"Şartlar tamamlandığında halklar için ihtilal meşru bir haktır. O zaman sizi ben bile kurtaramam…" (1)

Celalettin Can, Independent Türkçe için Hüsamettin Cindoruk ile konuştu

Celalettin Can, Hüsamettin Cindoruk'la röportaj üzerine çalışıyor / Fotoğraf: Independent Türkçe

Celalettin Can: Söyleşi isteğimizi kabul ettiğiniz için size ve bizleri ağırlayan sevgili eşiniz Dilek Hanım'a, söyleşimizi kolaylaştırmak için çaba gösteren Binali Bey'e, benimle beraber sizi tanımak ve bu söyleşiyi dinlemek için gelen Independent Türkçe Genel Koordinatörü Muhammed Zahid Gül, Genel Müdürü İbrahim Ethem Gül, Prodüksiyon ekibinden Doğuş Öztürk ve Independent Türkçe ve kendi adıma teşekkür ediyorum.
 

DSC_0015.JPG
Cindoruk ailesinn yazlık evi, Cunda Adası/Ayvalık. (Soldan sağa) Celalettin Can, İbrahim Ethem Gül, Hüsamettin Cindoruk ve eşi Dilek Cindoruk, Binali Toprak ve Muhammed Zahid Gül / Fotoğraf: Independent Türkçe


Siz bir geleneğin hafızasısınız. 68 yıllık siyaset serüveniniz ve deneyiminiz önemlidir…

Şöyle başlayalım isterseniz. Hüsamettin Cindoruk kimdir, nereden gelir, nereye gider? Hayattan beklentileri neydi, ne kadarı oldu? Bugüne ve geleceğe nasıl bakar?


Hüsamettin Cindoruk: 1933'te İzmir'de doğmuşum ama üç aylıkken Ankara'ya geldik. Babam Ankara'da imar planını yapan Alman Yansen'in firmasında çalışan bir mühendisti.

Ankara'da büyüdüm. Ankara Hukuk Fakültesi mezunuyum. Ankara'yı çok iyi tanıyorum. İlk, orta, lise Eğitimim Ankara'da geçti.

Akademik faaliyetim olmadı, ben saf bir avukatım. Hatta zaman zaman şunu söylerim: "Ben koridor avukatıyım. 68 senedir avukatlık yapıyorum ve binlerce davaya girdim. Mahkemelere ayırt etmeden ceza ve hukuk davalarına çıkarım.

Yani tam bir koridor avukatıyım. Hiçbir doktora tezim yok ama siyasette ve hukukta iddialıyım. Eski tabirle sokaktan geldim, bana el verenler hocalarımdır ve tabii ki siyasettir.

Siyasete Demokrat Parti'de başladım.1951-1952 yılıydı. Hukuk fakültesinde henüz birinci, ikinci sınıf öğrencisiydim. Adnan Menderes Başbakan ve Demokrat Parti lideriydi. Biz Demokrat Parti Gençlik Kolları'nı kurduk. Örgütün adı Genç Demokratlar Örgütü'ydü ve bu örgüt kısa zamanda Türkiye çapında iz bıraktı.

CHP'nin gençlik örgütü de vardı. CHP örgütlerinde o zamandan beri arkadaşlığımız olan Altan Öymen vardı. Vefat eden Suphi Baykam vardı, Ressam Bedri Baykam'ın babası gibi pek çok tanınmış şahsiyetler CHP'nin gençlik kollarındaydı. Biz de Demokrat Parti'nin gençlik kollarındaydık.

O zamanlardan bugünlere kadar siyasette hep var oldum. Çeşitli partilerde görevler aldım. Görev aldığım partilerin çoğunu da askerler darbelerle kapattı.

Demokrat Parti'yi, Adalet Partisi'ni, Doğru Yol Partisi'ni, Büyük Türkiye Partisi'ni kapattılar. Darbeciler kapattıkça bizler başka adlar altında partiler açtık. Siyaset hayatımız askeri darbelerle mücadeleyle geçti.

1954-55 yıllarıydı. Demokrat Parti ile ihtilafa düştük. Hürriyet Partisi hareketine katıldım. O zamanlar Hürriyet Partisi'nin kurucuları arasında Turan Güneş, Feridun Ergin, Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu, bir takım Demokrat Parti Liderleri ve önde gelen milletvekilleri beraber Hürriyet Partisi'ni kurduk.
 

-.jpg
Feridun Ergin, Turan Güneş, Turan Feyzioğlu, Lütfi Karaosmanoğlu 


Ancak Hürriyet Partisi başarılı olamadı. Bu durum karşısında Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu, Turan Güneş ve Turan Feyzioğlu CHP'ye geçtiler.

Bize gelince… Başbakan Adnan Menderes bizi toplantıya çağırdı ve teminat verdi. O teminatı şuydu: "Demokrasiye geçiş…"

Bunun üzerine Ekrem Alican gibi birtakım siyasetçilerle beraber Demokrat Parti'ye döndük. Ankara örgütünde görev aldım. Ama çok geçmedi, ortaya çıkan gerçek, Adnan Beyin sözünde durmadığıydı.

1957 Genel Seçimlerinde kavgalar daha da kızışmıştı. Genel Seçimler de CHP sanırım Meclis'e 178 milletvekili sokmuştu. Seçimlerin ardından çok kavgalı, çok tartışmalı bir parlamento hayatı başladı.

Adnan Bey ciddi olarak sıkıntıya düştü ve o sıkıntı içerisinde zaman zaman ziyadesiyle sert tartışmalar oldu. Nitekim tahkikat görüşmeleri sırasında CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, o çok meşhur sözünü o dönemde söyledi:

Şartlar tamamlandığında halklar için ihtilal meşru bir haktır. O zaman sizi ben bile kurtaramam...
 

inönü.jpg
İsmet İnönü / Fotoğraf: Wikipedia


Celalettin Can: Siyasette bu sözün yankısı nasıl oldu? Özellikle Demokrat Parti'de?

Hüsamettin Cindoruk: Olmaz mı? Demokrat Parti bünyesine hesap verme ve devrilme korkusu şeklinde işledi. Menderes ve arkadaşları hemen tedbirler almaya başladılar. Tahkikat Komisyonu kuruldu vs. Yani ipler koptu.

Velhasıl Demokrat Parti zaten sıkıntı içindeydi, İnönü'nün o sözü sıkıntıyı arttırdı. Siyasette hiç beklemediğimiz bir biçimde sertleşmeler oldu.


Celalettin Can: Siz o zaman neredeydiniz, konumlanışınız neydi?

Hüsamettin Cindoruk: Ben o sırada Ankara Gazeteciler Sendikası'nın avukatıydım. Sendikanın Başkanı değerli bir yazar olan Mehmet Kemal Kurşunluoğlu idi. Ankara'nın büyük bir ailesinden gelme gazeteciydi. Şair ve yazardı. Değerli bir insandı.
 

Mehmed Kemal (Kurşunluoğlu).jpg
Mehmed Kemal (Kurşunluoğlu)


Kendisiyle beraber sendikal çalışmalar yürüttük. Onu bugünkü kuşak tanımaz. Sorduğunuz gibi Cumhuriyet'te yazan Mehmet Kemal'di o. Suphi Taşhan'ın (şair) da içinde yer aldığı bir tür siyasi arkadaş grubu içindeydi.
 

Suphi Taşhan.jpg
Suphi Taşhan


Ankara Valisi Nevzat Tandoğan, "Bu ülkeye komünizm gerekiyorsa, onu da biz getiririz, size mi kaldı" sözünü bu insanlara karşı söylemişti.
 

Nevzat Tandoğan.jpg
Nevzat Tandoğan


O dönem bugünkü kadar olmasa bile gazetecilerin davalarıyla muhatap olduk. Fakat bu davaların büyük bir kısmı kişiseldi.

Hatırlıyorum, bugünkü mahkemelerden kıyaslanamaz değerde bir mahkeme vardı. Üç kişilik basın mahkemesiydi bu. Üç asliye ceza hâkiminden oluşmuştu.  

Bu mahkeme tarafsız karar verirdi. Mesela bugünden bakıldığında yanlış algılanır; Metin Toker'i Adnan Menderes'in hapse soktuğu söylenir. Gerçek başkadır. Metin Toker'in davacısı 1950 öncesinde CHP hükümetinde Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Nihat Erim'dir.
 

Nihat Erim.jpg
Nihat Erim


Metin Toker, Akis dergisinde Nihat Erim aleyhine büyük bir haber yapmış ve ona hakaret etmişti. Nedeni de Nihat Erim Kıbrıs Davası'nda Adnan Menderes'e yardım etmeye başlamıştı. Kıbrıs Anayasası hazırlıklarında vs.

Metin Toker o da eski arkadaşımızdır, gazetenin birinci sayfasında çok ağır haber yapınca Nihat Erim, CHP Mebusu olmasına rağmen dava açtı ve Metin Toker 11 ay hapse mahkûm oldu. 
 

Metin Toker.jpg
Metin Toker


Metin Toker, Ankara Ulucanlar Cezaevi'nde hapis yatmaya başlayınca, kayınbabası olan İsmet İnönü de ziyaretine gitmeye başladı. Bu beraberinde her ziyaretin adeta bir siyasi nümayiş haline gelmesini getirdi.

Hapishaneden doğru iktidara dönük tartışmalar ortaya çıktı ve bundan dolayı herkes zannetti ki Metin Toker'i Adnan Menderes hapsetti. Hala öyle zannedilir.

Bunu düzeltmek için söylüyorum; o zaman Avukat Sahir Kurutoğlu vardı, değerli bir hukukçu büyüğümüz, onunla beraber Nihat Erim'den rica ettik davayı geri çekmesi için…  

Nihat Erim ise Metin Toker'in yazdığı Akis dergisinde özür dilemesini istedi. Metin Toker de arkadaşımdı, inatçı bir insandı, özür dilemedi. Hatırladığım kadarıyla 8-9 ay hapis yattı. 


Celalettin Can: Bunları sadece Adnan Menderes'le ilgili yanlış algıyı düzeltmek için söylemiyorsunuz...

Hüsamettin Cindoruk: Ama şunun için söylüyorum. Bir yanlış algıyı düzeltirken, gazetecilere yaklaşım bakımından Demokrat Parti iktidarı ile günümüz iktidarının uygulamalarını da karşılaştırmak istiyorum.

Mesela 27 Mayıs darbesi olduğu zaman Akis dergisi müdürü CHP eğilimli Kurtul Altuğ'dan başka tutuklu gazeteci yoktu. Evet, hatırladığım kadarıyla hapishanede sadece o vardı. Çok eski bir arkadaşımdı. Her zaman ılımlı, doğruları yazan bir gazeteciydi. Niçin cezaevine düştüğünü şimdi tam hatırlayamıyorum. 

O da 27 Mayıs'la beraber salıverildi. Birde bugüne bakın…
 

Kurtul Altuğ, Akis dergisi.jpg
Kurtul Altuğ, Akis dergisi


Celalettin Can: Bu noktayı her iki dönemi anlamak için mukayese etmekte yarar var…

Hüsamettin Cindoruk: Şimdiki durumla mukayese edilirse, emin olunsun Demokrat Parti lehine olsun diye söylemiyorum, bir tespit olarak söylüyorum. Bu tespitim çok önemli…

Çünkü düşünün ki 27 Mayıs darbesinin olduğu gün basın çok daha özgür. Üç asliye ceza hâkiminden kurulu Toplu Basın Mahkemesi'nde davalar mukayese kabul edilmez biçimde adil yürüyor.  

Bugünün Türkiye'sinde birçok gazetecinin tutukluluk sebepleri çok kişisel… İşte hemen hemen hepsinin davaları Cumhurbaşkanı'na hakaret gibi bugüne kadar rastlamadığımız suç iddialarından oluşuyor.

Sivil iktidar dönemi denilen bu dönemde gerçek durum, 27 Mayıs darbecilerinin basına karşı tutumundan çok çok ağır. Bugün basın özgürlüğünün sınırları çok daha daraltılmış…

Bunu bir tespit olarak ifade etmek istiyorum. Ama tabi başka bir sebep başka bir tabir yürüttüğümüzü kimse aklına getirmesin.

Ben her zaman olduğu gibi ya darbeye karşıyım ya da darbe mağduruyum, başka özelliğim yok.


Celalettin Can: 27 Mayıs'a karşı mücadele etmiş, o koşulları yaşamış bir avukat, bir hukuk insanının bu tespiti acıtıcı ama gerçeğin de böyle bir yanı var…

 

(Devam edeceğiz)                                

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.    

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU