Cold Spring Harbor Laboratuvarı’ndan Dr. Beyaz: Kovid-19 asla hafife alınmaması gereken bir hastalık

ABD’de Cold Spring Harbor Laboratuvarı’nda; beslenme, bağışıklık sistemi ve kanser üzerine araştırmalar yapan Dr. Semir Beyaz, Kovid-19 salgını ile ilgili merak edilen konulara dair “bilimsel gerçekleri” Independent Türkçe'ye anlattı

Yeni tip koronavirüs (SARS-CoV-2) salgını 2019 yılının sonlarına doğru Çin’in Vuhan bölgesinde ortaya çıktıktan sonra bütün dünyada hızlıca yayılarak bugüne kadar 200 binden fazla insanın ölümüne neden oldu.

Hala yayılmaya devam eden bu salgının kontrol altına alınabilmesi ve salgından kaynaklanan ölümlerin en az orana indirilebilmesi için dünyanın her yerinde aşı ve ilaç geliştirme odaklı bilimsel çalışmalar yürütülüyor. 
 

Dr. Semir Beyaz (5).jpg

 
ABD’de Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde immünoloji bölümünde araştırmalar yaptıktan sonra New York’ta Cold Spring Harbor Laboratuvarı’nda çalışmalarını sürdüren Dr. Semir Beyaz, dünyanın en önemli bilimsel dergilerinden Nature ve Cell gibi, önemli bilimsel yayınlarda birçok makalesi yayımlandı.

Dr. Beyaz, aynı zamanda Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT) Kanser Merkezinde beslenme, kök hücre ve kanser arasındaki ilişki üzerine de araştırmalar yapıyor.
 


Uluslararası Kök Hücre Araştırmaları Derneği Üstün Başarı Ödülü ve Amerikan İmmünoloji Derneği Genç Araştırmacı Ödülü gibi prestijli ödüllere layık görüldü.

Kovid-19 salgını ile ilgili merak edilen konulara dair “bilimsel gerçekleri” ABD’de Cold Spring Harbor Laboratuvarı’ndan kurduğu laboratuvarda beslenme, bağışıklık sistemi ve kanser üzerine araştırmalar yapan Dr. Semir Beyaz, Independent Türkçe okuyucuları için yanıtladı.   
 

Dr. Semir Beyaz (1).JPG
Dr. Semir Beyaz / Fotoğraf: Independent Türkçe


“Boş teneke çok ses çıkarır! Ben elimden geldiğince bu öğretinin ışığında hem kendimi hem yetiştirdiğim öğrencileri ehlîleştirmek için çaba sarf ediyorum” diyen Beyaz, şunları söyledi:

Kendimi ve çevremdekileri yüzeysel, yavan ve yalan yaklaşımların tehlikelerinden korumaya çalışıyorum. Benim naçizane tavsiyem de bu yönde. Toplum olarak hem kendimiz ve çevremizdekiler için yüzeysel, yavan ve yalan yaklaşımlara karşı mücadele ederek bilgi kirliliğinden korunabiliriz. Bence bilimde ve hayatta gerçeği esas alan bu yaklaşım sadece bu salgını veya bilgi kirliliğini çözmekle kalmaz, aynı zamanda dünyayı da daha yaşanılır bir yer haline getirir.


- Yeni tip koronavirüs nedir?

Yeni koronavirüs (SARS-CoV-2), koronavirüs ailesinden ve 2000’li yılların başında dünyada yayılım gösteren SARS-CoV-1’e benzerlik gösteren yeni bir virüstür. Bu virüs, protein ve yağ tabakası içeren bir kapsülün içinde genetik materyal olarak tek zincirli RNA kullanan bir virüs türüdür. Diğer virüsler gibi, yeni koronavirüs de çoğalmak ve yayılmak için bir konak canlıya ihtiyaç duyar.      

- Koronavirüs laboratuvarda biyolojik silah olarak mı üretildi?

Bugüne kadar yapılan bütün analizler, yeni koronavirüsün bir hayvan konaktan insana geçmiş olabileceğine işaret ediyor. Bu durum evrimsel süreç ve insanlık tarihi boyunca sıklıkla meydana gelen doğal bir olay. Toplumda yayılan komplo teorililerinin aksine, bu virüsün herhangi bir laboratuvarda biyolojik silah olarak üretildiğine dair hiçbir bilimsel veri yok. 

- Yeni koronavirüs insana nasıl bulaşır? 

Yeni koronavirüs insandan insana bulaşarak yayılan bir virüstür. Virüsün bulaştığı bir insan yakın mesafe içinde bulunan diğer insanlara virüsü damlacık yoluyla bulaştırabilir. Bu virüs içeren damlacıklar öksürme, hapşırma ve hatta yakın mesafede konuşma durumunda insana bulaşabilir.

Olası bulaşma noktalarının ağız, burun, göz ve akciğerde bulunan hücreler olduğu düşünülüyor. Buna ek olarak, virüs bazı yüzeylerde belli sürelerde tutunabilir. Bu yüzden, virüs damlacıkları içeren yüzeylere elleriyle dokunan insanlar, elleriyle ağız, burun ve göz bölgelerine dokunurlarsa virüsün bulaşmasına sebep olabilirler. 

Yeni koronavirüsün kapsülünde hedef konak hücrelere bağlanmasını sağlayan ve “ok” proteini (spike protein) adı verilen bir faktör bulunuyor. Bu protein insan konak hücrelerde Ace2 adı verilen bir reseptöre (almaç) bağlanır.
 


Ace2’yi kapı olarak kullanarak hücre içine giren virüs, hücrenin kontrolünü bir korsan gibi ele geçirir ve hücreyi öldürene kadar kendisini kopyalar. Bir hücrede kopyalanan virüs klonları sonra yine yüzeyinde Ace2 bulunduran diğer konak hücrelere bulaşır. İnsan vücudunda pek çok organ yüksek miktarda Ace2 proteini üreten hücreler barındırır.

Örneğin, solunum yolu hücreleri yani ağız, burun, akciğer, ayrıca bağırsak hücreleri ve böbrek hücreleri yüzeylerinde yüksek miktarda Ace2 bulundurur. Bu dokulardaki hücrelerin koronavirüsün yayılmasına ve hastalık durumuna etki ettiği düşünülüyor.

Hala devam eden çalışmalar, virüsün vücudumuzun solunum yolu dışındaki organ ve dokuları nasıl etkilediğini araştırıyor. Örnek olarak, virüsün bağırsak dokusundaki Ace2 üreten hücreleri işgal edebileceği gösterildi. Virüs sindirim sisteminde yayılma gösterse de şu ana kadar yapılan çalışmalar virüsün dışkı yoluyla bulaşmadığını belirtiyor.

- Peki, Ace2’nin vücudumuzda başka bir görevi var mı? 

Ace2 proteini vücudumuzda çok önemli bir göreve sahiptir. Ace2 proteini kan basıncını ve enflamasyon (yangı) durumunu Angiotensin-II adı verilen bir alarm molekülünün miktarını azaltarak dengede tutar. Angiotensin-II alarm molekülünün vücutta artması yüksek tansiyon ve doku hasarı gibi hayati tehlike arz eden durumlara yol açar. Ace2 proteininin virüsün hücreleri ele geçirmek için kullandığı kapı olmasının yanında böyle önemli bir görev yapması virüsün sebep olduğu hastalığa etki edebilir. 

Yakın zamanda yapılan çalışmalar, yeni koronavirüsün Ace2’ye bağlanmak suretiyle Angiotensin-II miktarını arttırmasının hastalığın seyrine etki edebileceğini öne sürüyor. Şu anda hala devam eden çalışmalar, virüsten dolayı görevini yapamayan Ace2 proteine bağlı olarak oluşabileceği düşünülen doku hasarı ve yangı durumunu kontrol altına alabilecek ilaçların etkinliğini araştırıyor.    
 

aa3.jpg
Fotoğraf: AA



"Kovid-19 hala gizemini çözmek için bilim insanlarının gece gündüz demeden çalıştığı tehlikeli bir hastalık"      

- Yeni koronavirüs insanları nasıl hasta eder? Mevsimsel gripten farkı var mı?

Yeni koronavirüsün sebep olduğu hastalığa, salgın 2019’da çıktığı için Koronavirüs hastalığı-19 (Kovid-19) denir. Kovid-19 hastalığının ilk belirtileri mevsimsel grip ve nezleye benzerlik gösterse de Kovid-19 hala gizemini çözmek için bilim insanlarının gece gündüz demeden çalıştığı tehlikeli ve asla hafife alınmaması gereken bir hastalıktır.

Hastalığı bütün hatlarıyla hala anlayabilmiş değiliz. Yeni koronavirüse yakalanan hastaların büyük çoğunluğu ilk aşamada yüksek ateş, ağrı, halsizlik ve solunum güçlüğü belirtilerini gösteriyor.

Ayrıca, hastaların önemli bir kısmında ishal ve kanama gibi bağırsak problemleri gözleniyor. Bunlara ek olarak devam eden çalışmalarda vücudun farklı organ ve dokularında hastalığın etkilerine rastlanıyor.

Eğer virüs vücuda girdikten sonra etkili bir bağışıklık sistemi yanıtıyla kontrol altına alınabilirse, hastalık bir sonraki safhaya geçmeden atlatılabilir. Ancak hala sebepleri araştırılmaya devam edilen bazı durumlarda, virüs kontrol edilemeyerek hastalık bir sonraki safhaya geçiyor.

Özellikle akciğerde virüsün yarattığı tahribat, virüse karşı geliştirilen kontrolsüz bağışıklık sistemi yanıtı ve aşırı doku hasarı ile birleşerek hayati tehlikeye yol açıyor. Bu durumdaki hastaların bir kısmı, yoğun bakım ünitelerinde tedavi altına alınarak iyileştirilmeye çalışılsa da önemli bir kısmı hayatlarını kaybediyor. 

Şu ana kadar toplanan veriler ışığında, yaşlıların ve kronik hastalığı bulunan insanların Kovid-19’dan dolayı ölüm riskinin yüksek olduğu anlaşılıyor. Obezite ve kronik akciğer hastalığı gibi hastalıkları olan insanlar özellikle yüksek risk grubu içinde bulunuyor.

Ancak ölüm oranına etki eden mekanizmalar tam olarak bilinmiyor. Bu sebeple, hastalığın seyri, risk durumu ve tedavi yöntemlerine etki edecek etmenleri belirlemek için vakaların detaylı bir şekilde çalışılması ve mekanizmaların ortaya çıkarılması gerekiyor.

Örneğin, kronik rahatsızlığı bulunmayan ve Kovid-19’dan dolayı hayatını kaybeden genç bireylerde şu anda anekdota dayalı bilgiler kanda ve hayati organlarda oluşabilecek pıhtıların ölüm riskine etki edebileceğine işaret ediyor. Bu duruma sebep olan mekanizmalar kontrollü klinik ve temel bilim deneyleri sonucunda açıklığa kavuşacak.


"Bilimsel bulguların ışığında yaşadığımız toplumun her bir bireyi olarak sorumlu davranmalıyız"

- Salgını ve hastalığı kontrol altına almak için ne gibi önlemler alınmalı?

Salgın, Vuhan’dan başlayıp insandan insana hızla yayılarak kısa zamanda dünya üzerindeki her ülkeyi etkisi altına aldı. Virüsün bulaştığı insanlardaki kuluçka süresinin uzunluğu, belirti göstermeyen insanların virüsü etkileşim içinde oldukları diğer insanlara aktarma riskini artırdı.

Yapılan çalışmalara göre, sosyal izolasyon ve el-yüz hijyeni gibi önlemler salgını kontrol altına alma sürecine büyük katkı sundu. Sosyal izolasyonun en önemli yararlarından birisi “eğriyi düzleştirmek” (flatten the curve) olarak da tabir edilen, salgının çok hızlı yayılmasından dolayı ülkelerin sağlık sisteminin çökmesinin önüne geçmek.


"Her kriz anında fırsat kovalayan şarlatanlar bile sorumlu davranmalı"

Bu “eğriyi düzleştirmek” hem sağlık sisteminin salgınla başa çıkabilecek şekilde güçlendirilip desteklenmesine olanak tanıyacak hem de bilim insanlarının salgını ve hastalığı kontrol altına alabilecek ilaç ve aşı geliştirmesi için gereken zamanda can kayıplarını en az oranda tutmaya yardımcı olacak. Bu zorlu süreçte hepimiz sabırlı olmalıyız ve bilimsel bulguların ışığında yaşadığımız toplumun her bir bireyi olarak sorumlu davranmalıyız.

Burada herkesin sorumluluğu var, toplumu yöneten siyasi aktörlerin, işverenlerin, işçilerin, öğretmenlerin, öğrencilerin, gençlerin, yaşlıların, doktorların, hastaların, bilim insanlarının, sanatçıların, habercilerin ve hatta her kriz anında fırsat kovalayan şarlatanların bile sorumlu davranması gerektiğini düşünüyorum. 


"Yanlışlardan ders çıkarabilirsek, salgından sonra daha güzel günler göreceğiz"

Bilim insanları ve sağlık çalışanları dünyanın dört bir yanında bu salgını ve hastalığı kontrol altına alabilmek için hayatlarını riske atacak kadar büyük bir çaba harcıyor. Bu emek ve çaba elbet bir sonuç verecek ve biz bu süreci atlatacağız, buna inanıyorum.

Tabi bu noktada, salgından çıkarılabilecek pek çok ders bulunmakta. Bu süreçte sağlık sistemlerinin güçlendirilmesi ve bilime olan desteğin insanlık için ne kadar önemli olduğu umarım daha iyi anlaşılmıştır. Eğer bugüne kadar yapılan yanlışlardan ders çıkarabilirsek, bu salgından sonra insanlık olarak daha güzel günler göreceğimizi umuyorum.
 

ap.jpg
Fotoğraf: A​​​​P


- Dünyada öne çıkan tedavi çalışmaları neler? 

Şu anda öne çıkan tedavi çalışmalarını anti-viral ilaçlar, bağışıklık tedavisi (aşı ve plazma,antikor tedavisi) ve doku hasarını gidermeye yönelik ilaçlar olarak üç ana kısımda değerlendirebiliriz. 

- Anti-viral ilaçlar nelerdir? Bu ilaçlar yeni koronavirüs salgınını durdurabilir mi? 

Virüsün hücreleri işgal etme sürecini engellemeye yönelik olan ve anti-viral olarak tanımlanan ilaçlar Kovid-19 hastalığını kontrol altına alabilmek için dünyanın her yerinde deneniyor. Bu ilaçlar virüsün konak hücreye bağlanmasını, hücrenin içine girip kendini kopyalamasını ve diğer hücrelere yayılmasını engellemeyi hedefliyor.

Bu tedavi çalışmalarına, immünoloji, viroloji, moleküler biyoloji, enfeksiyon hastalıkları gibi temel ve klinik bilim dallarında bugüne kadar yapılan çalışmalardan edindiğimiz bilgiler ışık tutuyor.

Bu sebeple, toplumun her kesiminin bilime ve sağlık sistemine destek vermesinin ve bu desteğin sürekliliğinin sağlanmasının bu tarz salgın durumlarında etkili tedaviler bulabilmek için ne kadar önemli olduğunu tekrar hatırlatmak isterim.
 

reuters.jpg
Fotoğraf: Reuters


Detaylı öğrenmek isteyenler için biraz daha derin bilgi vermek isterim. Çünkü, mucize ilaç olarak tanıtılan anti-viral ilaçların nasıl etkili bir tedavi sunabileceğini anlatmak için, öncelikle virüslerin temel yayılım mekanizmalarından bahsetmek gerekir.

Daha önce bahsettiğim gibi, yeni koronavirüs ‘ok’ proteini sayesinde konak hücrenin Ace2 proteinine bağlandıktan sonra hücre içine “endositoz” adı verilen ve vücudumuzdaki birçok hücrenin hücre içine molekül taşıması için kullandığı bir mekanizmadan faydalanarak girer.

Hücre içine endozom adı verilen kesecik gibi bir yapı içine giren virüsün temel amacı kendi genetik materyalini konak hücrenin olanaklarını kullanarak kopyalamak ve yeni virüs klonları yapmaktır. Bu süreçte koronavirüs önce genetik materyali olan RNA molekülünü ve konak hücrenin ribozomlarını kullanarak bütün viral proteinlerini içeren uzun bir poli-protein (çoklu protein zinciri) oluşturur.

Daha sonra proteaz adı verilen protein kesici enzimler aracığıyla kendini kopyalamak ve klon virüsler oluşturmak için ihtiyaç duyacağı proteinleri bu çoklu protein zincirinden keserek ayıklar. Bu proteinlerden RdRP (RNA bazlı RNA polimeraz) adı verilen ve virüsün genetik materyali olan RNA’yı kopyalamak için kullanılan bir enzim virüs için hayati önem taşır.

Genetik materyalini kopyalayan virüs daha sonra yapısal proteinleri ile kapsüller oluşturarak yeni virüs klonlari oluşturur. Bu virüs klonları daha sonra başka konak hücreleri ve insanları işgal etmek üzere yola koyulur. 


"Bilimsel çalışmalarda 'deneme' ile 'genel-geçer' tedavi arasındaki fark anlaşılmalı"

Bu mekanizmaya dayalı bilgiler virüsün konak hücreyi işgal etmesini ve çoğalmasını engellemeyi amaçlayan pek çok anti-viral ilaç çalışmasının temelini oluşturuyor. Virüsün konak hücreye bağlanmasını engellemeyi amaçlayan ilaçlar şu anda dünyada pek çok laboratuvarda geliştirilmeye ve denenmeye başladı.

Tabi bu noktada bilimsel çalışmalarda “deneme” ile “genel-geçer” tedavi arasındaki farkı anlamak gerekir. Bu noktada bilim insanlarının, salgını yönetmeye çalışan kurumların ve habercilerin çok sorumlu davranması gerekiyor.

Örneğin, dünya basınında ve ABD başta olmak üzere pek çok ülkede mucize ilaç olarak sunulan “klorokin” veya “hidroksikolorkin” (chloroquine / hydroxychloroquine) bazlı ilaçlar virüsün “endozom” yapısından hücre içine genetik materyalini aktarmasını engellemeyi amaçlayan ilaçlardır.

Bu ilaçlar sıtma gibi yine endozom yapısını kullanan hastalıklarda başarılı sonuçlar vermiş olsa da devam eden klinik çalışmalar bu ilacın yeni koronavirüs tedavisinde hala etkili bir katkısı olup olmadığını araştırıyor.
 

aa2.jpg
Fotoğraf: AA


"Güçlü kanıta dayanmayan 'mucize ilaç' yaklaşımları, insan sağlığını tehlikeye atan sorumsuz yaklaşımlar"

Yeni bulgular, ilk beklentilerin aksine, “klorokin” (chloroquine) bazlı ilaçların yan etkilerinden dolayı hastaları olumsuz etkilediğini öne sürüyor ve bu sebeple aşırı çıkarımlardan kaçınılmalı.

Buna ek olarak virüsün viral proteinlerini üretmesi için gerekli olan proteaz adı verilen protein kesici enzimlerin inhibitörleri ve virüsün genetik materyali olan RNA’nın kopyalanmasını engellemeyi hedefleyen ilaçlar önemli ilaç adayları arasında bulunuyor.

Yakın zamanda tamamlanan klinik çalışmalar, RNA kopyalamayı engelleyen “remdesivir” adıyla bilinen bir ilacın Kovid-19 tedavisinde etkili olabileceğine dair umut vaat etse de henüz salgını ve hastalığı kontrol altına alacak kesin ve genel-geçer bir başarıdan söz etmek için yeterli veri bulunmuyor.

Salgını kontrol altına almak için önce virüsü ve sebep olduğu hastalığı iyi anlamak, sonra da düzgün ve kontrollü çalışmalar yapmak gerekiyor. Güçlü kanıta dayanmayan mucize ilaç yaklaşımlarını, insan sağlığını tehlikeye atan sorumsuz yaklaşımlar olarak görüyorum. Bunun için de ilaçtan önce sabır ve ahlaka ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. 
 

aa.jpg
Fotoğraf: AA


- Aşı ve plazma tedavisi ne durumda? Etkili bir aşı neden hala geliştirilemedi?

Aşı ve plazma, antikor tedavisi bence bu salgını kontrol altına alabilecek en önemli yaklaşımlar. Ancak etkin bir aşı ve antikor bulmak kolay bir süreç değil. Etkin bir aşı vücudumuzun savunma sistemi olan bağışıklık sistemi hücrelerine virüsün belli kısımlarını tanıtarak virüsü yok etmesini sağlayacak.

Antikor tedavisinde ise, virüse bağlanarak onu etkisiz hale getirecek ve bağışıklık sistemi hücrelerini uyaracak antikor adı verilen moleküller geliştirmek hedefleniyor. Bu antikorlar virüse karşı başarılı bir bağışıklık sistemi yanıtı vererek hastalığı sağlıklı bir şekilde atlatan hastalardan toplanarak tanımlanabilir.

Ancak bu yöntemle başka hastalarda etkili olacak bir antikorun bulunması biraz zor olabilir. Daha yeni yaklaşımlar gen mühendisliği teknolojilerini kullanarak virüse bağlanarak onu etkisiz hala getirebilecek antikorlar üretmeye odaklanıyor. 

Şu anda dünyada öne çıkan aşı çalışmaları dört farklı ana yöntem üzerinden gidiyor. Bilim dünyasına aktarılan bilgilere göre, eski ama etkili bir yöntem olan zayıflatılmış veya pasif virüs kullanılarak aşı yoluyla bağışıklık kazandırma yöntemini kullandığı açıklanan en az yedi klinik çalışma olduğunu biliyoruz.
 

aa4.jpg
Fotoğraf: AA


Daha modern aşı geliştirme yöntemlerinden biri olarak, viral ajan kullanarak koronavirüsün bazı kısımlarını bağışıklık sistemine tanıtmaya çalışan yirminin üzerinde çalışma bulunuyor. Bunlara ek olarak heyecan veren ancak etkinliği çok net çalışılmamış ama umut vaat eden nükleik asit (DNA/RNA) tabanlı en az yirmi çalışma bulunuyor.

Son olarak, otuza yakın çalışma, virüsün proteinlerini özellikle hücrelere bağlanmasını sağlayan ok proteini, izole ederek bağışıklık sistemine tanıtmayı hedefleniyor. Etkili bir aşının bulunması için zaman gerekli. Kullanılan her aşı yönteminde zaman gerektiren belli kalite kontrol basamakları var.

İnsanlarda aşının güvenliğini ve etkinliğini aşamalı klinik çalışmalarla ortaya koymadan aşı geliştirmek mümkün değil. Bu yoğun çaba ve çalışmalar umut ediyorum ki etkili bir aşı ve tedavi yöntemi geliştirecek, ancak bunun için zaman gerektiğini hatırlatarak insanların sabırlı olmasını diliyorum.

    
"Bütün çalışmalar hala deney aşamasında; genel-geçer tedavi seçenekleri olarak kabul edilmemeli"

- Doku hasarını engellemeye yönelik ilaçlar salgını durdurmaya yeterli olur mu? 

Salgını durdurmaya yeterli olmaz; ama kritik durumdaki hastalara yardımcı olabilir. Kovid-19 hastalarında hem virüsün hücreleri işgal etmesinden dolayı hem de bağışıklık sisteminin virüsü kontrol edebilmek için verdiği yanıtın kontrolsüz bir seviyeye ulaşmasından dolayı pek çok organda doku hasarı meydana geliyor.

Bu hasarı önlemek ve dokuların yaşamsal görevlerini sürdürmelerini sağlamak için çeşitli ilaç çalışmaları bulunuyor. Bunlara örnek olarak, aşırı yangıya (enflamasyon) yol açan IL6 ve IL1 gibi moleküllerin engelleyicileri (inhibitör) ve diğer bağışıklık sistemini baskılayıcı ilaçlar klinik çalışmalarda deneniyor.

Buna ek olarak, özellikle akciğerlerde hücresel ölüm ve bağışıklık tepkisi sonucu oluşabilen ve hayati fonksiyonları tehlikeye atan birikintileri ortadan kaldırmaya yönelik ilaçlar öne çıkıyor.
 

Unsplash.jpg
Fotoğraf: Unsplash


Son olarak, virüsün bağlandığı molekül olan Ace2 aynı zamanda dokularımızın sağlığını düzenleyen bir enzim olduğu için, bu proteini ilaç olarak üretip hastalara vererek hem virüsü bir sünger gibi emecek hem de doku hasarını azaltacak bir tedavi geliştirmeyi amaçlayan çalışmalar bulunuyor.

Ancak bütün bu çalışmalar hala deney aşamasında ve henüz genel-geçer tedavi seçenekleri olarak kabul edilmemeli.


"Salgını durduracak bir besinden söz etmek mümkün değil"

- Besinler, vitaminler veya bitkisel ürünler salgını durdurabilir mi? Tedavide yardımcı olabilir mi? Özellikle C vitamini üzerinde büyük tartışmalar donuyor.

İnsanlar sağlıklı yasamak için tabi ki besinlere, suya, minerallere ve vitaminlere ihtiyaç duyar. Ama bu ihtiyaç, bazı kâr amacı güden fırsatçıların bilgi kirliliği yayarak insanları kandırmasına sebep olmamalıdır. Elbette yetersiz beslenme bağışıklık sistemini olumsuz etkileyerek hastalanmamıza sebep olabilir. Ancak salgını durduracak bir besinden söz etmek mümkün değil.

Tarih boyunca insanlık sürekli salgınlarla karşı karşıya kaldı ve aşının keşfine kadar hiçbir etkili tedavi yöntemi yoktu. Eğer herhangi bir ot, besin veya meyve salgın hastalığı durduracak güçte olsaydı, koskocaman imparatorluklar aşının keşfinden önce salgın hastalıklardan kırılmazdı.

Besinlerin ve vitaminlerin direk olarak coronavirüs tedavisine yardımcı olacağına dair hiçbir bulgu yok. Temel bilimde laboratuvar ortamında yapılan bazı çalışmaların bulgularını eğip bükerek sanki hastalarda etkinliği kanıtlanmış genel-geçer bir durum olduğunu pazarlamaya çalışan şarlatanlara karşı toplumun ve sağlık sistemindeki karar vericilerin duyarlı davranması gerekmektedir.

Bu noktada siz habercilere de büyük sorumluluk düşmektedir. Bu noktada şunu söyleyebilirim: Bir insanın unvanı ne olursa olsun, konuştuğu cümlelerin bir kısmı doğru, bir kısmı temelsiz yalan yanlış bilgilerden oluşuyorsa ise bilimsel açıdan değeri sıfırdır.


"Ot/karışım türevi 'ilacımsılar' fayda yerine hastalara büyük zararlar verebilir"

Geleneksel Çin tıbbı, bitkisel tıp, tamamlayıcı tıp gibi deneyim (deneme-yanılma) ve plasebo (teselli ilacı) yoluyla toplumda kendine yer bulmuş yaklaşımlar, neden-sonuç ilişkisi ve bilimsel gerçeklik dahilinde kritik bir şekilde etkinliği gösterilmediği müddetçe insanları kandırmaktan başka bir işe yaramaz.

Hatta bu tarz içeriği tam olarak bilinmeyen ot/karışım türevi “ilacımsılar” fayda yerine hastalara büyük zararlar verebilir. Bu sebeple, hastaların, hasta yakınlarının veya salgından endişe duyan insanların, sabırlı ve sağ duyulu bir şekilde bilimsel açıdan etkinliği kanıtlanmış tedavi yöntemlerine itibar etmesi gerekir.

Dünyanın her yerinde bilim insanları tedavi geliştirmek için büyük bir caba sarf ediyor, umudumuzu kaybetmeden bilime destek olarak bu sureci sağlıklı bir şekilde atlatabileceğimizi düşünüyorum.  
 

reuters.jpg
Fotoğraf: Reuters​​​​​​​

 
"En önemli nokta, uzmanın aktardığı bilginin ve verdiği görüşün seviyesini bilmesidir"

- İnsanlar kime güvenmeli? Bu işin uzmanı kimler? 

Bence bu zor zamanlarda toplumdaki herkese büyük sorumluluk düşüyor. Toplumun her etmeni akılcılık ve gerçeklik noktasında birleşmelidir. Bilim insanları, sağlık çalışanları, toplumu yönetenler, sokağa çıkan vatandaş dahil herkesin sorumlu davranması gerekmektedir.

Salgın konusunda toplumu bilgilendirmenin birkaç yolu bulunuyor. Bence bunların hepsi kendi içinde değerlidir. Bunlardan ilki, salgın konusunda birinci derece bilgi sahibi olanların verdiği bilgilerdir.

Örneğin, özel olarak koronavirüs veya benzer salgın hastalıkların kontrolünde görev yapmış veya yapmakta olan enfeksiyon hastalıkları uzmanları basta olmak üzere hastaları takip ederek birinci dereceden bilgi sahibi olan kişiler değerli bilgiler verir.

Buna ek olarak hem klinik hem temel bilimlerde görev yapan bilim insanları yaptıkları veya kritik bir şekilde derledikleri çalışmaları aktararak toplumu aydınlatabilir.

Bu salgın hastalığı ve hastalıktan korunma yöntemlerini anlamak için mikrop bilimi (mikrobiyoloji), virüs bilimi (viroloji) ve bağışıklık bilimi (immünoloji) basta olmak üzere pek çok bilim dalından uzmanların görüşü ve söyleyecekleri değerlidir.

Ancak burada en önemli nokta, uzmanın aktardığı bilginin ve verdiği görüşün seviyesini bilmesidir. Etkinliği kanıtlanmamış bulguları veya düşünceleri genel-geçer bir kesinlikte belirtmek bana göre bilimsel ahlaka aykırıdır.

Olduğu kadarını belirtmek veya kişisel görüşünü kanıta dayalı bilimsel görüş ile karıştırmamak, herkesin bir ilaç, bir deva beklediği bu salgın durumlarında biraz zor olabilir, bunu anlıyorum. Ancak bilim insanlarının ve uzmanların sorumlu davranması gerektiğini düşünüyorum. 


"Büyük bilgi kirliliğine yol açan 'kalifiye sosyopatlardan' kendimizi olabildiğince korumalıyız"

Türkiye’de ve dünya da bu salgın zamanında kanıta dayalı güvenilir bilgi veren birçok kuruluş var. Dünya Sağlık Örgütü (WHO), Amerikan Hastalıklardan Korunma Merkezi (CDC) başta olmak üzere diğer bilimsel oluşumlar takip edilebilir.

Benim takip ettiğim kadarıyla Türkiye’de Türk İmmünoloji Derneği ve Enfeksiyon Hastalıkları Derneği gibi güvenilir bilimsel dernekler ve topluluklar da bilgilendirici ve sorumlu açıklamalar yapmakta.

Türkiye’de bu değerli bilim insanlarının çalışmalarına ve kritik bir şekilde aktardıkları bilgilere güvenilebileceğini düşünüyorum.

Bunun dışında her konuda her şeyi bildiğini düşünen ve büyük bilgi kirliliğine yol açan “kalifiye sosyopatlardan”, unvanı, misyonu ve statüsü ne olursa olsun kendimizi olabildiğince korumamız gerekiyor. 


"Kimseyi ilahlaştırma! Hayatta (ve bilimde) en büyük hak, hakikattir!"

- Bilgi kirliliğinden nasıl korunabiliriz? Toplum olarak ne yapmalıyız?

Bilgi kirliliğinden korunmanın tek yolu toplumda bilimi içselleştirmektir. Bilgi kirliliği bilgisizlikten beslenir ama bilgisizlikten kat be kat daha tehlikelidir.

Bilimsel ve toplumsal ahlakın yetersiz olduğu toplumları esir alır. Bu noktada az önce belirttiğim gibi bilim insanlarına büyük bir sorumluluk düşüyor. Bunun yanında toplumdaki herkes sorumlu davranmalıdır.

Benim bilgi kirliliğinden korunmak için vereceğim temel tavsiye bilimi ve gerçekliği esas alan ve aslında bu toprakların (Anadolu’nun) binlerce yıllık birikimini içinde barındıran ve şöyle özetleyebileceğim bir yaklaşım: 

Kimseyi ilahlaştırma! Hayatta (ve bilimde) en büyük hak, hakikattir! Hakikate ulaşmak için sahip olunması gereken en önemli erdem (bilimsel) ahlaktır! (Bilimsel) Ahlakin en temel ögesi ise ne bildiğinden çok, hakikate giden yolda ne bilmediğine dair olan farkındalıktır.


Bilim insani için de bu farkındalık en büyük zenginliktir. Çünkü bu farkındalık kritik düşünme ile bilim insanına bilginin sınırında onu hakikate adım adım ulaştıracak soruları sordurur.

İşte bu sebeple bilimde unvandan, uzmanlıktan, profesörlükten önce ahlak gerekir. Atasözünün dediği gibi: Boş teneke çok ses çıkarır!

Ben elimden geldiğince bu öğretinin ışığında hem kendimi hem yetiştirdiğim öğrencileri ehlîleştirmek için çaba sarf ediyorum. Kendimi ve çevremdekileri yüzeysel, yavan ve yalan yaklaşımların tehlikelerinden korumaya çalışıyorum. Benim naçizane tavsiyem de bu yönde.

Toplum olarak hem kendimiz ve çevremizdekiler için yüzeysel, yavan ve yalan yaklaşımlara karşı mücadele ederek bilgi kirliliğinden korunabiliriz.

Bence bilimde ve hayatta gerçeği esas alan bu yaklaşım sadece bu salgını veya bilgi kirliliğini çözmekle kalmaz, aynı zamanda dünyayı da daha yaşanılır bir yer haline getirir. 
 


"İnsanlık doğanın ve evrenin bir parçası olduğunu öğrenebilirse, güzel günler göreceğiz"

- Bu salgından ne öğrenebiliriz?

Öncelikle sağlık sisteminin ve bilimsel kurumların gücünün toplum açısından ne kadar önemli olduğunu öğrenebiliriz. Dünyada hemen hemen her ülke şu anda bu salgından muzdarip. Ancak güçlü bir toplumsal sağlık sisteminin ve güçlü bir bilimsel birikimin olduğu ülkeler bu salgınla başa çıkma ve salgına çözüm üretme konusunda öne çıkıyor.

Vatanı, ülkeyi, sevdiklerimizi ve hatta insanlığı korumak için; füzeden, silahtan çok insani değerleri ve bilimin ışığında halk sağlığını güçlendirmek ve dünyayı ayırım gözetmeksizin yaşanabilir bir yer kılmak için hem bireysel hem toplumsal seviyede adımlar atılmalı bence.

Gandi’nin dediği gibi, dünya herkesin ihtiyacını karşılamak için yeterli bir yer, ama herkesin oburluğunu ve hırsını karşılamaya maalesef yetmez.

İnsanlığı bekleyen bir sonraki salgınla veya dünya çapındaki sorunla karşı karşıya kaldığımız zaman bize bu salgından bu noktada çıkardığımız dersler yardımcı olacak.

Umarım bu salgın bize, insani değerlerin, hakkin, gerçekliğin, iyiliğin ne olduğunu biraz sorgulatır. Bu yaşadığımız hayatı; hırsın, ben-merkezci yaklaşımların ve gündelik telaşların ötesinde anlamlı kılan değerler olduğunu düşünüyorum.

Hayatin anlamını bulma yolunda en zor ama en değerli aşama bana göre iyi bir insan olmak. Bu zor zamanlarda, canlılığın her türünde ve evrimsel süreçte karşımıza çıkan “özgecilik” (altruizm); bilimsel gerçeklik ile yeni bir bütünsellik içinde bize iyi bir insan olmanın evrensel erdemini kazandırabilir.

Bu kazanımla, eğer insanlık doğanın ve evrenin merkezinde değil de bir parçası olduğunu öğrenebilirse, şairin dediği gibi güzel günler göreceğimizi düşünüyorum!      

 

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU