Ben Gurion Filistin Devleti'ne ne derdi?

Bugün adil ve zalim bir gerçeklik, Filistinli tüccarların bir dava olarak sunduğu ideale ulaşma araçlarına muhtaçtır

Mescid-i Aksa'da Doğu Kudüs'e bağlılığın seçim şartı olarak bahsedildiği bir pankart / Fotoğraf: WAFA

Kaçırılan başka bir fırsat!

Uzun zamandır beklenen Filistin seçimlerini takip ederken akla gelen bir soru bu.

Seçim kararı ilk kez açıklandığında bazılarımız, bunun Filistinlilere siyasi süreçlerinde şu 3 değişikliğe ulaşma fırsatı sağlayacağını ummuştuk;

Daha yüksek siyasi karar alma seviyelerinde nesil değişimini düzenlemek, uzun süredir rekabet halindeki siyasi gruplar arasında oyunun temel kurallarına dair asgari düzeyde bir anlayış oluşturmak, en önemlisi de farklı hususları 'sorun' olmaktan uzaklaştırıp kök salmış bir ülke inşa etme projesine dönüştürmek.

Seçim kampanyasının donuk gidişatına ve dünün adamları tarafından bugünün sahnesinde devam eden hegemonyaya bakılırsa bu üç umudun hiçbiri yerine getirilecek gibi görünmüyor.

Mevcut haliyle Filistin siyaseti, 'pozitifliğin enerjilerine' giden yolu tıkamak için 'zombi' modelini izleyerek, hâlâ körelmiş ve kayıp bir davaya yerleşmiş durumda.

Aslında bir yıldan daha kısa bir süre önce, son yurtdışı seyahatinde, üst düzey 'müzakereci' Saib Ureykat, Londra'da Kuveyt Büyükelçisi'nin evinde küçük bir izleyici kitlesine, Filistinlilerin 'adil barış' umuduyla, bu süreçte köklü bir değişiklik yapmaya hazırlandıklarını söyledi.

Bunu takip eden bir tartışmada, barış için elverişli herhangi bir adımın kullanılmasının, barışın sağlanmasını imkânsız hale getirebileceğini gördük. Çünkü bir bakıma barış, her zaman bir taraf açısından adaletsizliktir.

Ureykat, dört şart yerine getirilmediği takdirde barış olamayacağı konusunda ısrar etti.

İlk olarak İsrail, 1968 yılındaki ateşkes hatlarına dönmeyi kabul etmelidir. Ateşkes hatlarının barış değil, ateşkes bağlamında var olduğunu görmezden geldi.

Eğer hedefi barış sağlamaksa, bunu bir müzakere anlaşmasında vazgeçilmez bir koşul olarak seçmenin bir anlamı yoktur.

Her halükârda, neden gösterge olarak 1968 yılını seçti? Neden 1948, 1028 veya M.S. 68 yıllarını seçmedi?

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Üstelik bu ateşkes hatları, bir yandan İsrail ve diğer yandan 4 Arap devleti arasında belirsiz bir sembolik fikre Filistin'i dahil etmeden çizildi.

Mısır, Ürdün, Suriye ve Lübnan ile olan bu ateşkes hatları, 1968'den bu yana 'bazıları büyük önem taşıyan' değişiklikler ve bölgenin istikrarını etkileyecek düzeyde bu hatları canlandırma girişimleri yaşadı.


Ureykat'ın ikinci 'şartı', atalarının topraklarına yerleşmek isteyen Filistinlilerin, bunu yapmalarına izin veren 'geri dönüş hakkı' ile ilgili.

Geri dönüş hakkı, uluslararası hukukta tanınmakta ve her yıl birkaç ülkede yüzlerce kişi tarafından rutin olarak anılmaktadır. Bununla birlikte bu, bireysel bir haktır, toplu değil.

Uygulanması da ilgili ülkelerin onayına ve kanunlarına bağlıdır. Yani İsrail de başka bir ülke de 'geri dönmek' isteyenlere, bunu istedikleri zaman ve istedikleri şekilde yapma hususunda toplu bir hak sağlayamaz.

Başka bir deyişle Filistinliler, İsrail ile iş yapmadan önce, İsrail'i meşru bir devlet olarak tanımalı ve geri dönüş talep edenlere, İsrail'in onayıyla hedeflerine ulaşma izni vermelidir.


Üçüncü 'şart', Filistin devletinin başkenti Kudüs'ün statüsüyle ilgili. Bu noktada Filistin'in tavrı, bir devlet kurma projesi değil, Filistin'i dava olarak kabul edenler için uygundu.

Burada 'Bir mendil için bir çarlığı yakmayın' diyen bir Pers atasözü akla geliyor. Atasözü, daha küçük bir itibar uğruna daha büyük bir hedefin feda edilmemesi gerektiği anlamına geliyor.

Kudüs'ün büyük bölgelerinde bir Filistin devletinin 'başkentinin' olmasının, 1990'dan bu yana mümkün olduğu düşünülüyor.

'Başkentler' ile ilgili olarak anormalliklerden bahsetmeye gerek kalmadan birçok atipik örnek vardır. Alman Demokratik Cumhuriyeti'nin başkentinin Berlin'de olması gerekiyordu.

Ama durum, müdahalelere ve Sovyetler Birliği kampları ile ABD, İngiltere ve Fransa arasında bir bölünmeye konu oldu. Gerçekte ise komünist rejim, Berlin'in banliyösü Banco'da bulunuyordu.

Aynı nehrin kıyısında aslında ikiz şehirler olan Kinşasa ve Brazavil şehirleri de mevcut, ancak bunlar iki farklı ülkenin başkentleri. Vatikan Şehri'nin tamamı da İtalya'nın başkenti olan Roma'da bulunuyor.

Elbette bu argümanı, mitolojik terimlerle değil, dini terimlerle Kudüs'ün 'özel yerine' atıfta bulunarak çürütmek mümkündür.

Bu tür bir endişe, bir devlet inşa projesi olarak değil, bir dava olarak Filistinlilere ait olarak görülürse, anlaşılabilir.


İlginç bir şekilde, öncü Siyonistlerden bazıları bir devlet ya da benzer bir mesele ikilemiyle karşı karşıya kaldılar.

Çok sayıda kişi David Ben Gurion'un İngiliz mandasından ayrılmayı kabul etme kararına karşı çıktı. Bu durum, Yahudileri Batı Kudüs'ü içermeyen topraklara razı bıraktı.

'Yahudiler için kutsal yerlerin' var olduğu diğer pek çok yerden bahsedilmedi. İsrail devletinin kurulması, kapsayıcı bir hedefse diğer tüm hususlar ikincil görülmelidir.


Ureykat'ın dördüncü şartı, Batı Şeria ve Gazze Şeridi arasındaki 'coğrafi yakınlık' idi. Ve amacın, bir devlet inşa etmek olması gerekliliği.

Bu aynı zamanda İsrail toprakları aracılığıyla yer altı veya yer üstü geçiş yoluyla çözülebilecek küçük bir sorundur.

Hepsinden önemlisi, ABD, İngiltere, Fransa ve Danimarka dahil birçok ülke bölgesel bağlantıdan yoksundur.

1947 yılında Batı Pakistan ile Doğu Pakistan'ın birbirinden bin mil uzakta olması ve düşman bir Hint devleti tarafından ayrılmış olmaları, Hint Müslümanların İngiliz emperyalistlerinin kendilerine teklif ettiği pazarlığı kabul etmesine engel olmadı.


İngiliz mandası 1947 yılında sona erdiğinde, Vestfalya Antlaşması terimleri açısından, kendi devletlerini talep eden evrensel olarak kabul görmüş bir Filistin ulusu yoktu.

Aslında tüm manda belgeleri ve Birleşmiş Milletler (BM) belgeleri, Filistin'in manda altındaki sakinlerinden 'Asurlar ve Keldaniler da dahil, Araplar, Yahudiler, Dürziler, Ermeniler, Bahailer, Türkler ve birçok Hristiyan mezhebi mensupları' olarak bahsetmektedir.

Ancak bugün Filistin ulusu, 8 yıllık ortak deneyimlerle şekillenen bir gerçekliktir.

Bu yeni oluşan ulusun kendi kültürü, edebiyatı, müziği ve dünya görüşü vardır. Kökleri tarihsel bedeller hususunda bir araya gelmiş olmasına rağmen Arap ve İsrailli komşularından farklıdırlar.

Görünüşe göre Filistin halkı, davadan devlete geçmeye hazır.

Bununla birlikte hem Fetih hem de Hamas içerisindeki siyasi kurumlarının şahsiyetleri, kayıp davalar müzesine ait bir stratejinin tutsaklarıdır.

Bugün adil ve zalim bir gerçeklik, Filistinli tüccarların bir dava olarak sunduğu ideale ulaşma araçlarına muhtaçtır.

Bununla birlikte genç Filistinliler şunu sorabilir; Ben Gurion Filistinli olsaydı Filistin Devleti fikrine ne derdi?

Zorlu bir pazarlığı kabul edip bir devlete mi ulaşmalıyım yoksa bir davaya bağlı kalıp devletsiz mi kalmalıyım?

Yapılacak Cumhurbaşkanlığı ve Meclis seçimlerinin, bu soruyu yanıtlaması pek olası değil.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Kübra Şahin Örel 

Şarku'l Avsat

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU