Sudan, "Arap Baharı" sürecinden önce ikiye bölünmüş Güney Sudan, Sudan'dan ayrılmıştı.
Ardından ülkede çıkan iç karışıklar sonucunda Ömer el-Beşir devlet başkanlığı görevini bırakmasına rağmen, ülkedeki iç karışıklıklar günümüze kadar bir türlü durulmadı.
Sudan bir başka bölünmenin eşiğine mi geldi?
Bu süreç nasıl sonlanacak bölgesel ve küresel aktörler kimi destekliyor?
Son 1 haftadır Doğu Afrika'nın önemli ülkelerinden biri olan Sudan iyice karışmış durumda.
Konu, Türk medyasında yeterli şekilde analiz edilmese de ilgi duyanlar Sudan'da neler oluyor sorusunu sık sık soruyor.
Kuzey Darfur eyaletinin el-Faşir şehri, uzun süredir Sudan ordusuyla çatışan Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) tarafından ele geçirildi.
Kentte "toplu infazlar" yaşandığı bildiriliyor. Bölgeden gelen haberlere göre son 3 günde en az 2 bin kişinin HDK milisleri tarafından öldürüldüğü, on binlerce kişinin zorla yerlerinden edildiği, hastanelere, kamu binalarına saldırıların, sistematik yağmalama, işgal, kundaklama, tecavüz gibi ciddi insan hakları ihlallerinin olduğu gelen haberler arasında.
Bu çatışma sadece askerî düzeyde değil; sivil halk, altyapı, ekonomi ve kamu hizmetleri ağır şekilde etkileniyor.
Sudan şu anda dünyanın en ciddi insani krizlerinden biriyle karşı karşıya.
Darfur'un kalbi olarak nitelendirilen Faşir'in kaybedilmesi, Sudan Silahlı Kuvvetleri açısından yalnızca taktiksel bir mevzi kaybı değil; aynı zamanda yıllardır bölge üzerindeki egemenlik iddiasının fiilen çöküşünü simgeliyor.
Çatışmanın arka planı
Sudan'daki savaş, "iki general arasındaki iktidar mücadelesi" şeklindeki dar bir bakış açısıyla değerlendirilmeyecek kadar derin olayların günümüze yansımasından başka bir şey değil.
Bu sebeple, 15 Nisan 2023'te Sudan'da başlayan olaylar içerisinde birçok parametreyi barındırıyor.
Olayı, kolaycı bir okumayla sadece dış güçlere bağlamak, kökenleri tarihin derinlerine uzanan Sudan'daki krizin doğru anlaşılmasının önündeki en büyük engel.
Nitekim, etnik, dini ve ekonomik faktörlerin iç içe geçmesiyle şekillenen Sudan'daki kriz, kolonyal dönemin mirası, güç boşluğu ve kaynakların adaletsiz dağılımı gibi nedenlerle kalıcı hale gelirken tarihî bölgesel gerilimler, modern jeopolitik çıkar çatışmaları, ekonomik kaynak mücadelesi gibi bileşenleri içeriyor.
Özetleyecek olursak;
Sudan'da fitilini ekonomik krizin ateşlediği, ABD öncülüğündeki Batılı ittifakın ve Körfez ülkelerinin kışkırttığı, uluslararası bir oyunun parçası olarak sergilenen bir iç savaş yaşanıyor, diyebiliriz.
Bu yönüyle küresel ve bölgesel aktörlerin ülkenin yarınına dair belirsiz ve değişken politikaları ile yönetici elitlerle kurdukları farklı düzeydeki ilişkiler, Sudan'daki krizin bugünkü haline ulaşmasında başat rol oynayan faktörler arasında yer alıyor.
Arap dünyasında 2011'de başlayan halk ayaklanmalarının Sudan'a sıçramasının ardından ülke çapındaki protestoların bastırılmasında önemli bir rol oynayan Hızlı Destek Kuvvetleri Komutanı Korgeneral Muhammed Hamdan Hamideti'ye bağlı birliklerin Ömer el-Beşir tarafından desteklenmesi, Sudan'da bir bakıma alternatif bir ordu yapılanmasının başlangıcını meydana getirirken, ülkedeki kurumsal yapının sarsılmasına ve yeni iktidar mücadelesi alanlarının oluşmasına da kapı araladı.
Beşir sonrası ABD, İngiltere, Suudi Arabistan ve BAE tarafından yürütülen dörtlü mekanizmanın desteğiyle iktidara gelen, eski Sudan Başbakanı Abdullah Hamduk'un yanlış stratejileri ülkedeki istikrarsızlığı pekiştirirken Sudan ekonomisini adeta iflasa sürükledi.
Sudan toplumunda ciddi eleştirilere yol açan seküler eğitim reformu gibi hamleleri nedeniyle toplumsal desteği kısa sürede kaybetti.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Mevcut duruma gelene kadar geçen süreçte ekonomik ve sosyal sorunlardan kaynaklı protestoların büyümesiyle, Sudan askeri eliti Ömer el-Beşir'in iktidarına son vermiş, Hızlı Destek Kuvvetleri ve General Hamideti de söz konusu darbeye destek vermişti.
Sudan Silahlı Kuvvetleri'nin başında bulunan General Abdulfettah el-Burhan öncülüğünde 2021'de gerçekleşen askeri müdahale sonrası güç paylaşımı, daha da önemlisi, HDK'nın Sudan Silahlı Kuvvetlerine eklemlenmesi kritik anlaşmazlık alanı halini almıştı.
Zira, HDK'nın, Darfur'da siyasi-askeri ajandayı yürütmesi, altın madenlerine erişimi, daha da önemlisi Libya'da ve Yemen'de yaşanan çatışmalara doğrudan milis desteği vermesi ile bağımsız bir ajanda izleme eğiliminde olması Hartum'u rahatsız etmişti.
Hamideti'nin HDK'den aldığı güçle devlet başkanı edasıyla hareket etmesi ve Burhan'dan bağımsız olarak Körfez ya da bazı Afrika ülkelerine düzenlediği ziyaretler, ikili arasındaki gerilimi iyice tırmandırdı.
1956'de bağımsızlığını ilan eden Sudan bu tarihten itibaren, iktidar mücadelesinin adeta bir "rutin" haline geldiği bir ülke olarak 1989 yılındaki Ömer el-Beşir darbesine değin kimi zaman başarılı kimi zaman sonuç vermeyen 9 askeri darbeye şahitlik etti.
Farklı etnik kökenlerden müteşekkil Sudan toplumunda Kuzey Sudan Arap Etnisitesi, Darfur merkezli Batı Sudan Arap Etnisitesi ve Afrika kökenli halkların varlığını sürdürdüğünü görüyoruz.
Afrika kökenli isyanları bastırılmasında Batı ve Kuzey birlikte hareket etse de el-Beşir rejiminin düşmesiyle birlikte kökenler arası çizgiler daha da belirginleşmiş ve eski hesapların yeniden gündeme geldiği görülüyor.
Sudan'da Muhammed Ahmed el-Mehdî'nin 1885 yılında İngilizlere büyük darbe vurmasından sonra yerine geçen Darfur asıllı Abdullah Teâşî hariç tüm üst yöneticiler genelde Hartum ve çevresinden geliyordu.
Sudan'daki savaşın taraflarına bakıldığında, özellikle HDK tarafında geliştirilen söylemler ve politikaların ardındaki söylemin bahsi geçen "tarihi arka planın" izlerini barındırdığı görülecektir.
Çoğunluğu ve ana omurgasını Darfur'daki Arap varlığının oluşturduğu Muhammed Hamediti liderliğindeki "Hızlı Destek Kuvvetleri" taraftarları, "yönetme sırasının" kendilerine geldiğini açıkça ifade ediyor.
İlk defa yaklaşık 130 yıl sonra Hamediti isimli paramiliter birliklerin başındaki kişi Darfur bölgesinden gelip ülkenin başına geçmek istiyor.
HDK milisleri bu gelişmeyi "yüzyıllar sonra bir ilk" olarak nitelendiriliyor.
Şöyle ki;
Merkezi yönetime karşı yapılan isyan girişimlerinde sürekli aynı söylemin kullanıldığı görülüyor:
56 Devletini reddediyoruz.
Güney Sudan'ın bağımsızlığını elde ettiği süreçte de kullanılan bu söylem; "56 devletinin Güney halklarına gerekli eşitliği" sağlamadığıydı.
Benzer şekilde 2018 yılında el-Beşir rejimine karşı protestolarda "56 devletinin temellerinin demokrasi getirmeyeceği" şeklinde ifade edildi.
2025 yılında Hamideti'ye bağlı milislerin aynı söylemi farklı bir biçimde tekrarladıkları görülecektir.
Cancavidler kim, nasıl ortaya çıktılar; Hızlı Destek Kuvvetleri'ne (el-Kuvvâtü'd-Da'mü's-Seri') nasıl dönüştüler?
Sudan'ın geçmişten günümüze siyasi tarihi incelendiğinde hiç şüphesiz göze çarpan ana konulardan biri Darfur sorunu ve Cancavid paramiliterleri gelmektedir.
Cancavidler, Darfur'da yaşayan, genellikle hayvancılıkla uğraşan Arap kabileleri üyelerinden meydana gelmiş silahlı milislerdir.
Tarihsel açıdan Cancavidler, Darfur bölgesinde yol kesme, şehir dışındaki ticaret kervanlarını gasp etme, tarım ve hayvancılıkla uğraşan halkın mallarını yağmalama suçlarını işleyen silahlı gruplar olarak tanımlanıyor.
Etimolojik olarak Cancavid, "cin" ve "at" anlamına gelen "Cuvad" kelimelerinin terkibiyle, zaman içinde Cancavid olarak telaffuz edilen bu yapıyı yerel halk acımasızlıkları ve katliam niteliğindeki cinayetleri dolayısıyla "Atlı Cinler" anlamına gelen "Cancavidler" kelimesiyle isimlendirdi.
Son günlerde Sudan'dan gelen katliam ve vahşet görüntüleri halkın bu grupları ne kadar doğru bir şekilde isimlendirdiğinin kanıtı olsa gerek.
2000'li yıllarda Afrika ülkelerinde birçok terör örgütü ortaya çıktı.
Sayıları artan bu örgütler ülke güvenliklerini tehlikeye atmaya başladı.
Sınırlı imkanlarla donatılmış düzenli orduların bu yeni terör odaklarıyla başa çıkması mümkün değil.
Bu yeni durum birçok devleti yerel halktan eli silah tutan gençleri bir tür alaylı asker de denebilecek paramiliter birlikler halinde en ufak bir süreçten geçirmeden yaşanan çatışma alanlarına sürmesine neden oldu.
Bu anlamda Sudan en özel örneklerden biri olarak görülebilir.
Paramiliter güç kullanımı, devletin sınırları içinde zorlayıcı güç kullanımı üzerindeki tekelinden etkili bir şekilde vazgeçmeyi temsil etmesinden ötürü, egemenliğin tanımlayıcı özelliğinin yitirilmesi manası taşıyor.
Rasyonel olarak bu tür davranışlar zayıf ve başarısız devletlerde görülüyor.
Cancavidleri bir arada tutan olgulara gelince bu gruplar geçimlerini sadece yağmalama ve gasp ile sağlayan gruplardır.
Senelerce çobanlık yapan, bedevi dediğimiz kültürsüz ve çok az dini bilgiye sahip olan, Sudan, Nijer, Çad ve Orta Afrika bölgelerine dağılmış bu grupların etrafında toplandığı olguların da maddi imkanlardan başka bir şey olmaması gayet tabii bir sonuç olacaktır.
Bir bakıma Cancavid kavramı, Sudan iktidarının kültür çeşitliliğini gerektiği gibi idare edememesinin bölgedeki tezahürüdür gibi gözüküyor.
Cancavidlerin Sudan'daki siyasi konumu, devlet içinde devlet gibidir.
Halihazırda gelinen noktada Cancavidler başka ülkelerle ittifak anlaşmaları imzalıyor, Sudan ordusundan izin almaksızın gençleri silahlandırıyor; hatta orduyla herhangi bir koordinasyona ihtiyaç duymadan milislerini Sudan dışı bölgelere, paralı asker olarak savaşmak üzere gönderilebiliyor.
Eski adıyla Cancavidler, yeni adıyla Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) milis değil aksine düzenli kuvvetler oldukları hususunda ısrar etmekte ve "Cancavidler" olarak tanımlanmayı halihazırda reddediyorlar.
Uzun süre ABD'nin uyguladığı ambargolara maruz kalan Sudan'ın birçok bölgesinde bölgesinde zengin altın madenleri ve ciddi petrol yataklarına sahip olduğu anlaşıldı.
Bu gelişmeler özellikle Darfur'daki direniş hareketlerini tetiklemiş ve bunlar merkezi hükümetin yatıştırabileceği gibi değildi.
İşte tam burada Sudanlı yetkililer bunların önlerini bir an evvel almak için 2013 yılında merkezi hükümete karşı her türlü yapılanmayı bastırmak üzere, Cancavid isimli göçebe Arap topluluğundan daha etkili şekilde yararlanmak istedi.
Kolay bir çözüm olarak kurulan bu özel birliklerin zaman içinde faydadan çok zarar vereceğini o dönemde kimsen anlayamadı.
Başına da o döneme kadar atalarının geçim kaynağı olan deve tüccarlığı ile olan sonraları Hamideti kısa adıyla bilinen 1973 doğumlu Muhammed Hamdan Dagalo getirildi.
Kökeni itibarıyla, Batı Sudan'ın Darfur eyaletinde yaşayan Arap kökenli Rizeigat aşiretine mensup olan Hamideti, ilkokul üçüncü sınıfta eğitimini bırakmış ve yirmili yaşlarında ağırlıklı olarak Libya, Mali ve Çad arasındaki deve ticaretinde çalıştı ve kabilesinin kontrolündeki bölgelerde ticari konvoyları haydutlardan korudu.
Ömer el-Beşir yönetiminin verdiği imkânlar sayesinde artık Darfur ve Kordofan dahil her tarafta direnişe kalkışanlara korkudan başka bir şey yaşatmayan bir kimliğe büründü.
Hamideti, 1990lerde, diğer aşiret milisleriyle rekabet eden kendi aşiret milislerini kurmasını sağlayan bu çalışmadan büyük bir servet kazandı ve Cebel Amer'de altın bulunduğunda, milisleri madenlerinin kontrolünü ele geçirdi.
Arap dünyasında 2011'de başlayan halk ayaklanmalarının Sudan'a sıçramasının ardından ülke çapındaki protestoların bastırılmasında önemli bir rol oynayan Hamideti'ye bağlı birlikler, Beşir tarafından ödüllendirilerek kendisine bağlı bir milis yapılanmaya dönüştürüldü.
HDK'nin oluşturulmasıyla Sudan'da bir bakıma alternatif bir ordu yapılanmasının teşekkülü, ülkedeki kurumsal yapının sarsılması ve yeni iktidar mücadelesi alanlarının oluşmasına kapı araladı.
Muhaliflere karşı bir güç olarak kurulan HDK zaman içinde Beşir'i devrilmesinde rol oynayan bir yapıya evirilerek Sudan'daki elitleri arası iktidar mücadelesinin bir parçası haline geldi.
Özellikle 2013 sonrası süreçte devrik başkan el Beşir'in "oğlum" veya "himayemdedir" şeklinde kendisinden övgüyle bahsettiği Hamideti'nin, 2025 yılından itibaren Darfur merkezli "ayrı bir devlet tesis etme" noktasına geldi.
Cancavdiler'in lideri olan Muhammed Hamdan Dagalo ise, Ömer el-Beşir'in devrilmesinden bu yana gerek silah gücü gerek maddi imkanlarını kullanarak Sudan'ın yeni başkanı olmak için elinden geleni yapıyor.
Neden Sudan? Olayların nedeni altın mı?
Sudan yüz ölçümü itibarıyla Türkiye'nin 2 katı büyüklüğünde olup, Afrika'nın birçok açıdan stratejik önemi haiz ülkelerinden birisi.
Beyaz Nil ve Mavi Nil'in her ikisinin de Sudan'dan geçerek Hartum'da birleşmesi bölge yatırımları için büyük önem arz ediyor.
Afrika'da denize kıyısı olmayan Etiyopya, Çad, Uganda, Güney Sudan, Demokratik Kongo Cumhuriyeti ve Orta Afrika Cumhuriyeti gibi ülkelerin kıta dışına açılmalarında Sudan limanları bir çıkış kapısı hükmünde.
Sudan'ın jeopolitik değerini arttıran bir diğer sebep de ülkenin sahip olduğu doğal kaynakları.
Sudan tüm dünyada Avustralya ve Kanada ile birlikte sulanabilir arazi açısından ve kendi öz kaynakları ile ihtiyaçlarını karşılama kapasitesine sahip 3 ülkeden biridir.
Zira, Sudan 2011'de ikiye bölünmeden önce, 84 milyon hektar ekilebilir verimli araziye sahipti.
Sudan'daki iç savaşın perde arkasında altın, yani ekonomik çıkar mücadelesi, en az ideolojik ve siyasi faktörler kadar belirleyici bir unsur.
Bunun nedeni Sudan, Gana ve Güney Afrika'dan sonra Afrika'nın üçüncü büyük altın üreticisi.
Ülkedeki altın rezervlerinin 1.500 tonun üzerinde olduğu tahmin ediliyor.
Altın, Sudan ekonomisinin yüzde 40'ını ve ihracat gelirlerinin yüzde 80'ini oluşturuyor.
Dolayısıyla altın, devlet gelirlerinin ve silahlı grupların finansmanının ana kaynağı hâline gelmiş durumda.
Sudan'da altın ocağı sayısı 76 bine çıktı; 2017 yılı itibarıyla Sudan'ın altın üretimi 105 tona ulaştı.
Böylelikle Sudan, Afrika'nın 2'nci, dünyanın 9'uncu büyük altın üreticisi konumuna yükseldi.
Darfur bölgesindeki altın madenlerini kontrol eden Muhammed Hamediti Cebel Amer gibi bölgelerdeki madenlerden yılda yüz milyonlarca dolar gelir elde ediyor.
Bu gelirle silah satın alıyor, asker maaşlarını ödüyor ve dış bağlantılarını finanse ediyor.
Sudan iç savaşının görünmeyen yakıtı olan altın, HDK için finansal güç ve uluslararası bağlantı aracıdır.
BAE, Sudan'ı bölmek mi istiyor? Küresel ve bölgesel aktörlerin politikaları
Genellikle Körfez ülkeleri, eski devlet başkanı Ömer el-Beşir'in 2019 yılında devrilmesinden bu yana, Sudan'a siyasi olarak çok müdahaleci davranıyorlar.
Sudan'daki çıkarları, bu ülkenin sahip olduğu tarım ve hayvancılık potansiyeli için, buğdayı, hayvan yemi ve yonca üretmek için geniş araziler satın aldılar veya kiraladılar.
Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Sudan'da sahip olduğu araziler 2.800 k2'yi buldu.
Ayrıca, 2022 yılında BAE, Sudan'ın Kızıldeniz sahilinde yeni bir liman inşa etmeyi içeren 6 milyar dolarlık bir yatırımı onayladı.
BAE'nın resmi olarak doğrudan "Sudan'ı bölelim" gibi bir beyanı olmasa da BAE'nin Sudan'daki politikası, ekonomik ve askerî çıkarlarını koruma amaçlı olsa da Sudan'ın parçalanması riskini büyüten bir yapıda ilerliyor.
Ortaya çıkan tabloda HDK'nın güçlenmesi Darfur'un fiilen ayrı yönetilmesi, BAE destekli ticaret ağları (yerel savaş ekonomilerinin kalıcılaşması) Kızıldeniz ve batı bölgelerindeki ayrı yönetim girişimleri, de facto bir parçalanma demek.
BAE doğrudan "Sudan'ı parçalayalım" demese de fiili etki, uyguladığı vekâlet stratejisi, savaşın seyrini etkiliyor ve Sudan'ın toprak bütünlüğünü zayıflatarak fiilen parçalanmayı kolaylaştırıyor.
Sonuç olarak; Sudan fiilen birkaç bölgesel yönetimden oluşan bir ülkeye dönüşebilir gözüküyor.
Eğer bir aktör belirli grupları silahlandırır/finanse ederse, bu pratikte devletin parçalanmasını hızlandırabilir veya yerel ayrılıkçı dinamikleri güçlendirebilir.
BAE, Sudan'da özellikle şu 3 konuda nüfuz elde etmek istiyor:
- Altın ticareti ve doğal kaynaklar; HDK kontrolündeki Darfur ve Batı Sudan altın rezervleri açısından zengin bir bölge ve buradan çıkan altın BAE üzerinden ihraç ediliyor.
- Kızıldeniz kıyısındaki liman projeleri; BAE, Sudan'ın doğusunda lojistik üsler ve tarım yatırımlarıyla Kızıldeniz'de stratejik bir hat kurmaya çalışıyor.
- Askerî nüfuz; BAE, Sudan'ı Afrika Boynuzu'nda (Somali, Eritre, Etiyopya hattı) bir tampon veya çıkar alanı olarak görüyor.
Bu hedefler göz önüne alındığında tek ve güçlü merkezî Sudan yerine, bölgesel özerkliklere dayalı zayıf bir Sudan modelinden BAE daha fazla fayda sağlıyor.
BAE şirketlerinin Kızıldeniz'e doğrudan erişimini sağlıyor; parçalanmış, merkezî otoritenin zayıf olduğu bir Sudan'da yerel aktörlerle ayrı anlaşmalar yapmak daha kolay.
Bu nedenle BAE, iç savaşın iki ana tarafından biri olan: HDK milislerini ve Muhammed Hamideti'yi destekliyor.
Son günlerde Sudan halkı başta olmak üzere Arap toplumları tarafından Sudan'ı parçalamakla itham edilen BAE'ye karşı boykot çağrılarının yapılması bu fikirleri doğrular nitelikte.
BAE reddetmekle birlikte Sudan yönetimi ve bazı BM/uzman raporları, BAE'nin HDK gibi paramiliterlere silah ve lojistik sağladığını iddia etti; bu iddiaları içeren haber ve raporlar yayımlandı.
İnsan hakları örgütleri ve araştırmalar (Amnesty vb.), "ele geçirilen gelişmiş silahların BAE üzerinden geldiğinin belgelediğini" söyledi.
Sudan, bu iddialardan dolayı BAE'yi Uluslararası Adalet Divanı'na taşıdı.
Bu da BAE-Sudan geriliminin yüksek olduğunu gösteriyor.
25 Ekim 2021 tarihinde Sudan'daki değişim sonucunda görevinden alınan ve BAE sığınan eski Sudan Başbakanı Abdullah Hamduk o günden bu tarafa ilk kez 15 Nisan 2023 günü patlak veren çatışmalar sırasında hemen BAE'ye ait TV kanalarına çıktı ve barış çağrısı yaptı.
Bu yaklaşım, Sudanlıları öfkelendirdi ve bunların BAE Emiri Muhammed bin Zayed'in talimatıyla organize edildiğini dile getirdiler.
Mısır, Sudan'ın komşusu olarak güney sınır güvenliği, Nil Nehri üzerindeki çıkarları ve bölgesel istikrar açısından merkezi Sudan ordusunu desteklemekte görünüyor.
Sudan Silahlı Kuvvetleri'nin gerek eğitiminde gerekse stratejik kültüründe ciddi bir Mısır Arap Silahlı Kuvvetleri etkisi olduğu biliniyor.
Mısır, Sudan'ın parçalanmasını ve istikrarsızlığını ulusal güvenlik tehdidi olarak algılamakta resmî olarak askeri destek sağladığını kabul etmese de lojistik, istihbarat ve askeri bağlar yönünden SAF ile yakın ilişki içinde olduğu bilininiyor.
Rusya'nın bir taraftan Sudan devletinin resmi temsilciliğini tanıyan ve destekleyen çizgide hareket ederken, öte yandan Rus Özel askeri şirketleri (Wagner) üzerinden ve bazı bağlantılı unsurların, paralel olarak paramiliter güçleri desteklediği görülüyor.
Sudan Merkez Bankası'na göre, 2022'nin ilk yarısında yaklaşık 1,32 milyar dolar değerinde yasal olarak ihraç edilen Sudan altınının tamamını satın almıştı.
Wall Street Journal'da yayımlanan bir habere göre;
HDK güçleri, Wagner tarafından kontrol edilen ve paramiliter grup lideri Yevgeny Prigozhin'in sahibi olduğu Meroe Gold'un güvenliğini sağlıyor.
Bu maden şirketi Sudan'ın altın endüstrisinde önemli bir oyuncu haline geldi.
Küresel güç dengesinde: ABD ve Batı'ya karşı Afrika ve Orta Doğu'da nüfuz artırmak isteyen Rusya Sudan konusunda çifte politika izlemektedir.
ABD'nin Sudan'daki olaylara yaklaşımı, yalnızca insani ya da diplomatik bir mesele değil; aynı zamanda jeopolitik rekabet, enerji güvenliği ve uluslararası düzenin yeniden şekillenmesi bağlamında okunması gereken çok katmanlı bir konu.
Ömer el-Beşirin 2019 yılında devrilmesi ile ABD, Sudan'ı yeniden uluslararası sisteme entegre etme fırsatı olarak gördü.
Geçiş hükümetine destek verdi ve 2020'de Sudan'ı terör listesinden çıkardı.
Sivil yönetime geçişi desteklemek, İslamcı kadroların devlet içinden temizlenmesini sağlamak, Sudan'ı Çin ve Rusya etkisinden uzaklaştırmak.
Sudan, Kızıldeniz hattı, Afrika Boynuzu ve Sahel bölgesi açısından kritik bir coğrafi konumda.
ABD, burada üç hedef güdüyor: Kızıldeniz'de Çin ve Rusya etkisini dengelemek, Afrika'daki terör ağlarının (IŞİD, El Kaide) yayılmasını engellemek, Enerji ve maden kaynaklarının (özellikle altın) küresel pazarlarla ilişkisini korumak.
Bu nedenle ABD'nin Sudan'daki rolü, insani müdahale retoriği ile güç dengesi siyaseti arasında bir yerde konumlanıyor.
Türkiye, Sudan'da ne yapabilir?
Faşir kentinin düşmesinin ardından Orgeneral Abdulfettah Abdulrahman el-Burhan'ın Türk Büyükelçisi ve beraberindeki heyetle görüşmesi aslında birçok mesaj içeren bir fotoğraf.
Bilindiği gibi, Türkiye'nin Afrika açılımı konusu, özellikle 2000'lerden itibaren Türk dış politikasının en dikkat çekici dönüşümlerinden biridir.
2000'lerden itibaren Ankara, Afrika'yı hem ekonomik fırsat alanı hem de küresel diplomaside yeni bir güç havzası olarak değerlendirdi.
Türkiye'nin Afrika'daki büyükelçilik sayısı 2002'de 12 iken, 2025 itibarıyla 44'e ulaştı.
Türkiye, Somali, Sudan, Nijer, Etiyopya gibi ülkelerde yüksek düzeyli diplomatik görünürlük kazandı.
2003'te 5 milyar dolar civarında olan Afrika ile ticaret hacmi, 2024 itibarıyla yaklaşık 40 milyar doları buldu.
Türk savunma sanayii ürünleri (Bayraktar TB2, Kirpi, vb.) birçok Afrika ülkesine ihraç ediliyor.
Türkiye'nin Afrika'daki yükselişi, Fransa, ABD, Çin ve Rusya gibi aktörlerin dikkatini çekti.
Özellikle Sahel bölgesinde Fransa'nın nüfuzunun azalması, Türkiye'ye yeni bir alan açtı.
Türkiye dışişleri kaynaklarına göre, Sudan'ın egemenliği, toprak bütünlüğü ve ulusal birliği konusunda net bir tutum sergiliyor.
Türkiye, resmî olarak taraflardan birini açıkça destekleme yerine barışçıl çözüm, arabuluculuk ve diplomasi üzerinden hareket ediyor.
Birçok kaynak Türkiye'nin askerî ve savunma sanayii desteğini, özellikle Sudan Silahlı Kuvvetleri (SAF) lehine gerçekleştirdiğini belirtiyor.
Türkiye menşeli askeri teçhizat ve insansız hava araçları (İHA) gibi sistemlerin SAF tarafından kullanıldığına dair raporlar var.
Sonuç
Kontrolsüz ve donanımlı yaklaşık yüz bin kişilik bir ordunun oluşturduğu tehlike dikkate alınarak, uluslararası toplumun ve sürece müdahil olan tüm ülkelerin Burhan ve Dakalo arasındaki arabuluculuk görüşmelerinde HDK'nin de lağvedilmesi konusundan asla taviz vermemesi gerekiyor.
HDK'nin varlığını devam ettirdiği bir çözüm palyatif olmaktan öteye geçmeyecek ve ülkede yeni ve çok daha derin sorunlara kapı aralayacaktır.
Sudan'da uzun süreli bir iç savaşın aşağı yukarı tüm gereklilikleri mevcut.
Arabuluculuk yoluyla çatışmaların durdurulması çabalarının odak noktasında kaçınılmaz olarak 2 dosya bulunacaktır.
- Bunlardan ilki, Sudan'da güvenlik sektörü reformu ve Hızlı Destek Kuvvetleri'nin Sudan Silahlı Kuvvetleri'ne entegre edilmesi;
- Diğeri ise, ülkede yönetimin sivil bir hükümete devredilip devredilmeyeceğine ilişkin karar ve takvimdir.
Açıkçası, arabuluculuk çabaları geçici ateşkes zemini oluşturabilse de, sözü edilen iki kritik dosyada tarafların uzlaşmaları zor.
Tarafları uzlaşmaya itebilecek enstrümanlar arasında zorlayıcı unsurların ve uluslararası toplumun caydırıcı baskısının bulunmaması halinde ise, halihazırda zor olan uzlaşı ihtimali de imkansızlaşacaktır.
Ayrıca, çatışmanın taraflarının, Sudan üzerinde etkin devletlerin arasındaki görüş ayrılıklarından faydalanarak siyasi-askeri pozisyonlarını sürdürmeleri de olası.
En kötü ve istikrarsızlaştırıcı senaryo ise, iç savaşın Sudan ile sınırlı kalmayarak bölgesel bir vekaleten harp (proxy war) haline dönüşmesidir.
Esasen, en kötü senaryonun son dönemde Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da yaşanan çatışmaların genel gidişatı ile uyumlu olması da endişe verici.
Yemen, Libya, Suriye gibi birçok çatışma bölgesi, geniş vekaleten harp vakalarına ve uzun süreli iç savaşlara sahne oldu.
İsrail'in güvenliği ve yayılabilmesi için Ortadoğu'da savaş, istila ve işgallere ihtiyaç var.
İsrail'in Ortadoğu'daki kanlı stratejisi, 1982 yılında eski bir diplomat olan Oded Yinon adlı bir gazetecinin raporunda kendisini açığa veriyor.
Bu rapor Herzl'in 1897'deki Bildirgesinin biraz daha gelişmiş haliydi.
Peki, CIA destekli bu plan neydi?
Yinon'a göre Büyük İsrail'in oluşması sadece iç dinamikler ile değil, komşu ülkelerin durumu ile de ilgili.
Eğer komşu ülkeler birleşme yoluna giderse bu İsrail için en büyük tehdit.
Yapılması gereken ise önce düşman ülkeleri mezhep ve etnik temelde iç karışıklık çıkarıp bölmek ve bu durumdan faydalanarak İsrail'in bölgesel gücünün tesisini sağlamaktır.
Bu stratejinin gerçekleşmemesi için ve Sudan'ın toprak bütünlüğünün korunması için Türkiye ve Mısır başta olmak üzere bölge ülkelerine önemli görev düşüyor.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish