İnsan davranışındaki kronikleşmiş hoşgörüsüzlük döngüsünden çıkılabilir mi?

Tarih boyunca başkalarına karşı olumsuz duyguları besleyerek yaşadık

Endonezya'da Fransa Cumhurbaşkanı'nın açıklamalarını kınayan protestolardan bir kare / Fotoğraf: AFP

Tüm dünya, ABD seçimlerinin sonuçlarıyla ve aynı zamanda seçim sürecinin alt başlıklarından biri olan ve ABD toplumunda devam eden bir yandan ırkçılık ve radikalizm, diğer yandan adalet ve eşitlik değerleri arasındaki mücadelenin altında yatan siyasi mücadeleyle meşgul.

ABD toplumunda uzun süredir devam eden bu kutuplaşmanın bazı boyutları George Floyd cinayeti sırasında ele alınsa da en azından son Başkanlık seçimleriyle bu konunun çözülemeyeceği ortada.

Öte yandan, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un, haklı konulara odaklanmak yerine Müslümanları hedef alan karmaşık açıklamalarından bu yana hiçbir şekilde gerekçelendirilemez olan aşırılıkçı terör eylemleri meydana geldi. Açıklamalarında genelleme tuzağına düşen Macron’un, eksik ve hastalıklı taraflarca sömürülen yanlış sinyaller gönderen açıklamalarından sonra yaşanan terör olayları, Fransa ile sınırlı kalmamış, Avusturya'ya da sıçramıştır.

Aslında, geçtiğimiz yıllarda tekrar eden bu olaylar dizisinin, önceki yıllarla karşılaştırılamaz bir şekilde devam etmesiyle mücadele etmenin zamanı geldi.

İnsanlığın kronikleşen problemi

Sosyal psikoloji araştırmacıları, topluluklar arası hoşgörüsüzlüğü üç kategoride tanımlarlar. Bu kategorilerden ilki olumsuz basmakalıp yargıdır. İkinci kategori olumsuz duygular ve üçüncüsü de olumsuz davranış eğilimleridir. İnsanlık tarihinde çoğu zaman diğeri hakkında olumsuz basmakalıp yargının olduğunu kabul etmeliyiz. Bazen bu olumsuz basmakalıp düşüncelere, saldırgan davranışların olmadığı olumsuz duygular da eşlik eder.

Burada amaç, olumsuz basmakalıp yargının neredeyse yeryüzündeki insanların çoğuyla bağlantılı bir fenomen olduğunu, tüm eski medeniyetlerin bunu bir dereceye kadar bildiğini, Yunanlıların ve onlardan sonra Romalıların, istisnasız olarak diğerlerini kendilerinden aşağı gördüklerini kabul etmektir.

Arap ülkeleri ve İslam dünyası dahil olmak üzere Asya ve Afrika'daki doğu medeniyetlerinin halkları da Avrupa medeniyetlerine göre daha az olsa da olumsuz basmakalıp yargıdan nasibini almıştır. Asya'daki insan etkileşimlerinde, özellikle Hintliler ile Çinliler arasında ve çoğu Asya ülkeleri ile Japonya arasında olumsuz ve hatta ırkçı duygular mevcuttur.

Ancak yine de Avrupa kültürleri daha ırkçı ve kibirli olmuşlardır. Orta Çağ'dan sonra, uygarlığı ve kentleşmeyi yaymak ve diğer halkların köleliğini meşrulaştırmak için üstün ırk düşüncesini ve sömürgeciliği gerekçelendirmek amacıyla bir takım teoriler geliştirdi. Bu da onu Nazizm ve Faşizmle en büyük tarihi krizine sürükledi. Avrupa halklarını kendi aralarında ayrımcılık yapmaya iten bu durum, 2. Dünya Savaşı felaketine yol açtı.

Başta değindiğimiz ABD’deki ırkçılık sorunu, her zaman siyasi çatışmanın ana başlıklarından biri olmuştur. Ne 1870’li yıllarda patlak veren iç savaş, ne de 1950’lerde ortaya çıkan sivil haklar hareketi, bu sorunun sonunu getiremedi. Son olaylar da bu konunun halen masada olduğunu kanıtladı.

Batı ve Doğu

Tam bir bakış açısı için gereken özelliklerden biri, Hristiyan Avrupa ile Müslüman Ortadoğu ve Arap ülkeleri arasındaki ilişkide daha önceki tarihi dönüm noktalarına değinmektir. Haçlı Seferleri, bu çatışma açısından önemli ve farklı bir tarihi dönüm noktası olarak tanımlanırken, İslam'ın gelişinden ve İslam Devleti’nin kuzeye doğru yayılmasından sonraki insan etkileşimlerinin hepsi de olumlu değildi. Zira Avrupa'nın olumsuz duyguları, iki taraf arasında derin izler bırakan saldırgan bir davranışa dönüşmüştü.

İngiltere ve Fransa, Ortadoğu ülkelerini işgal ettiklerinde bu duyguların ortadan kalkmadığı da tarihi olarak kanıtlanmıştır. Bu yüzden Batı ülkelerinin bölgedeki işgalinin, Haçlı Seferleri’nde uğradıkları yenilginin intikamı olduğu yönündeki söylemler vardır.

Ayrıca tarihi etkileşim modellerini gözden geçirmek de tam bir bakış açısının özelliklerindendir. İki taraf arasında büyük bir yanlış anlama ve şüphecilik miras kalmıştır. Bu da sömürge döneminin sonunu takip eden kısa dönemleri, iki taraf arasındaki tarihi etkileşimlerin neredeyse en iyi aşamalarından biri haline getiriyor. Her iki tarafın çoğunluğunun geçmişin üzerine bir sünger çekme girişimi olsa da bunun aşılamamasıyla devam eden bu ikilem ve olumsuz basmakalıp yargı dünyadaki hemen hemen her insanın başkaları hakkında bildiği negatif bir enerjidir.

Eski ve yakın zamanda bazı Batı ülkelerinde meydana gelen terör eylemlerinin pek çok faktörün bir sonucu olduğu biliniyor ve anlaşılıyor. Bu faktörlerden biri, çoğu Avrupa toplumlarının ucuz ve ehil işgücü ihtiyacıyla ve eski sömürge ülkeleri üzerindeki nüfuzlarını sürdürme arzusuyla bağlantılı göç politikalarıdır. Ancak buna dışlananların içinde bulunduğu zor şartlar ve Batı’nın bizzat kendisinin barındırdığı aşırılık yanlısı grupların eylemleri eşlik ediyor. Tüm bunlara diğerlerinin, kendi aralarına karışmalarını istemeyen ve başlangıçta sosyo-ekonomik konulardan ötürü diğerini dışlamanın daha iyi olacağını düşünen bazı ırkçı tutumlar ekleniyor.

Kafasını kuma gömen biri gibi olmamak için, “madem ne yerel halkı ne de göçmenleri ıslah araçlarına sahip olmayan tüm siyasi çevrelerde İslami düşüncenin karşı karşıya olduğu derin zorluklar var, o halde Batı'nın siyasal İslamcılığı teşvik ettiği bu toplumlardan bazılarının Batı'da daha aşırılıkçı unsurlar sergileyenler olması, ancak bunu kabul edecek cesarete sahip olmamaları çarpıcı değil midir?” diye sormalıyız.

Dinin siyasete alet edilmesi

Daha önce de belirttiğimiz gibi, insanlık tarihi başkalarına karşı beslenen olumsuz duygularla doludur. Ancak bu, geçici olarak Avrupa toplumları arasında yaşayan Rifaa Rafi et-Tahtavi, Taha Hüseyin veya diğer milyonlarca Müslüman’ın başkalarına karşı herhangi bir saldırgan davranış sergilemesine yol açmadı. Aksine, Tahtavi ve ondan sonra Avrupa’da yaşayan diğer göçmenler, onlara olan hayranlıklarını, batılı toplumları neden ülkelerine tercih ettiklerini, neden burada yaşamayı ve hatta ölmeyi seçtiklerini aktardılar. Ancak, Batı’nın teşvikiyle siyasi amaçlar ve istihbarat servislerinin yerel halk arasında operasyon yapmalarını kolaylaştırmak için dinin siyasete alet edilmemeye başlanması daha önce belirttiğimiz birçok olumsuz sosyal faktörle artan derin çatlaklar yaratarak, küçük ve sınırlı bir kesimin aşırılığın tohumu haline gelmesine neden oldu. Bu tohum, Batı toplumlarında aşırılıkçı ve ırkçı bir sağ görüşlü söylemin yükselişi, aşırıcılık ve ırkçılık ve diğerinin haklarının reddedilmesinin yanı sıra siyasi ve bazen de ekonomik nüfuz yaratmak isteyen siyasi grupların ortaya çıkmasıyla beslendi.

İçi boş döngüler ve zincirler

Asıl talihsizlik, hoşgörüsüzlük, nefret söylemi ve ötekileştirme ile mücadeleye çabalarının uzun zaman harcanmasına ve büyük çileler çekilmesine rağmen sonuçsuz kalmasıdır. Batı’da ve İslam dünyasında son yıllarda düzenlenen konferansların ve bildirilerin sayılarına bakıldığında birçok insan büyük bir hayal kırıklığına uğrayacak, Birleşmiş Milletler (BM) ve BM İnsan Hakları Konseyi’nin (BMİHK)  bir arada yaşama, hoşgörü ve başkalarını kabul etme kültürünü geliştirmeye çalışan yorulmak bilmeyen çabalarının yanı sıra Ezher Şeyhi Ahmed et-Tayyib ile Papa Francis tarafından imzalanan İnsan Kardeşliği Belgesi’ni de içeren tüm çabaların nereye gittiğini soracak. Ancak bu talihsiz gerçekler ortaya çıktığında kendimizi hiçbir şey olmamış gibi diyalog ve çabalara ilişkin sıfırdan başlayarak konuşan biri olarak buluruz.

Bu kısır döngünün daha ciddi bir görüş açısına ihtiyacı var. İnsanlığın gerçekten ilerleme kaydetmesinin, tarihin başlangıcından beri savaşlara ve sefalete neden olan bu ikilemin ciddi şekilde ele alınmasına bağlı olduğu anlayışından yola çıkılması gerektiğine inanıyorum. İnsanlığın enerjisini, modern teknolojinin, iklim değişikliğinin ve hayatı zorlaştıran virüslerin getirdiği yeni zorluklara yönlendirmenin ve yavaş yavaş yeni bir sayfa açmanın, yani tüm hoşgörüsüzlükleri, ciddi bir tutum ve gerçek bir anlayışla tersine çevirmenin, dini siyasete alet edenlere karşı kararlı bir tutum sergilemenin gerektiğini düşünüyorum. Din adına ya da herhangi bir ad altında, kendini diğerlerinden üstün gören ya da reddeden herhangi bir ideoloji adına şiddet ve terörü kullanan herkese karşı koyulmasına ve ne şiddet ne de ayrımcılık tohumunun büyümediği yeni nesiller yetiştirmeye başlamasına ihtiyaç olduğuna inanıyorum. Ancak o zaman, gelecekte insanlığı tehdit edebilecek zorluklarla yüzleşebiliriz. Tüm bunlar zaman ve çaba gerektirebilir, ancak 20. yüzyılın ikinci yarısının ilk bölümünün daha iyi olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda, ciddi girişimler gerektirse de bir umudun olduğunu görürüz

 

*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Şarku'l Avsat

https://www.independentarabia.com/node/166776

DAHA FAZLA HABER OKU