Peralı Nikolaki'den Patrik fotoğrafçısı Manginas'a; Dostlarının dilinden bir gazetecinin öyküsü

İstanbul’da doğup büyüyen kendini halis muhlis Peralı olarak tanımlayan Beyoğlu’nun en güzel evladı, İstanbul Rum Patriği I. Bartholomeos’un mesai arkadaşı gazeteci Nikolaos Manginas’ı dostları anlattı

İlk defa söze nasıl başlayacağımı bilmiyorum. Hala uyanamadığım bir kabusun içindeyim. Dünyanın en iyi insanı ölüp gitmiş ve bizi kahretmiş. Lakin anlatmasam olmazdı. Çünkü "tanısanız ne çok seversiniz" sözünün tam karşılığıydı kendisi. Kim o biliyor musunuz? Niko Manginas. İstanbul Rum Patrikhanesi’nin fotoğrafçısı, Patrik Bartholomeos’un 30 yıllık mesai arkadaşı. Vefatını bazı basın organları da verdi. Herkes onun Çanakkale şehidi torunu olmasına vurgu yaptı. Yaşarken dedesine şehit unvanının verilmeyişini hep nüktedan bir tavırla "Rum’dan şehit olur mu hiç" diyerek eleştirirdi. Manginas yaşarken duyamadığını öldükten sonra da kendisi duyamasa da cümle âleme duyurdu. İşte böyle başlıyor Niko Manginas’ın hikâyesi. 2 Ağustos günü İstanbul’un Tarabya semtinde doğdu. Doğum yılını yazmayacağım. Manginas yaşarken büyük bir giz olarak kalan bu tarih öldüğünden sonra açığa çıksa da ben onun hep genç kalmak isteyen haline saygı duyacağım ki öyle de kaldı. Manginas her ne kadar Tarabya’da doğsa da çocukluğunu ve gençliğini Beyoğlu’nda geçirdi ve her zaman kendini "halis muhlis Peralı" olarak tanımladı. Annesi öğretmendi ve o annesinden hep gururla bahsederdi. Büyükada Rum Yetimhanesi’nde de müdürlük yapan annesinin yetimleri iyi anladığını söyler dedesinin Çanakkale’de şehit olmasından dolayı annesinin de yetim olduğunu dile getirdiğini anlatırdı. Manginas’ın okuduğu Aya Triada İlkokulu’nda görev yapan Madam Niça, bu yaz bana onun çocukluğunu anlatmış, uysal bir çocuk olduğunu söylemişti. Oysa Manginas’ın gözlerinden yaramazlık akardı. Top oynarken zilin çaldığını duymayınca derse geç kaldığı o gün, ceza olarak Gençliğe Hitabe’yi ezbere okuyamadığı için Türk müdür muavininden yediği tokat sonrası bütün yaramazlığı da yalnızca gözlerinde kaldı. Liseyi Zografeion’da okudu. Öğrenci dosyasını lisenin müdürü Yani Demircioğlu’nun izniyle kurcaladım. Ah bir duysa canıma okurdu. Madam Niça haklıymış. Bizim Manginas hiç de fena bir öğrenci sayılmazmış. Ve büyüdü Manginas, eğitimine devam etmek için Atina’ya gitti. Askerlik çağı da geldi ama Atina’dan dönmeyince askerliğini yapmadığı gerekçesiyle T.C vatandaşlığından çıkartıldı. Bir süre Atina’da çalıştı sonra yuvasına İstanbul’a döndü. Döndükten sonra her iki yılda bir oturum iznini yenilemeye gitti. En çok nefret ettiği iş buydu belki de. Çünkü kızgındı ve hatta daha çok kırgındı ona bunu reva görenlere. O yine içinde tüm duygusunu bastırır, tatlı nüktedanlığıyla "deli olacağım" diye isyan ederdi bu duruma.

 

Patrikle bir ömür

Onu tanıyanlar patriğin fotoğrafçısı olarak bildi yıllarca. Çünkü Manginas tam 30 sene mesai arkadaşı olmuştu Patrik Bartholomeos’a. Her önemli anını belgelemişti, tarihe not etmişti. Her zaman saygı ve sevgiyle bağlıydı hem işine hem patriğine. Geçen yaz İmroz’da patriğin yanından çalabildiğim bir anda onu arkadaşlarımla tanıştırdım. Kahve içeceğiz derken bir anda patriğin müzesinde bulduk kendimizi. Çünkü Manginas göstermek istemişti. Bir oda dolusu Manginas’ın çektiği fotoğraf, devlet büyükleriyle en tarihi anlar. Bizim çocuklar şaşkınlık içinde bakarken Manginas o fotoğrafların hikâyesini anlatıyordu. Sonra bir evin önünde durduk ve yolları gösterdi, ciddi bir ses tonuyla "Patrik bu yoldan geçip okula gidiyordu" dedi. İşte böyle koşulsuz bağlıydı kutsal babasına. Annesi, babası ve abisini kaybettikten sonra onun sığındığı iki şeyi vardı hayatında: patriği ve fotoğraf makinesi. Ömrünü adadığı bu yerde nihayet buldu hayatı. 10 Nisan sabahı Covid-19 tedavisi nedeniyle karantinada olduğu odasının kapısını açmadı gelen görevliye. Israrlar yanıtsız kalınca kırılan kapının ardında artık kalbi atmıyordu. Gitmişti Manginas.

Bundan sonrasını artık dostları anlatacak size. Manginas’ın en yakınları. "Çünkü Manginas’ı anlatmak kolay değil, yaşamak lazım" diyordu Laki. Haklıydı. Dostlarının gönlünden dinleyelim her zaman iyi kalan Beyoğlu’nun bu güzel evladını.

 

"Niko'nun kaybı ancak ailemin kaybı ile kaşılaştırılabilir"

Tam 24 sene ve her gün. İki adaş birlikte çalıştılar. İstanbul Rum Patrikhanesi’nin Basın ve İletişim Direktörü, Manginas’ın uğraşmayı en çok sevdiği arkadaşı Niko Papahristou anlatıyor:

Nikos Manginas beklenmedik ölümüyle hepimizi şaşırttı. Tabii ki Niko bir şekilde böyleydi, hayatında sürprizlerle doluydu. Tezcanlı, yerinde duramayan, çalışkan, mücadeleci bir adam ve tabii ki her zaman etrafındaki gerçeği sıradan insanlarınkinden değil, farklı, keskin bir bakışla gören bir foto muhabiri. Ama en büyük armağanı büyük yüreğiydi, her insana duyduğu sevgiydi. Niko, karşılığında hiçbir şey beklemeden veren, bir insana yardım etmek adına kendini feda eden bir adamdı. Ekümenik Patrik Hazretleri Bartholomeo'nun kişisel fotoğrafçısı olarak hizmet veren Patrikhane kurumunu büyük bir görev duygusuyla desteklemenin yanı sıra Rum toplumunun tarihini ve meselelerini de aynı görev anlayışıyla gündeme taşırdı. Aynı zamanda, dinamizmle dönüşen bir şehirde daha iyi bir gelecek için herkesin işbirliğinin önemini hissettiği gibi, her zaman şehrin diğer azınlıklarını teşvik etme yönünde çalıştı. Niko çok boyutlu bir kişilikti, nereden başladığını asla unutmayan, köklerinden asla kopmayan karizmatik bir adamdı. Fotoğraf çalışmaları ve makaleleri ile sadece bir dönemi kaydetmedi, aynı zamanda ortak tarihimizin bir bölümünü kurtardı ve bunun için hem Rum toplumu üyeleri olarak hem de bu ülkenin geniş toplumu olarak ona çok şey borçluyuz. Çünkü korunan her tarih parçası, buradaki hayatımızın genel resmini oluşturan tüm mozaiği koruyor. Niko fotoğrafları ve makaleleri ile modern tarihin birçok parçasını kurtarmaya yardımcı oldu.

Niko'nun ölümü beni şok etti. Son 24 yıldır en iyi arkadaşım oldu. Her gün işbirliği yaparak Patrik Hazretleri'nin faaliyetleri ve Ekümenik Patrikliğin hayatı hakkında foto-röportajlar hazırladık. Her zaman yanımda oldu, kilise konuları ve Rum topluluğunun sorunlarını anlamam için bana destek verdi, aynı zamanda beni topluluk üyeleriyle tanıştırarak daha iyi entegre olmama yardımcı oldu. Bana göre onun kaybı ancak ailemin ölümüyle karşılaştırılabilir. Hayatımda hiç bu kadar iyi ve iyi kalpli bir insanla karşılaşamayacağıma inanıyorum, bu yüzden Niko Manginas ile dostluğumun Tanrı'dan ne kadar büyük bir armağan olduğunu hissediyorum. Onu hatırlayacağım, onurlandıracağım ve onu hayatımda her zaman örnek alacağım.

 

"Benim için Nikolaki, birçok dostu için Manginas"

"Başkanım" der yerlere göklere koyamazdı onu Manginas. Patrik’ten sonra itiraz etmeyeceği tek insandı. Kıymet verir aynı kıymeti ondan gördüğünü bilirdi. Laki Vingas anlatıyor:

Benim için Nikolaki, birçok dostu için MANGİNAS. Kim bilebilirdi ki bu mütevazı insan kendine münhasır tarzı, gururlu duruşu, yorgun vücudu, elinden düşmeyen fotoğraf makinası, tatlı gülüşü ve sevimli hitap tarzıyla bu kadar geniş bir topluma değişik sosyal çevreye etki yapacak ve ardından herkesi ağlatacaktı.

Nikomuz, kimseye yük olmak istemeyen daimi bir dost, kadim bir İstanbullu Rum, sevdalı bir insandı. Hep özgür yaşamayı sevdi, inandıklarıyla birlikte. Banka cüzdanları, emeklilik maaşları, sigortaları yoktu, istemedi, reddetti. Tam aksine sınırlı imkânlarıyla çok zengindi, cömertti, haksızlığa gelemezdi. Kendisine yapılan haksızlıkları içine attı, paylaşmadı ancak başkalarına yapılanları yüreğinin gücüyle şikâyet etti, yapanlarla mücadele etti. İhtiyacı olanlara cebindekileri verdi, paylaştı.

Nikomuzu herkes Patrikhanenin fotoğrafçısı Patrik Hazretlerinin dostu olarak bilir. Doğrudur. Bununla iftihar etti, olağanüstü hizmetler verdi. Korkmadı, yılmadı hep dimdik durdu. Patrikhane kurumuna söz etmek isteyenlerin önünde kale gibi durdu. İlkelerini ve inandıklarını savunurken karşısındakinin kimliğinden, ehliyetinden ve makamından çekinmedi. Hiçbir pazarlığa girmeyecek kadar temiz ve güçlü bir yürekti.

Milyonlarca fotoğrafı herkese ücretsiz verdi. Adeta yaşayan bir tarih, bir arşiv gibiydi. Sergi yapılacak, kitap basılacak, makale neşredilecek, etkinlik yapılacak hepimizin tek adresi Nikomuzdu. Gece saat ikilere kadar çalışır, maillerimize gönderirdi. Kendisiyle ilgili problemleri, ihtiyaçları kimseyle paylaşmazdı. Adeta manastırda yaşayan bir keşiş gibiydi.

Sevdiği kızarmış patates ve bira, putaneska soslu makarna, Beytinin döneri, Saray Muhallebicisinin çorbası ve tatlıları onun gözdelerindendi. Sık sık gittiği ve kendini evinde hissettiği Atina’da Electra Hotel, Zonars, Brasserie onun özdeşleştiği mekânlardı.

Ve şefkatini hiçbir zaman esirgemediği kediler, onu ne kadar mutlu ederlerdi.

Niko’yu anlatmak yetmiyor, yaşamak lazımdı. Vefatından sonra bu kadar iltifat göreceğini bilse daha da görünmez yaşardı. Hatta "Deli olacağım, tha trelatho" diyecekti. "Gereksiz, anlamsız şeyler" diyerek basitleştirecekti. Niko bir efsaneydi. Son dönemlerde yorgun ve bitkindi. Vücudu eğilmişi dizleri titriyor ancak makinasıyla koşturuyordu.

Ne mutlu ona ki taviz vermeden para ve makam sahibi olmadan insanların gönlüne dokunabildi. Ne mutlu ona ki makinasıyla yaşadığı dönemi kayda geçirdi. Ne mutlu bana ki bu kadar önemli ve değerli bir insanın dostu olabildim ve bu fani yolculukta gönül birliği sağlayabildik.

melike bniko fotoğraf.jpg
Independent Türkçe muhabiri Melike Çapan, Niko Manginas ile birlikte / Fotoğraf: Independent Türkçe

 

Arkadaş, ağabey, can

Bana soracak olursanız ben arkadaşımı kaybettim. Nereden arkadaşın oluyor koskoca adam derseniz, o hiç yaşlanmayan hep genç kalan halinden. Oturduğumuz rakı masalarında sırf söylemeyi sevdiği için "hadi bir cila yapalım" deyişinden. Akşam yemeğinde sevmediği bir yemek çıkarsa odasına gidecek sucuklu pizzadan. Saray Muhallebicisi’nde yemeyi en sevdiği sucuklu yumurtadan. Her Rum’un aksine kahve yerine çay içişinden. Her gün yapılan telefon istişarelerinde bir kuple beni kızdırmasından. Birlikte söylediğimiz "Bekledim de gelmedin" şarkısından sonra "İnleyen nağmeler" diye Zeki’ye kulak verişimizden. Her yazacağım konuda onu arayışımdan. Yayınlanan her yazıyı ilk ona gönderişimden. İnadından, huysuzluğundan ve geçen giden, yalnızca elimde kalan 10 yıldan.

Ben ağabeyimi kaybettim. "Nereden ağabeyin oluyor, din ayrı, ırk ayrı dil ayrı" derseniz, o söylemişti. Bir gün kahve içerken dayanamayıp "Manginas hiç kardeşin yok mu" diye sormuştum. Her zamanki gibi kısa ve öz olarak yanıtlamıştı: bir ağabeyim vardı, Kanada’da öldü. Bir de kız kardeşim var burada. Tanışmak istediğimdeyse "Bizatihi tanıyorsun kendisini" diye yanıt vermişti.

Ben canımı kaybettim. "Nereden canın oluyor" derseniz, gittiğinden beri yüreğime oturan, soluk aldırmayan ağrıdan.

Öyle işte, Niko gitti.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU