Korona sonrasında ‘kültürel yaralar’ nasıl iyileşecek?

Değişim için ‘direniş ve çatışmanın’ yokluğu insanların rasyonalist eğilim sergilemesiyle de açıklanabilir olsa da, burada odaklandığımız husus; adet ve geleneklerimizden bu denli kolay vazgeçebilmiş olmamızdır

Koronavirüs salgının ekonomi üzerindeki etkisini düşünmek, mevcut tahribatı ve gelecekteki sorunları tanımlamak için özel bir çaba gerekmeyebilir.

Dünyanın hemen hemen her yerinde uygulanan karantinalar nedeniyle ekonomiler adeta askıya alınmış durumdadır.

Herkesin salgının bu boyutuna ilgi göstermesi doğaldır, zira ekonomi; insanların geçim kaynağıdır.

Salgının ekonomiye etkisi gözle görülebilmekte ve cebimize yansımaktadır.

Koronavirüs sadece ekonomiyi mi etkilemiştir?

Dünya yakın tarihte birçok ekonomik krizden geçti, en meşhuru; ‘Büyük Durgunluk’ olarak nitelenen 1929 kriziydi.

En son 2008 yılında ciddi bir krizle karşı karşıya kaldık, bu son kriz ‘Arap Baharı Devrimlerini’ tetikleyen sebeplerden biriydi.

Artan işsizlik ve yoksulluk Ortadoğu’da halkların isyan etmesini kolaylaştırdı.

Ekonomik sistemler ne kadar güçlü olursa olsunlar kırılgandırlar, ekonomistler; dünya genelinde bir günlük işçi grevinin korkunç sonuçları olacağından dem vurur.

Son yirmi yılda, terör saldırılarının ekonomilere nasıl zarar verdiğini gözlerimizle gördük, bazı ülkelerde turizm sektörü tamamen felç oldu, zaten yatırımcıların doğasında ‘korku’ vardır; yatırımlar ertelendiğinde ya da sermaye geri çekildiğinde ise liberal ekonomik sistemde çark durma noktasına gelir.

Ancak ‘korona salgının’ yüksek yetkinliğiyle tesir ettiği bir başka alan daha vardır, o da; gelenek, görenek ve dini boyutları da dahil olmak üzere kültür üzerindeki etkisidir.

Özellikle antropolojik anlamda kültürü kast ediyoruz, çünkü sanat, edebiyat, müzik gibi genel kültürel faaliyetler karantina altında da icra edilebilir.

Koronanın en şok edici etkisi ise, dini ibadet ve ayinlerde zorunlu kıldığı değişimdir.

Finansal krizler ve büyük savaşlar, daha çok ekonomi ve politika üzerinde etkili olmuş, politik sistemleri ortadan kaldırarak yerine yenilerini ikame etmiştir.

Ancak, evlilik, taziye, tapınma alışkanlıkları olduğu gibi devam etmiştir.

Tunus’u ele alacak olursak; Müslümanlar cuma namazına ve Ramazan’da teravih namazlarına gitmeye devam etmiş, Yahudiler Cerba Adasındaki Griba Sinagogunda hac ibadetlerini gerçekleştirmiş, Hristiyanlar Noel ve Paskalyayı toplu halde kutlamayı sürdürmüştür.

Tarihteki tüm çalkantılı dönemlerde devam ede gelen toplu ibadet ve ayinler salgın nedeniyle askıya alınmış durumdadır.

Kültür sosyologları her zaman kendilerince kutsal bir doğaya sahip olan bazı fikirleri tekrarlar, bunlardan biri de; kültürel değişimin oldukça zor ve yavaş olduğu ve değişimin gerçekleşmesi için birbirini takip eden çok sayıda nesil gerektiğidir.

Ekonominin, evlilik ve yas ritüelleri gibi birçok sosyo-kültürel fenomenin nesillerden nesillere korunması üzerindeki etkisine dikkat çekerler.

Yani evlilik ritüelleri için bir pazar söz konusudur, evli çiftin ihtiyaçlarını karşılamak ve düğün töreni için çok sayıda işçi doğrudan ya da dolaylı olarak çalışmak zorundadır.

Cenaze için de aynı şey geçerlidir, tabut yapımından mezar taşı yapımına, cenaze yıkanmasında istihdam edilen gereçlerden, taziye evlerine kadar birçok iş kolu bu bağlamda aktiftir.

Şu anda koronavirüs salgını tüm bu alışkanlıkları ve gelenekleri dondurmuş durumdadır.

İnsanlar biri vefat ettiğinde, taziye evine gidip kahve içmiyor, taziyelerini gelişmiş iletişim araçlarıyla uzaktan yapıyor.

Kimse cami önünde cenaze namazı kılmıyor, başlı başına bu husus, sosyolojik anlamda asla hafife alınamayacak önemdedir.

Bu sadece kültürel davranışta niteliksel bir değişiklik değil, sadece korkunç mikroskobik bir varlık tarafından gerçekleştirilebilecek açık bir darbedir.

‘Darbe’ diyorum çünkü Müslümanlar, ‘mevtayı onurlandırmak, onu gömerek olur’ kültürüne sahiptirler.

Mısır ve Tunus’ta bu kriz esnasında, bazı insanların, koronavirüs nedeniyle hayatını kaybedenlerin yerleşim yerlerine yakın mezarlıklara defnedilmelerine karşı çıktıklarını gördük.

İki ülkede de, protesto gösterilerinin gölgesi altında, güvenlik güçlerinin zoruyla definler gerçekleştirilebildi.

Tabi burada meselenin insani ve ahlaki yönüne değil, sosyolojik kültürel boyutuna işaret ediyoruz.

Özellikle cenaze ritüellerine odaklanıyoruz, çünkü evlilik ritüelleri ertelenebilir ya da insanlar nikâhla yetinebilir.

Hatta bazıları ekonomik gerekçelerle koronayı fırsat bilerek masraftan kaçınmak adına şimdi nikâh kıymayı tercih ediyor.

Hac ibadeti de ‘güç yetirebilenlere’ farz olan bir ibadettir ve tarihte bazı doğal felaketler nedeniyle nispeten aksamıştır.

Ancak cenaze merasimi, cuma namazlarının iptali ve Ramazan’da camilerin kapalı olması, bunlara daha önce hiç rastlanmamıştı.

Tunus’ta Cerba Adasındaki Griba Sinagogu'na düzenlenen ‘hac ziyareti’ de iptal edildi, Hristiyanların Paskalya kutlamaları da sınırlı seviyedeydi.

Kültürel değişim değil de ‘kültürel darbe’ dememin sebebini anlatabilmem için, ‘sosyal olgu’ savunucusu Emile Durkheim’in kapısını çalmalıyız.

Durkheim’e göre; toplumsal olay bireye bağlı ve bireyle başlayıp biten bir süreç değildir, bireyi aşkındır, birey ona zorunlu olarak katılır.

Durkheim’de kişiler topluma göre şekillenir, kişilerin tercihleri çevresinden etkilenir, baskı sosyal gerçekliğin bir özelliğidir, birey ancak çatışarak sosyal kuralların dışına çıkmayı başarabilir.

Biz ise, direniş ve çatışma olmadan, din, medeniyet ve gelenek kaynaklı kültürel uygulamaların dondurulmasına sebebiyet veren ‘bir darbeye’ maruz kalmış ve uyum sağlamış durumdayız.

Hatta bazıları koronavirüsten vefat edenlerin cesetlerinin yakılmasını savunmaktadır, bu durum; daha önce eşine rastlanmamış bir şeydir.

Toplum, virüse aşı bulunana kadar, adeta geleneklerini askıya almıştır. Değişim için ‘direniş ve çatışmanın’ yokluğu insanların rasyonalist eğilim sergilemesiyle de açıklanabilir olsa da, burada odaklandığımız husus; adet ve geleneklerimizden bu denli kolay vazgeçebilmiş olmamızdır.

Bu vazgeçiş ve yeni durumu kabullenmekteki esneklik, insanın davranışsal geçmişiyle uyumlu değildir.

Öte yandan şunu soruyoruz:

Bu ritüeller ‘korona salgını’ sona erdiğinde gücünü ve sosyal etkisini nasıl geri kazanacaktır? 

Daha önce benzeri yaşanmadığı için öngörüde bulunmak zor. Bekleyip ‘kültürün’ yaralarını nasıl saracağını göreceğiz.

Adet, gelenek ve görenekler, doğal yaşamımıza döndüğümüzde bazı değişikliklerle yine kendilerini sürdürecektir.

Bana bir çatlak meydana gelmiş gibi geliyor. Kültürel güç yara aldı.

  

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Mustafa Yıldız

Şarku'l Avsat

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU