Öfke: Çok fazla ateş ve biraz ışık

Amerikalılar köleliğin yalnızca saf bir kötülük değil, aynı zamanda ülkelerinin ekonomik, sosyal ve kültürel gelişiminin önünde bir engel olduğu gerçeğinin her zaman farkındaydılar

1619'da Virginia'ya getirilen Afrikalı köleler / Görsel: Sidney King/AP

ABD’de son zamanlarda yaşanan yıkıcı eylemlerin ve protestoların arkasında toplumun çeşitli kesimleri tarafından hissedilen kronik bir ırkçılık korkusunun mu; yoksa yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ilgili siyasi hesaplaşmaların mı olduğunu söylemek için henüz çok erken.

Ancak bununla birlikte kesin olan bir şey var: Avrupa'da ve başka yerlerde ABD’den nefret eden geleneksel çevreler, ABD ulusunu ‘Afrika asıllı Amerikalıların maruz kaldıkları zulümleri itiraf etme hazır olmayan bir ulus’ olarak tasvir etme fırsatından yararlandılar.

Öte taraftan dergileri okuyan herhangi bir kişide, Avrupalı ​​seçkinlerin ABD'deki olayları takip ettiği ve gururla doldukları intibaı uyanıyor. Ancak bu elit kimseler bazı gerçekleri görmezden geliyorlar.

Her şeyden önce bu elitler, köle ticaretinin ABD'nin bir ulus olarak doğmasından çok önce ortaya çıktığı gerçeğinden habersizler.

Ayrıca on beşinci yüzyıldan itibaren transatlantik köle ticaretinin esas olarak bir Avrupa faaliyeti olduğunu, Afrikalı kabile liderlerinin ana kaynak olarak hizmet ettiğini unutuyorlar.

Daha da önemlisi Avrupa ülkeleri kendi vatandaşlarını köle olarak kullandı. Nitekim Rusya, İspanya ve İngiltere'deki serfler, Fransa'daki çiftçiler ve Almanya’daki boerler bunun örnekleridir.

ABD'nin köleliği, bağımsızlığından sadece 100 yıl sonra kaldırdığını görüyoruz. ABD, kaderin ve tarihin ondan önce yarattığı koşullarla uğraşmak zorunda kaldı.

Kölelik olgusu da miras aldığı koşullar arasında yer alıyordu ve bu koşullar ülkedeki iç savaşın sonuna kadar varlığını sürdürdü.

Amerikalılar köleliğin yalnızca saf bir kötülük değil, aynı zamanda ülkelerinin ekonomik, sosyal ve kültürel gelişiminin önünde bir engel olduğu gerçeğinin her zaman farkındaydılar.

Amerikan edebiyatına göz attığımızda, meselenin asla göz ardı edilmediğini görüyoruz.

Zira siyah ve beyaz yazarlar ve şairler, uluslarının sosyal genetik yapısında kalıtsal bir problem olarak gördükleri şeyleri anlamaya ve bununla mücadele etmeye çalıştılar.

Nitekim siyah tenli Amerikalı yazarların, ırk eşitliği adı altında ırk ayrımcılığı yapan bir rejim olduğunun itiraf edilmesi için baskı yapmak amacıyla konuyu istismar etmeye çalışmamaları dikkat çekicidir.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Diğer taraftan bu kimseler kendilerini tesadüfen Amerikalı olan koyu tenli insanlar olarak değil, daha koyu ten rengine sahip Amerikalılar olarak gördüler.

Amerikalı yazarlar anavatanlarında ötekileştirilmiş kimseler gibi davranmadılar.

Tüm zamanların en büyük hatiplerden kabul edilen Frederick Douglas, köleliğin kaldırılmasından önce bile ülkede olumlu dönüşümlerin yaşanacağı beklentisi içerisindeydi.

Douglas, bir konuşmasında şunları söylemişti:

Bu ülke için hiçbir şekilde umutsuz değilim. Yaratanın eli kısa değildir. Köleliğin kaçınılmaz bir kaderi yoktur. Bu yüzden umutla ayrılıyorum. Bağımsızlık Bildirgesi’nden, içeriği büyük prensiplerden, ABD kurumlarının dehasından ilham alıyorum. Tarihin hareketinin seyri de ruhumu sevinçle dolduruyor.


Aynı ruhu Ralph Ellison’un Görünmez Adam, Richard Wright’ın Fishbelly, Chester Himes’in Cotton Comes to Harlem ve hatta James Baldwin'in The Fire Next Time kitabında da görüyoruz.

Toni Morrison tarafından yazılan “Sevilen” romanı, Black Lives Matter hareketinin kahramanlarının sloganlarında yer alan sahte öfke çığlıklarına benzemiyor.

Nitekim kitap nefretle değil, affederek kurtuluşa doğru seyreden kahramanca bir yolculuk etrafında dönüyor.
 

martin luther kin.jpg
Martin Luther King'in, 1958'de Alabama'da tutuklandığı an / Fotoğraf: Wikimedia/Charles Moore


Martin Luther King sadece ten rengine dayanan bir ırk ayrımcılığı projesinin reddinin sembolü değildi.

Onun rüyası bundan çok daha genişti ve ırk ayrımcılığını Amerikalılara zarar veren bir kötülük olarak görüyordu.

Malcolm X, Medine'deki dini derslere katıldığı sıralarda ‘Amerikalı kardeş’ olarak anılıyor ve bu kimliğini reddetmek istemiyordu.
 

malcolm x.jpg
21 Şubat 1965'te Manhattan'daki Audubon Salonu'nda konuşma yapmaya hazırlanan Malcolm X, 6 silahlı kişinin yakın mesafeden 15 el ateş etmesi sonucu öldürüldü


Onun mesajı sadece mağdur rolüne bürünerek sızlanmak değil, sıkı çalışma ve kendini geliştirme ilkeleri etrafında dönüyordu.

Öte taraftan koyu tenli olmayan yazarlar miras kalan ırkçılık kötülüğünü görmezden gelmediler.

Harriet Beecher Stowe'nin Tom Amca'nın Kulübesi ve Margaret Mitchell'in Rüzgâr Gibi Geçti kitapları kölelik konusunu ele aldı.

Ayrıca William Faulkner'ın Ağustos Işığı, Harper Lee'nin Bülbülü Öldürmek, Erskine Caldwell'in God's Little Acre’si çeşitli şekillerde bu olguyla mücadele etti.

John Steinbeck'in Fareler ve İnsanlar, Lorraine Hansberry'in Güneşte Bir Leke eserlerinde bile ırkçılık ve ırk ayrımcılığı sorunu göz ardı edilmedi.

ABD'yi ‘Afrikalılara muamelesi’ nedeniyle eleştiren Avrupalı ​​aydınların, ‘Afrika kökenli Fransız’ veya ‘Afrika kökenli İngiliz’ terimlerinin ülkelerinde ortaya çıkabileceğini hiçbir şekilde hayal etmediklerini görüyoruz.

Afrikalı tanımı, 2000 yıl önce Roma emperyalizmine kadar uzanan emperyalizm mirasının bir parçası gibi görünüyor.
 

Afrikalı Publius Cornelius Scipio.jpg
16'ncı yüzyılda İtalyalı bir sanatçının Scipio izlenimi / Fotoğraf: Wikipedia


Afrikalı Publius Cornelius Scipio, Hannibal ve yerel Afri kabilesinin liderliğindeki bir koalisyona karşı savaşmak üzere bugün Tunus’un bulunduğu bölgeye gönderilmişti.

Scipio, bu savaştan muzaffer bir şekilde dönünde kendisine senato tarafından ‘Afrikalı’ lakabı verildi.

Benzer şekilde büyük Romalı General Julius Caesar, Romalıların Almanya olarak adlandırdığı bir bölgedeki ‘Alman’ olarak bilinen isyancı bir kabileye karşı zafer kazandıktan sonra ‘Germanicus’ unvanını aldı.

ABD karşıtı aktivistler son zamanlarda çok fazla gürültü çıkardılar ve kayda değer bir ışığı olmayan çok büyük bir ateş yaktılar.

Amaçları, ABD’ye yönelik olan nefret duygularının gerçekte olduğundan daha yaygın olduğunu iddia ederek çoğunluğu terörize etmekti.

Bu bana Başkan Ulysses Grant'in anılarındaki bir paragrafı hatırlatıyor. Meksika Savaşı sırasında Teksas'ta bir teğmen olan Grant bir subay ile birlikte bir kurt grubunun uluma seslerini araştırmak için yola çıkıyor.

Sesin kaynağına ulaştıklarında bütün bu gürültüyü yalnızca iki kurdun çıkardığını görüyorlar.

Bir avuç sinirli siyasetçinin sesini duyduğumda bu olayı hatırlıyorum. Kaç kişi olduklarını anlamak için saymaya başlayana kadar hep çok fazla olduklarını zannediyorsunuz.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Adem İpekyüz

Şarku'l Avsat

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU