İslam ve İslamofobi ile ilgili bu kafa karışıklığı!

Siyaset ile din arasında ayrılık ya da kopma olamaz. Öte yandan teokrasiye yol açacak bir sentezleme de olamaz! Bu bir süreç. Eğer alimler bu süreçten fayda sağlarsa o zaman gerçek yöneticiler saf devlet adamlarıdır!

Sudan ve Mısır'daki dindar ve seküler arkadaşlarım ve tanıdıklarım Sudan hükümeti ile Sudan Halk Kurtuluş Hareketi-Kuzey (SPLM-N) örgütü arasında imzalanan ve dinin devletten ayrılmasını ve devletin anayasada öngörülen resmi bir dini bulunmamasını şart koşan ikinci anlaşma hakkında düşüncelerimi sormaya başladıklarında konunun birkaç yönü olduğuna dikkatlerini çektim.

Mesele zannettikleri gibi "İslamofobi" değil.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Din, aslında etnik ve kabile tabanlı çatışmada ve Darfur, Nubia Dağları ve Mavi Nil'de siyasi bir fenomen haline geldi.

Çünkü Beşir rejimi çatışmada İslam'ı yoğun bir şekilde kullanmıştı. Ayrıca yeni Sudanlıların başka öncelikleri var. Abdulaziz el-Hulu liderliğindeki SPLM-N ile yapılan ilk anlaşmada maddelerin içerisinde halkın kendi kaderini tayin etmesi, iki ordunun kalması ve dinin devletten ayrılması şartları yer alıyordu.

Tüm tarafların üzerinde uzlaşma sağladığı ikinci anlaşmaya gelince, halkın kendi kaderini tayin etme meselesi kaldırılmış, ordu bire düşürülmüş ve hatta laik devlet, kişisel statü meselelerinin her yönüyle farklı örf, adet ve kanunlara tabi olduğu belirtilerek süslenmişti.

Her sınıfın ve türün "çoğulculuğu" her meselede öne çıkmaya başladı.

Aynı zamanda arkadaşlarıma şöyle dedim: En nihayetinde mesele sembolik. Dünyada anayasalarında din ibaresine yer veren 152 ülke var ve bu onların laikliklerini veya vatandaşların din özgürlüğü başta olmak üzere temel haklarını etkilemiyor.

Başında ve sonunda: Ey Sudanlılar! Tüm kötülükleri yapan Beşir ve yandaşlarının 30 yıllık iktidarını, Sudan'ın iki devlete dönüştüğünü ve Allah'ın lütfu ve devriminiz olmadan şu an birçok devlete ve gruba bölünmüş olacağınızı unutmayın. Şu an geçici olan yetkileriniz her halükarda, en azından Sudan topraklarının bütünlüğünü arzuluyor.

Eskiden ulus devlet olduğunu iddia eden darbe rejiminin, Turabi ve Beşir'in güneyden çekilmek için nasıl rekabet ettiğini hatırlayın.

Dahası sürekli savaşan devletin Etiyopya'ya Lübnan'ın üç katı büyüklüğündeki verimli toprakları, insanları ve alanları verdiğini şu an görüyorsunuz.

Arkadaşlarım tüm bu deliller ve gerekçeler arasında beni kimlik ve aidiyetle ilgili sembolik meseleye çektiler. Özellikle Abdulaziz el-Hulu, Abdulvahid Nur ve arkadaşları hepsi İslami kökenli.

Öyleyse neden Yunanistan'ın sosyalistleri ve sekülerleri anayasalarında Ortodoksluktan söz edilmesine itiraz etmezken, Sudanlı sosyalistler İslam'dan söz edilmesine itiraz ediyorlar?!.

60 yıldan fazla süren siyasi, sosyal, ekonomik ve stratejik gelişmeler ile birlikte "dinin geri dönme" olgusunun sınırlarında siyasal İslam olarak bilinen bir şey ortaya çıktı ve büyüyerek sembolizmin çok ötesine geçti.

Böylece partileri aracılığıyla Arap ve İslam dünyasının geri kalanını kontrol etmeyi amaçlayan bir hükümet sistemi haline geldi.

Neden ve ne amaçla? Şeriatı uygulamak için!

Sanki biz Müslüman değiliz de yeni İslamcılar sağcı bir devlet kurarak ya da onu tekrar canlandırarak İslamımızı yenilemesi gerekiyormuş gibi!

Her din ve devlet farklıdır. Dünyadaki herhangi bir ülkenin görevi kamu işlerinde iyi yönetişimi sağlamak iken İslam ülkelerinin görevi şeriatı uygulamak!

Şeriatın terkedildiğini kim söylüyor?!.

Şeriat dindir. Tevhid, ibadet ve davranış ahlakıdır.

Uzun köklü tarihimizde her yerde ve diğer zamanlarda olduğundan daha fazla yaygın. Onlara göre "şeriatın" meşruiyetin dayanağı haline gelmesi amaçlanmıştı, zira bu yeni nesil kişilerin baskın olmaması halinde ulus devletlerimiz meşruiyetten yoksun olurdu.

Diğerleri neredeydi? 10 veya daha fazla Arap ülkesindeki otoriteler askeri ve güvenlik otoritelerine dönüştü. Her iki taraf da güçten başka bir şey istemiyor.

Dolayısıyla efsane bir savaş patlak verdi ve bu -stratejik açılardan- Malcolm Kerr'in meşhur kitabında bahsettiği durumdu: "Arap Soğuk Savaşı".

Ama ey İslamcılar, siz kimden daha akıllısınız?

Bir subay da İslamcı olabilir ve hatta şeriatı uygulayabilir! Zira başlangıçta Kaddafi renkten renge girdi. Numeyri bunu sonunda yaptı. Beşir ise her zaman böyleydi!

Bu oyuna gelmeyen yalnızca Sudanlılar. Abbud'a karşı sonra Numeyri'ye karşı ve en sonunda da Beşir'e karşı ayaklandılar.

Ne askeriyeyle sınırlı disiplin iddialarını ne de ister askeri isterse Turabi bayrağını taşısın siyasal İslam'ın iddialarını kabul ettiler!

10 yıldan fazla bir süredir Olivier Roy ve Gilles Kepel siyasal İslam'ın iflas ettiğini bize söylüyor. Ancak bu olgu çok yönlü ve çok taraflı.

Siyasal İslamcıların bir veya birkaç başarısız denemeden sonra birkaç ülkede yenilmeleri amaçlandıysa; bu doğru.

Kendilerini cihatçı olarak tanımlayan radikalizm yanlılarının başarısız olması amaçlandıysa; bu da doğru.

Ancak bu siyasal fenomen sona ermiş değil.

Bu, maruz kaldıkları zulümden veya halkın onlara verdiği destekten değil, aksine orta vadede sadece yoksul kesime değil, aynı zamanda toplumlardaki bazı orta sınıflara uyguladıkları büyük etkiden kaynaklanıyor.

80'li yılların sonuna doğru Şeyh Muhammed Mehdi Şemseddin -Allah rahmet eylesin- ile Mısır'a gitmiştim. Velayet-i Fakih sistemine karşı olan Şeyh "ulusun kendi velayetini eline alması" fikrini ortaya atmıştı.

Mısır'daki din ve kültür adamlarının, aslında masum imamlar fikrini değil de seçim ve şura fikrini savunan Sünnilerden olduklarını göz önüne alarak kendisini desteklemelerini bekliyordu.

Ancak şeyhlik makamından önce çoğu ve siviller velayetin ümmete değil de şeriata ait olduğunu söyleyince şaşırıp kalmıştı!

Son 20 yılda yeniden canlanmalardan çıkmak, dine tekrar huzuru getirmek ve sivil-ulus devlet deneyimini tekrarlamak amacıyla entelektüel, şeri ve politik mücadele arttı.

Diğer din ve kültürlerle ortaklıklar yapıldı. Belgeler ve bildiriler çıkarıldı. Fetva ve eğitim için enstitüler ve merkezler kuruldu. Tüm bunların amaçlarından biri, dini söylemde bir değişiklik yapmaktı.

Başarılar elde edildi ve eksik yönler ortaya çıktı. Ancak siyasal ve cihatçı İslam'dan giderek uzaklaşılmasıyla birlikte dindar kesimdeki arzu, siyaset ve din arasındaki bir tür ortaklığın korunması gerekliliğinde hala görülüyor.

Siyaset ile din arasında ayrılık ya da kopma olamaz. Öte yandan teokrasiye yol açacak bir sentezleme de olamaz! Bu bir süreç. Eğer alimler bu süreçten fayda sağlarsa o zaman gerçek yöneticiler saf devlet adamlarıdır!

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu

Şarku'l Avsat

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU