DEM Parti Sözcüsü Doğan: Süreç kritik aşamada

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Sözcüsü Ayşegül Doğan, partisinin dün gerçekleştirdiği Merkez Yürütme Kurulu (MYK) toplantısının sonuçlarını açıkladı

Ayşegül Doğan, konuşmasına Gazze'de yaşananlara dikkat çekerek uluslararası toplumu harekete geçmeye çağırdı. Doğan, İsrail ile Hamas arasında varılan son ateşkes anlaşmasını desteklediklerini ifade etti.

Doğan, Abdullah Öcalan'ın 9 Ekim 1998 tarihinde Suriye'den çıkarılmasıyla başlayan sürecin yıl dönümüne ilişkin de konuştu. Konuşmasında şu ifadeleri kullandı:

"Artık kimsenin can kaybına tahammülü yok"

9 Ekim, uluslararası komplonun her şeye rağmen Öcalan'ın ısrarlı barış ve demokratikleşme çabalarıyla nasıl boşa çıkarıldığını bu tarihsel bağlamda çeşitli boyutlarıyla ele alır. 9 Ekim'de ne yapılmak istendi? Açık ifade etmek gerekir: 9 Ekim 1998'de amaçlanan, açıkça bir Türk-Kürt savaşının fitilini ateşlemekti. Başarılamadı. İyi ki de başarılamadı. Ancak bunun başarılamaması için çok büyük bir mücadele verildi ve ağır bedeller ödendi. Bölgesel etkileri itibarıyla Türkiye'de geldiğimiz aşama çok kritik; çok önemli ve tarihi bir eşiktir. Bu sözleri ısrarla söylememizin nedeni bir tesadüf değildir. Kritik ve tarihi olması, son 30 yılda yalnızca Türkiye'de değil Ortadoğu bölgesinde yaşanan gelişmelere bakıldığında dahi görülebilir.

Peki, bu süreçte Öcalan ne yaptı? Nasıl bir irade sergiledi? Uluslararası aktörlerin de içinde yer aldığı bu komployu boşa çıkarmak için Sayın Öcalan, 27 yıldır sürdürülen tecride rağmen ilmek ilmek örerek hem Türkiye'ye hem Ortadoğu bölgesine bir demokratik yaşam modeli teklif etti. O yüzden bugün yaşananları değerlendirirken dünden bağımsız ele almamız mümkün değil. Bu komplocu aklı — buradan savaş yaratmak isteyen, yıkım çıkarmak isteyen, göç oluşturmak isteyen, halklar arası büyük bir savaş kurgulayan aklı — yalnızca kınamıyoruz; buna karşı yıllardır mücadele ediyoruz. Bunu yalnızca lanetlemiyoruz; bunun gerçekleşmemesi için mücadelemizi can pahasına veriyoruz. Bu aklın her yerde hâlâ devrede olduğunu görüyoruz.

Evet, boşa çıkarılmış bir komplodan bahsediyoruz; ancak bu akıl hâlâ çırpınıyor ve kalıcı, onurlu, eşit, adil bir barışın imkânlarını ve alanını daraltmaya çalışıyor. Başaramayacakları kesindir, geçen 10 yılda gördüğümüz gibi. Ancak kimsenin daha fazla can kaybına tahammülü yok — bizim de, ülkenin de, Ortadoğu bölgesinin de yok. O yüzden herkes sürecin değerini bilmeli ve bundan sonra yapılması gerekenlere ciddiyetle yaklaşmalı.

"Silahlar sustuysa yasaların görünür olması gerekir"

Doğan sözlerini şöyle sürdürdü:

9 Ekim bağlamında şunu hatırlatmak isteriz: Bunlar sadece teorik açılımlar değildir; sadece yeni tartışmalara kapı aralayan sözler ya da kavramlar da değildir. Öcalan'ın dünyaya, Türkiye'ye ve bölgedeki halklara sunduğu yeni yaşam modelinin anahtar kelimeleri budur. Kürt sorununa bakışın ne kadar derinlikli ve zengin olduğunun göstergesidir. Bazı kesimler 'Süreçle bağlantılı olarak komisyonla mı ilgili?' diye soruyor. 'DEM Parti olarak siz başka bir şey bilmiyor musunuz? Öcalan meclis komisyonuna görüşlerini aktarsın, Öcalan dinlensin; Öcalan'ın ana aktörlüğü, temel muhataplığı önemli' diyoruz.

Niye yalnızca bunları ifade ediyorsunuz diye soranlara, bu yaklaşıma yüzeysel bakanlara bir kez daha çağrı yapıyoruz: Sayın Öcalan'ın 27 Şubat çağrısıyla ve 9 Temmuz çağrısıyla ortaya çıkan gerçeği neden görmezden geliyorsunuz? Bu küçümsenecek, gayri ciddi bir olay mıdır? Tekrar ediyorum: sözünü ettiğimiz konu insan hayatını, milyonlarca insanın geleceğini ilgilendiren; milyonlarca insanın nasıl yaşayacağına dair anahtar çözümler içeren iki önemli çağrıdır. Hiç kimse bu çağrılara yüzeysel yaklaşamaz; göz ardı edemez.

Bizim bu konudaki tavrımız dün de böyleydi, bugün de aynı. Bunu geç anlayanlar, idrak edemeyenler Türkiye'ye yalnızca zaman kaybettirmediler, can da kaybettirdiler. Bu tür ısrarlar sürdürülmemelidir. Bu anın ıskalanmaması gerekiyor, sevgili arkadaşlar, değerli Türkiye halkları. Hatırlayacaksınız, Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan ilk açıklamalarından birinde 'Her olumlu adım bir sonrakine vesile olacaktır' demişti.

27 Şubat çağrısından sonra MHP lideri Sayın Bahçeli de 'Önce silahlar sussun, sonra her şey konuşulur' dedi. Biz de diyoruz ki: Silahların susması önemli; ancak çatışmasızlığın kalıcı hale getirilmesi gerekiyor. Çatışmasızlığın kalıcı olabilmesi için bir dizi adım atılmalıdır.

Silahlar sustuysa şimdi yasaların, hukukun ve demokrasinin görünür olması gerekir. Tanınma ve kabul hukuken sağlanmalıdır. Ancak henüz yaprak kıpırdamıyor; önemli sözler söyleniyor, ezberler bozuluyor — bunun farkındayız.

"Sayın Öcalan'ın görüşlerine başvurulmalı"

Söylemek yetmiyor; bunu tekrar etmek de zaman kaybıdır. 'Geçiş dönemi' deniyor; geçiş dönemi bazı mekanizmalar gerektirir. Geçiş dönemi gerektirdiği yenilikleri hem toplumsal hem siyasal olarak görmeliyiz. Yeni dönemde hukukun üstünlüğünün sağlandığının, adaletin tesis edildiğinin ve tecridin ortadan kalktığının görülmesi gerekir.

'Niye konuşacak?' sorusunun sorulmaması, konuşmasının neden elzem olduğunun anlatılması gerekir; bunun yalnızca DEM Parti'ye bırakılmaması gerekir. Bu mesele sadece DEM Parti'nin meselesi değildir; Türkiye'nin, Türkiye toplumunun ve Türkiye siyasetinin meselesidir. Karşı karşıya kaldığımız vebal hepimizin ortak vebalidir. O halde hep birlikte bu konuya ilişkin somut adımlar atılmasına dair çalışmalar yapılmalıdır. Sürecin gerekleri ve doğal koşulları gözetilmelidir. Son İmralı heyeti ve Sayın Öcalan görüşmesinde de altı çizildiği gibi komisyon çalışmalarının önemi bizim tarafımızdan her defasında vurgulanmıştır.

Komisyonun bir şekilde Sayın Öcalan'la irtibat kurması gerekiyor. Sayın Bahçeli'nin bu konudaki açıklamalarını memnuniyetle karşılıyoruz; bunlar Türkiye açısından geç de olsa değerli açıklamalardır. Ancak hâlâ Meclis Başkanı'ndan ve komisyon başkanından konuya ilişkin bir açıklama gelmiyor. Ya da bunun planlamasına dair kamuoyunda herhangi bir bilgi yok; bizde de, komisyon üyelerinde de böyle bir bilgi yok. Dün koordinatör grup başkanvekilleriyle yapılan rutin buluşmada Meclis Başkanı ve komisyon başkanı bu konuda herhangi bir bilgilendirme yapmadı. Her fırsatta zaman vurgusu yapan ve sürecin önemine dikkat çekenler, yitip giden zamanın hepimizin aleyhine nasıl işlediğini fark etmiyorlar mı? Bir an önce Sayın Öcalan'ın görüşlerine başvurulmalı; Sayın Bahçeli'nin yaptığı çağrı dikkate alınmalıdır. Meclisin asli görevi toplumsal taleplere kulak vermek ve bu talepler için çalışmaktır; yeni dönemde de bunu yapması gerekir.

"Kobani davası, bir siyasi intikam davasıdır"

6-7-8 Ekim olaylarının yıl dönümünü geride bırakıyoruz. Yarın 10 Ekim, sevgili arkadaşlar; 10 Ekim'in yıl dönümünü anıyoruz. Acımız hâlâ taptaze, öfkemiz dinmedi. Tarihsel anda olma nedenlerimizden biri 10 Ekim, diğeri de 6-7-8 Ekim Kobani Kumpas Davası'dır — bir siyasi intikam davası. Bu siyasi intikam davasını sürdürmek isteyen akıl, neyin rövanşını almaya çalışıyor? Bu davanın süreçle dahi bağlantısı kurulmamamalı. Hukuken olması gereken hiçbir gerekçe olmadan tutuklananlar artık serbest bırakılmalıdır. Eğer gerçekten stratejik bir değişim ve dönüşüme girecekseniz, atılması gereken adımlar ve yol haritası bellidir; demokratikleşmeye dönük atılması gereken adımlar ortadadır.

Bunun için yeniden saatlerce, haftalarca, günlerce dinlemelere gerek yok. Gök kubbe altında Kürt meselesi ve Türkiye'nin demokratikleşmesine dair söylenmedik söz kalmadı; her şey söylendi. Türk-Kürt ilişkilerinin yeniden tanımlanması için bu ilişkilerdeki çelişkilerin giderilmesi gerekiyor.

Bugün barış, Türkiye'nin demokratikleşmesi için en gerçekçi ve belki de tek imkândır. Buna sımsıkı sarılmak zorundayız; çünkü Türkiye'nin demokratikleşme umudu barıştan geçiyor. Bunları kimse kategorik bir biçimde birbirinden ayıramaz.

Birimize uygulanan adaletsizlik, hepimize uygulanmış sayılır. Günün sonunda toplumun tamamı adaletsizlikten en çok şikâyetçidir. O halde bu adaletsizliklerin giderilmesi, toplumun tüm kesimleri gözetilerek; farklılıkların içinde yer aldığı, kendini bulduğu, eşit şekilde birlikte nefes alabildiği gerçek bir Türkiye fotoğrafıyla mümkündür. Yeri gelmişken Kobani Kumpas Davası ile ilgili çağrımızı yinelemek istiyorum. Türkiye'de hâlâ Kobani davasının bir kumpas davası, bir siyasi rövanş davası olduğunu bilmeyen var mı, bilemiyorum; ama buna karşı yapılan algı çalışmalarına da cevap veriyoruz.

Kobani Kumpas Davası'ndan dolayı tutuklu bulunanlar arasında başta dönemin eş genel başkanlarımız — Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş — ile MYK üyeleri ve milletvekilleri var. Hiçbirine yöneltilen suçlar suç unsuru taşımıyor; yaptıkları konuşmalar, açıklamalar, katıldıkları eylemler için dosyalarda makul bir suç şüphesi bile yok. Milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da hukuka aykırı bulunmuştur. AİHM kararları zaten bunu söylüyor; bizim dışarıdan buna ihtiyaç duymadan iç hukuka dönük adımları atmamız gerekiyor. Bu dava istinaf aşamasındadır; dosyanın yeniden gözden geçirilmesi ve hukuksuzlukların giderilmesi için bu fırsat iyi değerlendirilmeli, daha fazla geciktirilmemelidir.

AİHM'in ihlal kararları doğrultusunda beraat kararı verilmeli. Büyük Dairenin yeni bir karar alması için itiraz hakkı kullanmak yerine hukuku uygulayarak bu tür kararlara gerek bırakmamak gerekir. Türkiye'nin 'ne kadar antidemokratik bir ülke olduğu' tartışmasına değil; 'Türkiye'nin demokratikleşme yönünde nasıl hızlı bir ilerleme gösterdiğini' gören ve kaydeden bir Avrupa fotoğrafına ihtiyacımız var. Bu adaletsizlik ve hukuksuzluk artık son bulmalıdır. Kobani davası dışında da AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararları uygulanmayan birçok örnek var. Gezi davası da son bulmalı; Osman Kavala serbest kalmalı. Can Atalay mecliste olması gereken yerde olmalı; Ayşe Barım'a yapılan zulüm son bulmalıdır. Bu nasıl sürdürülebilir? Süreçle bağlantılı olarak değil; eğer Türkiye gerçekten demokratik değişim ve dönüşüm iddiasındaysa bütün bu adımlar derhal atılmalıdır. Hukuksuzlukların giderilmesi için somut adımlar atılmalıdır. Eğer geçiş dönemindeysek, demokrasiye yüz çevirmiyorsak, yüzümüzü demokrasiye döndüğümüzü gösteren adımları atmalıyız.

"Yapıcı bir  dil kullanılmalı"


 Kuzey Doğu Suriye Özel Yönetimi yetkililerinin yaptığı açıklamalara dikkat çekmek isterim. Entegrasyonu tartışmaya kapalı olmadıklarını söylüyorlar. Hatta daha dün yapılmış bir açıklamadan burada notları paylaşayım sizinle. Tüm bu biraz önce ifade ettiğim başlıklara ilişkin komisyonlar ve öneriler hazırlamış olduklarını söylüyorlar. Hatta daha da ileri gidip kolay konulardan başlayarak karşılıklı güven oluşturmaya hazır olduklarını yine de ifade ettiler. Geçici hükümetin bu diyalog çağrılarının cevapsız bıraktığını söylüyorlar. Ve YPG'nin entegrasyonu meselesini diğer tüm konuların önüne ve üstüne koyduklarını yine dile getirdikleri konulardan biri. Yani entegrasyon bir tarafın diğer tarafa tabi olması yönünde ve anlamında değerlendirilmemeli. Entegrasyon karşılıklı bir değişim ve dönüşüm olarak kabul edilmeli. Bu açıdan baktığımızda Türkiye'yi ilgilendiren bir tarafı var. Çünkü biz de burada demokratik entegrasyondan bahsediyoruz. Bütünleşmeden, yeniden o bütünleşmenin sağlanmasından 27 Şubat'ta Sayın Hocalar'ın yaptığı çağrıda da özel olarak buna yapılmış bir gönderme vardı. Ama doğrudan bağlantılı bir şekilde değerlendirmiyoruz. İki ayrı süreç, iki ayrı prosedür, iki ayrı ülke, farklı koşullar. Yapıcı açıklamalar olmalı. Dikkatli, özenli, hassas bir dil kullanılmalı. Kırılgan meselelerden bahsediyoruz. Kırılgan süreçlerden bahsediyoruz. Bu kırılganlık gözetilerek konuşulmalı. Tarafları eşit mesafede duramıyorsanız dahi bazı mesafeleri koruyarak, gözeterek konuşmanız gerekir. Bizim gördüğümüz kadarıyla şu ana kadar Türkiye'de bu eşit mesafe pek sağlanamıyor ne yazık ki. Ve orada Kürtlerin kazanımları hala burada tehdit olabilirmiş gibi bir dil tercih ediliyor. Bundan vazgeçilmeli. Orada tehdit teşkil eden bir durum yok. Aksine eğer sınır güvenliği hissederdiniz, eğer gerçekten Türkiye'nin güvenliğini garanti altına almak istiyorsanız o halde dostluk ilişkileri geliştirmeli ve buna uygun bir dil, buna uygun demokratik yöntemler tercih etmelisiniz.

 

Independent Türkçe

DAHA FAZLA HABER OKU