Notre Dame yangını bize din ve devlet işlerinin ayrılması konusunda ne söyleyebilir?

Fransa’nın seküler bir devlet olarak kuruluşu, dinin siyasallaşması ve silahlanmasına bir son vermekle yükümlüydü. Kevin Childs bunun yapılmadığına inanıyor. Ve şimdi, Fransa’nın en ünlü dini yapısının yanması, muhtemelen eski yaraları yeniden açacak

Fotoğraf: The Independent

Paris yanıyordu ya da görünen buydu. İkiz kulelerden sıçrayan alevler, eski kulenin yıkılışı, erimiş kurşun damlaları, gecenin aydınlanmış gökyüzü ve Saint Sulpice’in çınlayan çanlarının mimari simgenin ölümüne yaktığı ağıtla, Notre Dame görüntüleri birkaç saniye içinde dehşet uyandırarak, milyarlarca “tık”lık hayretle sosyal medya üzerinden tüm dünyaya hızla yayıldı.

Görünen o ki, katedraller hayli yanıcı malzemelerden yapılmış. Fakat yangının, sadece yanan bir yapı meselesinden ibaret olduğunu sanmıyorum. Aslında Fransa’da alttan alta yanan şey, kilise ve devlet arasındaki yüzyıllık çatışma. Ki bunlar arasındaki birbirini suçlama oyunu da kaçınılmaz ve her an alev almaya müsait. Fransa’nın en dayanıklı ve popüler ulusal yapılarından birinin feci bir biçimde yanışının esas sebebi neydi?   

2017’de hazırlanan Notre Dame’ın yapısal çürüme durumuna yönelik raporda, bir hükümet yetkilisinin, Paris katedralinin restorasyona en çok ihtiyaç duyan örnek olmadığına işaret ederek,“Fransa’da binlerce anıt var. Notre Dame çökmeyecek” dediği görülüyor. Bu ifadeler, şüphesiz bunları yazan isimsiz yetkiliye geri dönecektir. Bu cümleler her koşulda, anıtlara ve özellikle dini anıtlara karşı tutumları bir çeşit “müdahale etmeme” yaklaşımını anımsatıyor.

İngiltere’de yaşanandan farklı olarak, Fransa’da kilise ve devlet resmi bir biçimde ayrıldı. 1789 devrimi sırasında başlayan süreç ve kilisenin devrimci hükümetler tarafından sürekli olarak bastırılması, Fransa’nın büyük katedrallerini de içerecek şekilde kilisenin tüm mal varlığına el konulmasına ve Fransız Katolikliğinin kumaşının etkili bir biçimde millileşmesine ön ayak olmuştu.

Bu yapılmaması gereken bir şey değildi. Eski rejim altında geçen kötü günlerde, kilise güçlüydü, şaşılacak derecede varlıklıydı ve  toplum üzerinde akıl almaz bir etkisi vardı. Yani bir hesaplaşma kaçınılmazdı. Kilise ve devlet arasındaki bu bağlar, Napolyon tarafından pekiştirildi. Sonra temsilciler meclisinin tarafından yeniden koparıldı ve III. Cumhuriyet, laik bir devlet olarak kuruldu.

Din artık devlet işlerinde rol oynayamayacak ve mevcut durumla daha uyumlu olacaktı. Kilisenin bütün mülkü devlet mülkü oldu; katedraller ve şapeller ücretsiz olarak Katolik Kilisesi’ne kiralandı.

O günden beri, devlet kiliselerin, şapellerin, katedrallerin ve 1905’ten önce inşa edilmiş piskopos konaklarının muhafazasından sorumlu. Bununla birlikte, devlet yetkililerinin ülkenin başlıca katedrallerini müze olarak düşünmeyi tercih etmesi ve kilise hiyerarşisinin bu tip bir unvana ayak diremesiyle, yüzyıllık argümanlar ortaya çıkmış oldu. Fransa’nın diğer büyük katedrallerinde de olduğu gibi, yıllık 2 milyon euroluk (yaklaşık 13 milyon TL) bir restorasyon bütçesiyle Notre Dame, kültür bakanlığının denetimi altına girdi. Eski kilisenin 2017’yle birlikte korkunç seviyede çürümüş olduğu göz önüne alınırsa, bu bütçenin yeterli olmadığı anlaşılır.

Kilise yetkilileri, katedralin sahibi olduğu için bunun hükümetin sorumluluğunda olduğuna inanıyordu. Hükümet ise başpiskoposun idare bölgesiyle yaptığı, yapının devamlılığını sağlamalarını şart koşan anlaşmaya işaret etti. Bu, ihtiyaç duyulan onarıma fazladan para bulmak için verilen bir mücadeleydi. Kaynak krizini çözmek için Notre Dame gibi katedrallerde ziyaretçi ücreti almayı öneren bir fikir, Emmanuel Macron’un göreve yeni getirilmiş kaynak geliştirme sorumlusu Stephane Bern tarafından desteklendi. Bu fikir iyi karşılanmadı, hem rahipler hem de rahip sınıfından olmayan Katolikler tarafından şiddetli bir biçimde eleştirilerek, 1905 yasasının ihlali olarak damgalandı ve “toplumun ticarileştirilmesinin” bir örneği olarak değerlendirildi. Girişim şimdilik ertelendi. Bu durumda, özel miras piyangosu, ulusal anıtlar için sınırlı bir bağış yapacak.

 

reuteres notre dame içi 3.JPG
Fotoğraf: The Independent

 

Finansal sorunun yanında, Fransa’nın büyük katedralleriyle ilgili bir mesele de, Fransız halkının kendi tarihi dinsel mirasına gerçekten bağlılık göstermiyor oluşu. Yakın zamanda yapılan bir mülakatta Bern, “İngilizler kendi miraslarına, biz Fransızların gösterdiğinden daha büyük saygı gösteriyor” dedi. Pazartesi akşamı Notre Dame’ın yanışını izleyen kalabalıkların inkar edilemez üzüntüsünü bir an için kenara koyarsak, Reims, Chartes ve Amiens’in büyük alanlarının ziyaretçi profili, turistlerin büyük oranda dışarıdan geldiğini gösteriyor. Notre Dame için de aynı şey geçerli. Görünen o ki, Fransızlar, olağanüstü mimari miraslarının onlara sunduğu olanakları gerçekten değerlendirmiyor.

Belki de sekülerizm ve Katoliklik arasında 2 yüz yıldan fazla süren savaşın sonucu olan, kök salmış bu ilgisizlik zarar veriyor. Katedral, militan sankülotların eliyle yıkılabilirdi ama 1790’ların en kötü yağmalarından sağ çıkmayı başardı. Diğer büyük Orta Çağ kiliseleri için durum daha farklıydı ve bunlardan biri olan Burgundy’deki Abbey of Cluny’nin kaderi, devlet destekli gelenek düşmanlığının ustalık eseri oldu. Devrimci hükümet tarafından baskı altına alınan, muhtemelen Avrupa’daki en büyük Roma stili kilise yıllar süren bir vandalizme ve savaşa direndi. Bourbon restorasyonu sonrası 1820’lerde, yerel yapı malzemesi tüccarları ve mülk spekülatörlerinin eline düştü. Böylece kilisenin taş dokusu neredeyse tamamen söküldü; şehrin ve bölgenin dört bir yanına dağıldı. Ticaret ve inşaat patlaması, mirasa galebe çaldı.

Yakın zamanda Kuzey Fransa’nın katedrallerine kesinlikle seküler bir hac ziyareti yaptım ve ziyaretçi azlığı nedeniyle şoka uğradım. Reims Katedrali kocaman boş bir oyuk gibiydi. Renkli, sevimli camları boş bir görkemle içeriye belli belirsiz yansıyor, bunu da yalnızca az sayıdaki turist görüyordu. Yaklaşık yarım saat sonra, okul çağındaki bir çocuk grubu içeri girdi. Etraftaki nesneler, onları olduğundan daha küçük gösteriyordu. Çocuklar ayrılınca yapı, yüzyıllık sessiz tefekkürüne geri döndü. Bu yapılar; insan yeteneğinin, ustalığının ve sanatkarlığının rakipsiz başarıları. Ancak ihmalkarlıkla karşı karşıya. Ruhban sınıfı ise soğuk ve işgüzar bir bekçi grubu olarak, bu alanda yardımcı olamaz.

Notre Dame’ın farklı bir sorundan muzdarip olduğu doğru. Kötü hava koşullarının, kirliliğin ve kötü onarımın yanında, yılda 13 milyondan fazla ziyaretçinin gelmesi de ona zarar veriyor. 150 milyon euroya (yaklaşık bir milyar TL) varan restorasyon faturası, yangından önce de el yakıyordu.

Herkesin bakım masraflarını birbirine yıkması şaşırtıcı değil. Yerel dini yönetim komitesi, 12. yüzyıldan kalma camların ya da 18. yüzyıldan kalma orgun tamiri şöyle dursun, çatının tamirini dahi yaptırmak için fazla uğraşmadı. Gerçek anlamda, Fransa hükümetinin anıtlara harcadığı tutar 2010 ve 2017 yılları arasında yüzde 40 düştü. Özel bağışlarsa, daha dramatik biçimde, yüzde 50 azaldı. Örneğin, Notre Dame’ın yenilenmesi için yapılan bağışların çoğu,  deniz aşırı yerlerden, özellikle ABD’den geldi.

Nakit sorununu çözmek için, cemaat rahipleri geçmişte kilise içindeki eşyaları kurnazca satışa çıkarmıştı. Çok ihtiyaç duyulan, fakat genellikle acemice yapılan, restorasyon yerel bürokrasinin gerekli yasal müracaatı olmadan gerçekleştirildi. II. Vatikan’ın rahiplere cemaatle yüz yüze olmalarını tembihlemesinin ardından, mihrapların yönünün değiştirilmesi konusunda rahipler ve müdürler arasında 50 yıl süren anlaşmazlık, geçici, tuhaf ve zevksiz düzenlemelerin kalıcılaşmasına neden oldu.

Fransa’dan daha gelişkin bir kültürel miras endüstrimizin olması konusunda, Bern’in İngiliz örneğine yaptığı vurgu daha da ilginç hale geliyor. Üstelik kiliseleri ve katedralleri ulusal anlatı içine dahil ediyor. Ziyaretçilerden alınan ücret, çok daha karmaşık ve iyi kurulmuş gelir üretiminin yalnızca bir parçası.

Etkin bir devlet kiliselerinin olduğu İngiltere’de, katedraller finansmanlarını kendileri sağlıyor. Fakat katedraller, parlamentodaki sorumlu organ olan Kilise Delegeleri’nden ve İngiltere Kilisesi Genel Rahipler Meclisi’den 8 milyar pounda (yaklaşık 62 milyar TL) varan ücret ve bağış alıyor. Sistem genel olarak işliyor ama Katolik Kilisesi ne kadar karşı da çıksa, Fransa’da katedrallerin ticari biçimde işlemesine ihtiyaç var. Etkili bir dini yorumcu olan Pierre Herve Grosjean, “Sessiz, güzel, masrafsız ve kamuya açık alana her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuyoruz” diye belirtiyor.

Ulusal anıtların onarımından kimin sorumlu olduğu konusunda yapılan onca tantananın ardında, devlet ve devletin Katolik Kilisesi’yle olan ilişkisi etrafında şekillenen tartışmalar zehirli bir tona bürünebilir. Kültür bakanlığı tarafından kültürel miras projelerine ayrılan kısıtlı bütçenin büyük bir kısmı Katolik kuruluşlara giderken, Müslüman, Yahudi ve diğer Hristiyan zümreler kalan miktar üzerinde mücadele ediyor. 1905 öncesinde inşa edilen, devlet mülkiyetinden çıkan kiliselerin çoğu Katolikti. Camiler, sinagoglar ve Protestan kiliseleri daha sonra gelen kurumlar olduğundan, yasaların dışardan gelen fonları kısıtlamasıyla kendi mekanizmalarına mecbur kaldı.

 

 

Kilise-devlet argümanının başka bir boyutu daha var. Fransız cumhuriyetinin seküler yapısını vurgulayan son hamleler -insanları gözetleme fikri ya da 2011’de milletvekili Yves Jego’nun ortaya attığı laiklik konusunda yüksek bir otorite fikri- aşırı sağın Hristiyanlara, özel olarak Katoliklere bağlılığıyla teşvik edildi. Bu, Hristiyan olmayan toplulukları Fransız mirası içinde marjinalize etme ve eşit evlilik gibi yenilikçi politikalara karşı çıkma girişimiydi. Katolik Kilisesi’nin bir imaj sorunu mevcut. Gözetleme fikri ortaya atıldığında, Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin dahi Fransa’nın katedrallerdeki “görkemli Hristiyan geleneğini” övdüğü ve bunun “Fransa’nın kökleri olduğunu, sevdiğimiz Fransa’nın bu olduğunu” düşündüğü söylenmişti.        

Ve şimdi, Notre Dame yalnızca Paris’in değil, Fransa’nın kendisinin sembolü haline geldi. Cumhurbaşkanı da bunu ifade etti ve diğerleri de onu izledi. Yayıncı Florence Villeminot dünyaya,“O bir katedral olmaktan veya turist ilgisini çekmekten çok daha büyük bir anlama sahip. Fransa’da tüm uzaklıklardan yapılan ölçümlerin sıfır noktası. (Notre Dame) koruyucu bir ata, güven verici bir büyükanne olarak görülüyor” dedi.

Hal böyle olunca, 15 Nisan 2019 Pazartesi’den önce, her kim Paris’i düşünürse aklına Notre Dame değil, seküler yapılar olan Eyfel Kulesi ya da Zafer Takı gelirdi. Bütün bunlar Fransa’nın ve Fransız mirasının  kalbindeki karışıklığa işaret ediyor. Küçülen cemaat ve dine artan ilgisizliğe rağmen bu anıtlar niçin duruyor? Kilise ve devletin ayrılması, dinin siyasallaşmasına ve silahlanmasına son vermekle yükümlüydü. Fakat böyle bir şey yapmadı. Ve şimdi, Fransa’nın en ünlü dini yapılarından birinin yanması, muhtemelen bu çatlakları daha da derinleştirecek.

Sadece 2 gün içinde toplanan,1 milyar euroya (yaklaşık 6 milyar TL) varan bağış Notre Dame’ın yeniden doğacağını garantiliyor. Fakat bir grup milyarder tek bir yapıya yoğunlaştığından, Fransız devletinin dini yapılarla ve dini kurumlarla olan ilişkisinin merkezindeki problem, çözülmüş değil. Hükümet mülk sahibi olarak sorumluluklarından kaytarmayı sürdürecek ve Katolik Kilisesi de devlet ve özel yatırımcı arasında yalpalamaya -en iyi ihtimalle eğreti bir çözüm, en kötü ihtimalle sorunların üstünün örtülmesi- ve tarihi anıtlar için özel statü talep etmeye devam edecek. Ve bu statü isteği, yapıların müze ya da özel kuruluş olması yönünde değil.

Siyasetçiler, bir şeyler kaybedilmiş olsa da, kiliselerin bir çeşit müze rolü oynamasının başarıldığı İtalya örneğine işaret ediyor. Buna göre, insanların, “sessiz… herkese açık yerlere” ihtiyacı var. Katedraller, cemaatleri kabul etmediğinde dahi, ruhsal olarak yalnız hisseden ve bedensel olarak bir sığınağa ihtiyaç duyan herkese açıktır. En nihayetinde Victor Hugo’nun Notre Dame de Paris’i bununla alakalıdır. Buralar, ait olmanın ve anonimliğin merkezleridir. Farklı dünyaları kapsayacak kadar da büyüktür. Yakın zamanda bunu, katedrallerin LGBT+ bireylere karşı yerel kiliselerden daha misafirperver davrandığı söylendiğinde hatırladım.

12. ve 13. yüzyılın büyük katedrallerinin, cemaat çabasıyla yapıldığı herkesin bildiği bir geleneksel öğedir. İngiliz yazar ve bilim insanı Walter Pater’in dediği gibi, bunlar “halkın kiliseleridir.” Notre Dame’ın restorasyonu konusunda, muhtemel finansörlerden biri LVMH şirketinin CEO’su Bernard Arnault bu görüşe şu şekilde hak veriyor:

“Tarihimizin, kültürümüzün bu kısmını hep birlikte yeniden inşa etmeye ihtiyacımız var. Bu tıpkı Notre Dame Orta Çağda ilk kez inşa edildiğinde olduğu gibi, kolektif bir çaba olmalı.”  

Tarihi anıtların hikayesindeki bireylerin hayatlarının payı küçük, hatta çok küçük olabilir. Ve Notre Dame’ın ya da Reims ve Chartes katedralinin şöhretini bizden sonraki nesillere aktaracak bağlılığımız var. Böylece onlar da “sessiz mekanlara” sahip olabilir.

Onların ömrünü uzatmak konusunda yaptığımız anlaşma, bu amaç uğruna ödeme yapma taahhüdü anlamına gelir Canterbury Katedrali ya da York Minster gibi, Notre Dame boyutundaki bir yapı da parayı sünger gibi çeker. Eğer bu katedraller ayakta kalacaksa, bu yalnızca devletin katedrallerle olan ilişkisini değiştirmesini değil, aynı zamanda Fransız halkının da onunla olan ilişkisini değiştirmesini gerektirir. İngiltere, devrimini çok uzun zaman önce gerçekleştirdi ve kiliseyle yüzyıllar süren ılımlı anlaşma, 19. yüzyılda Barchester Chronicle’da olduğu gibi bir samimiyet oluşturdu. Son dönemdeki retoriği bir kenara koyarsak, Fransa’daki durum bu değil. Devrim yakın zamandaki bir hatıra gibi düşünülüyor ve kilise ile devlet arasındaki husumet bunun bir yan ürünü. Ancak, Notre Dame’ı coşkun milliyetçiliğin sembolü yapmak bunu çözmeyecek.

Bu büyük yapıları inşa eden insan ustalığındaki ve yüzyıllar öncesindeki ruhu yeniden keşfetmek, gelişmesi ve temsil edilmesi gereken birliktelik, kurulması gereken kapsayıcılık, katedrallerin ayakta kalmasını sağlayacak finansmanın bulunmasının da yolu anlamına geliyor. Ve bu yol, kutsal katedrallerin anlamını bozacak milliyetçiliği besleyecek bir felakete çıkmıyor.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.  

https://www.independent.co.uk/news/long_reads

Independent Türkçe için çeviren: Esra Güngör

© The Independent

DAHA FAZLA HABER OKU