Mezhepçiliğe karşı Arapçılığa tutunan Irak

Bir Arap ülkesi olarak kalacak bu ülkede, hastalıklı bir tarihsel anda ot gibi biten bütün bu mezhepçi örgütler er ya da geç diğerl

İran destekli Hizbullah Tugayları Bağdat’taki bir askeri geçit töreni sırasında / Fotoğraf: AFP-Arşiv

Uzun tarihi boyunca büyük Irak, 2003 yılından bugüne yaşadıklarına benzer bir şeyle sınanmadı.

İran’a bağlı mezhepçi örgütler, yırtıcı kurtların tek bir koyuna saldırıp parçalaması gibi kendisini parçalıyor.

Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ın ülkeyi Baabda Cumhurbaşkanlığı Sarayı yerine Beyrut’un güney banliyösünden yönettiği Lübnanlı Hizbullah’ın kardeşi Hizbullah Tugayları, Haşdi Şabi, Asaib Ehli'l Hak, İslami Davet Partisi, Usbetu's-Sairin vb. birçok İran yanlısı grup Irak’ta faaliyet gösteriyor.

Neredeyse her gün tek bir kişiden de oluşsa yeni bir örgüt ortaya çıkıyor ve hepsi de Irak’ı Saddam Hüseyin’in kalıntılarından temizlediklerini ve bu ganimetten pay almaları gerektiğini iddia ediyor.

Büyük Ayetullah sıfatını taşıyan Humeyni, İran Şahı Rıza Pehlevi’nin baskısı nedeniyle İran’dan kaçıp Türkiye üzerinden Irak’a gelmiş ve burada uzun yıllar ikamet etmişti.

Saddam Hüseyin ve selefleri döneminde Baas rejiminin, Şah rejimine karşı bir “tehdit” oluşturduğu için Humeyni’ye topraklarında kalma izni vermiş olduğu muhtemel hatta kesindir.

İzin vermesinin bir diğer nedeni de daha sonra bazı Arap ülkelerini etkisi altına alan Humeyni eğilimi ve fenomeni ortaya çıkmadan önce eğilimleri mezhepçi değil de Arap ve milliyetçi olan Iraklı Şiileri memnun etmekti.

Bilindiği gibi Humeyni, Fransa’dan döndükten sonra Eylül 1980’den Ağustos 1988’e kadar devam eden uzun İran-Irak savaşına hazırlanmaya başladı.

Bu savaş aslında bir İran-Arap savaşıydı. Çünkü Hafız Esad Suriyesi ve Iraklı diktatör olarak tanımladıkları Saddam ile Arap dünyasının birçok ülkesinde örgütsel olarak genişlemeyi başaran Baas Partisi'nden kurtulmayı temenni eden diğer Araplar dışında genel olarak Araplar Iraklı kardeşlerinin tarafında yer almışlardı.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Burada, söz konusu savaşta mezhepçilik renginin son derece soluk olduğunu, Irak, Lübnan ve bazı Körfez ülkelerindeki Şii Arapların genel olarak kendisini bir Arap-İran (Fars) savaşı saydığını özellikle belirtmeliyiz.

Gerçek şu ki, İran’ın bu savaşta aldığı yenilgi ne Şiilerin ne de Şii mezhebinin yenilgisi değildi.

Aksine bu, aralarındaki uzun ortak tarihe rağmen Arapları tarihsel düşmanları olarak gören fanatik Farslıların yenilgisiydi.

Bu eğilimin hala var olduğu aşikar ama asıl sorun, Irak, Lübnan ve bazı Körfez ülkelerindeki Şii çevreler ile Suriye’deki Aleviler gibi Şii mezhebinden sayılan bazı dini gruplar arasında maalesef kendisine az da olsa destekçi bulmaya başlamasıdır.

Bu tehlikeli ve hassas aşamada (İran-Irak savaşı sonrası) tarihin Irak lehine hareket etmesini engelleyen sorun, Saddam Hüseyin’in İran ile 8 yıl süren savaşta elde ettiği zaferle yetinmeyip -denildiği gibi- işi inada bindirerek Kuveyt’i istila etmesiydi.

Oysa Kuveyt, 8 yıl süren bu savaş döneminde kendisinden yardım ve desteğini esirgememişti.

Irak devlet başkanının bu komşu ve kardeş ülkeyi işgal etmesi yetmezmiş gibi bir de Suudi Arabistan’ı da hedef tahtasına oturtması ile işler daha karmaşık bir hale geldi.

Halbuki Kuveyt gibi Suudi Arabistan da İran’a karşı kardeşi Irak’ı desteklemişti.

Bu dönemin yansımaları o günden bu yana bütün Körfez ülkelerini kapsadı ve İran bugün gördüğümüz gibi Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’in bir bölümünü kendi eksenine katmayı başardı.

Saddam Hüseyin’in kendisini Kuveyt gibi kardeş bir ülkeyi işgal etmeye sevk eden, bununla yetinmeyip diğer Körfez ülkelerine de göz dikmesine neden olan hesapları hatalıydı.

ABD’nin Irak-İran savaşında kendisine verdiği desteğin, kendisini öncelikle Kuveyt’i ardından başka Körfez ülkelerini de işgal etme emellerine kapılmaya sevk eden hesaplardan farklı hesaplara dayandığını dikkate almadı.

ABD için, Humeyni İran'ı, düşman bir ülkeydi. Şah rejiminin devrilmesi onun için stratejik bir darbeydi.

Kuveyt ile diğer Körfez ülkeleri ise gerek o dönemde gerekse de bugün ABD için ciddi ve stratejik bir öneme sahiptir.

Bu yüzden ABD, Irak ordusuna belini bükecek bir darbe indirerek Kuveyt’ten çıkarttı.

Bu operasyon, rejimin 2003 yılındaki sonunun başlangıcıydı. 2006 yılında da uzun soruşturma ve yargılamalar dizisinden sonra rejimin başı Saddam Hüseyin ürkütücü bir biçimde idam edildi.

Bütün bunları anlatmamızın nedeni, hem gerçek hem de “format” olarak mezhepçi olan bu örgüt ve oluşumların Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesinde hiçbir rolü olmadığını ve 2003 yılında yani çok sonra ortaya çıktığını belirtmektir.

Bu rejimi deviren ve başkanını idam eden ise, bugün Haşdi Şabi, Irak Hizbullahı ve İran’a bağlı diğer örgütlerin kendisini roket saldırılarıyla hedef aldıkları ve İran’ın Irak topraklarından çıkmasını istediği ABD’lilerdir.

Dini Lider Ali Hamaney, İran Devrim Muhafızları ve bütün bunlardan önce Humeyni’nin kendisi, ABD’liler olmasaydı belki de Saddam Hüseyin’in hala Irak’ı yönetiyor olacağını, rejiminin bölgesel ve küresel dengelerde temel ve etkili bir rakam olmayı sürdüreceğini biliyorlar.

Keza mevcut İran rejiminin de olmayacağını ve ülkeyi belki de dede Rıza Pehlevi’nin (Enver Sedat döneminde öldüğünde destekçileri Mısır’dan başka kendisini defnedecek bir yer bulamamışlardı) yerine geçen torun Rıza Pehlevi’nin yönetiyor olacağını biliyorlar.

Dolayısıyla, bütün bu paralı asker gruplarının Irak’ı IŞİD ve başka düşman örgütlerden kurtardıklarını iddia etme hakları yoktur.

Çünkü bir Arap ülkesi olarak kalacak bu ülkede, hastalıklı bir tarihsel anda ot gibi biten bütün bu mezhepçi örgütler er ya da geç diğerleri gibi yok olacaklardır.

İran kendisinden önceki birçok işgalci ve istilacı gibi bu bölgeden çıkacaktır.

İranlıların nüfuzunun uzandığı bütün bu ülkeler her şeye rağmen Araplıklarını koruyacaklardır.

Ali Hamaney ve selefi Humeyni’nin destekçileri belki de tarihi iyi ve dikkatlice okumadılar.

Aksi takdirde, bir zamanlar İran toprakları üzerinde o dönemde yarım milyon Müslüman'ın kanını döken eli kanlı Şah İsmail Safevi’nin kurmuş olduğu Safeviler adında bir devletin hüküm sürdüğünü ve bu devletin sonunun trajik olduğunu bilirlerdi.

Mezhepçiliği kullanarak bazı Arap ülkelerine sızan, Müslümanları aşmış olmaları gereken mezhepçi çatışmalara geri götüren bu kişilerin kaderi de kuşkusuz bu olacaktır.

Dolayısıyla, Irak Başbakanı Mustafa el-Kazimi’nin görevinin çok zor olduğu açık ve net.

Zira Sünnilerden önce Şii Iraklılar, ABD’liler ve ilgili bazı Arap ülkeleri arasında kendisine destek bulamazsa Irak’ı enine ve boyuna istila eden bu mezhepçi gruplar karşısında yenilgiye uğrayabilir.

İran ve kendisine bağlı bütün gruplar Irak topraklarından çıkarılmadıkça, Irak İranlıların kendisine bulaştırdığı mezhepçilik hastalığından kurtulmadıkça ve Arap ülkeleri, mezhepsel eğilimler ile bütün bu mezhepçi örgütlere karşı çıkan Iraklıları gerçekten desteklemedikçe mevcut haliyle Irak’ın çöküşü kaçınılmazdır.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu

Şarku'l Avsat

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU