikti?

Sorun şu ki, demokrasi ABD'nin kendi içinde tehdit altında ve bu, bizzat Amerikalıları kutuplaşmış olarak tanımlayan Blinken tarafından da kabul ediliyor.

Buradaki kutuplaşmış ifadesi son derece diplomatik bir ifade ve gerçek tanım, ABD'nin parçalanmış ve ruhen içeride bölünmüş olduğudur.

Blinken'ın çifte açıklaması üzerinde şüpheyle duranlardan biri de Rusya Federasyonu Konseyi üyesi Senatör Aleksey Puşkov'du ve ona göre ABD Dışişleri Bakanı'nın sözleri "öz eleştiri değildi."

"Bu tamamen başka bir şey" diye ekleyen Puşkov, "bu eleştirilerin hedef aldığı tarafın eski ABD başkanı Donald Trump yönetimi" olduğunu ifade etti.

Puşkov, Blinken'ın açıklamalarının ABD'nin küresel hegemonyasını empoze etmeyi amaçlayan yaklaşımına bağlılığını gösterdiğini düşünüyor ve kesin bir şekilde inanıyor.

Ona göre ABD'nin "kurallara dayalı" adını verdiği sistemin amacı bu ve "Rusya ile diğer ülkeler bu tür tek kutuplu dünya kuralını kabul etmiyor."


Blinken, ABD'nin hatalarından bahsederek Yunan mitolojisinde bilinen ve insanlığın tüm kötülüklerini içerdiğine inanılan "Pandora'nın Kutusu"nu açmış görünüyor.

Bu durum, ABD'nin Nazilere karşı kazandığı zafer, Avrupalı ​​müttefiklerini önce askeri, ardından Marshall Planı aracılığıyla ekonomik olarak kurtararak İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra elde ettiği pozitif kredisini, yan çatışmalarda ve gerçek faydadan yoksun ideolojik problemlerde boşa harcadığını ortaya koyuyor.

Bu nedenle, Varşova Paktı'nın ve Sovyetler Birliği'nin çöküşünün ardından Baba George Bush'un müjdelediği tek kutuplu uluslararası sistem tahtında uzun süre kalamadı.

Nitekim şimdi dünya uluslararası sistemin özelliklerini yeniden şekillendiriyor.

Amerikan politikaları özellikle son 50 yılda, "liberal hegemonya" ideolojisinin, modelini başkalarının gözünde parlatmaya yeterli olduğunu varsaydı. Ancak uluslararası sahneye dönük müdahaleleri gerçekte ABD ve dünyanın ortak çıkarlarını sağlamak amacına değil, daha ziyade ABD'nin istediği imaja göre dünyayı yeniden şekillendirme mantığına dayanıyordu.

1990'ların başında, seçim kampanyası sırasında, Arkansaslı genç aday, Amerikan halkını vazgeçilmez ulus yapma niyetinde olduğunu söylemiş ve "ABD, dünyanın tüm ülkelerinin çözüm arayışıyla başvurmak istediği ulus olacak" diye eklemişti.

Yıllar sonra, Barack Obama bunu 2007'deki seçim kampanyasında tekrarlamıştı. Peki, bu hedef, Başkan Clinton ve Obama'nın 4 döneminde gerçekleşti mi?

Blinken'ın itirafları; ABD'nin, gücün gerçeği ile hakikatin gücü arasında hangisini seçeceği konusunda yeni bir testtir.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu

Şarku'l Avsat

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU