İmralı Heyeti üyesi Mithat Sancar: Önyargıları, alışkanlıkları ve ezberleri bırakmak silah bırakmaktan daha zor

DEM Parti Şanlurfa Milletvekili ve İmralı heyeti üyesi Mithat Sancar, Rûdaw Araştırmalar Merkezi'nin düzenlediği Erbil'deki çalıştayda konuştu

Fotoğraf: Rudaw X Hesabı

Konuşmasının başında sürecin nasıl başladığına dair bir özet sunan Sancar; Süleymaniye'deki silah bırakma sürecinin tarihi bir adım olduğunu söyledi.

Sancar'ın konuşmasından öne çıkanlar şöyle:

"Bütün dünyadan farklı bir süreç yürüyor"

Pek çok çevre silah yakma törenini sembolik bir seremoni olarak yorumladı ama hızlıca bu seremoniden ve jestten öte bir gelişmeydi. Bir güçlü irade beyanıydı iki açıdan. Hem örgüt kurucusu ve önder olarak kabul ettiği Sayın Öcalan'ın çağrısını yerine getirme iradesini ortaya koydu hem de silah bırakma konusunda kararlı davranacağına dair bir mesaj vermiş oldu. Süreç bundan sonra başka tartışmalarla devam etti. Mekanizmaların resmi süreçlerin, resmi prosedürlerin başlaması gerektiği yönünde olmalıdır. Görüşler yaygınlık kazandı, özellikle Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde, parlamentoda bir komisyon kurulmasının, bu açıdan hem gerekli hem de çok faydalı olacağı ile getirildi. Bu komisyon 5 Ağustos 2025 tarihinde ilk toplantısını gerçekleştirdi ve çalışmalarını şimdi de sürdürüyor.

Zor yakalanan bir ihtimaldir barış, zor yakalanan bir imkandır. Ama çok değerli, çok önemli bir hedef olduğu konusunda da sanırım çok fazla kimsenin itirazı tereddüdü yok. Türkiye'de yaşanan süreçle ilgili tartışmaları daha iyi anlayabilmek için birkaç özel yanına vurgu yapmak istiyorum. Her seferinde tekrar ettiğim gibi, dünyada yaşanan örneklerden farklı olarak, şimdi devam etmekte olan süreç, denklemlerin tersine çevrildiği bir nitelik taşıyor. Dünyada bildiğimiz örneklerin neredeyse tamamı bir iki istisna farklı açılardan belki zikredilebilir ama diğer süreçlerin önemli çatışma süreçlerinin tamamına yakını silah bırakma meselesinin en sona alındığı bir şablon içinde yürüyordu. Yani ön görüşmeler, diyalog, müzakere, anlaşma, mutabakat ve nihayet silah bırakma. Bütün bunlar silah bırakma amacına yönelik aşamalar olarak gerçekleşiyordu. Şimdi bu süreçte ise silah bırakma iradesi ve kararı en başa alındı. 27 Şubat çağrısı tam da bunu gösteriyor. Silah bırakma aşamasının en başa alınması şüphesiz süreci dünyadaki diğer örneklerden farklılaştırıyor ama tümüyle ayrı bir yere koymuyor. Biraz sonra onunla ilgili bir iki cümlede söyleyeceğim.

“Sayın Öcalan tam tersine bir hamle yapıyor”

İkincisi, bölge uzun süredir, Ortadoğu, yaşadığımız bölge uzun süredir, savaşlar, çatışmalar girdabında bulunuyor. Son iki yılda ise her yerde kan, ölüm ve silah ile birlikte olmak durumunda kalıyoruz. Yaşamla ölüm dengesi alt üst olmuştur. Herkesin silaha koştuğu savaş zihni ve fiziki savaş hazırlığı içinde olduğu bir dönemde Sayın Öcalan tam tersine bir hamle yapıyor. Yani rüzgarın veya akıntının tersine gidiyor. Silah bırakalım, silah devreden çıksın. Kürt sorununda ve bütün bölgede silah yerine siyaset oluşsun çağrısı yapıyor. Üstelik bu çağrıyı yaptığı örgüt de 41 yıldır yaygın bir örgütlenme ve yoğun bir silahlı mücadele yürütmüş bir örgüt. Sadece Türkiye'de mevcudiyeti yok, bölgede aynı şekilde örgütlenmiş, dünyada da pek çok yerde faaliyet yürüten bir örgüt ve bu örgütün silah bırakması için çağrı yapıyor. Silahlara doğru koşu süratle yaşanırken bu bölgede silahlara veda çağrısı bu açıdan gerçekten çok değerli.

"Siyasi ve ekonomik rant devşirenlerin uykusu kaçıyor"

Üçüncüsü, dünyada otoriter rüzgarlar her bir yönden esmeye şiddetle devam ederken 27 Şubat çağrısı barış ve demokratik toplum başlığını taşıyor. Yani sadece barış değil, Demokrasiyi de hedefleyen bir hamle çağrısı olarak ortaya çıkıyor. Bu da hem dünyada hem bölgede esen rüzgarların tersine bir istikamettir. O nedenle evet zordur. Zor bir süreçtir. Evet o nedenle zor yakalanacak bir imkandır. Peki bu özellikler neden önemli ve ben bunları neden şimdi sizlerle paylaştım? Bunu da bir iki cümle ile açıklamaya çalışayım.

Bu tür durumlarda uzun yıllara dayanan alışkanlıklar, önyargılar ve tutumlardan oluşan bir statüko doğar. Pek çok çevre, farkında olarak ya da olmayarak bu önyargıların, alışkanlıkların ve ezberlerin içinden olayları yorumlar. Bir sürecin çatışmayı bitirmek, barışı sağlamak, sorunu çözmek için bir sürecin başladığı bu kadar önemli bir dönemde, önemli bir meselede, bir çözüm ve barış sürecinin başladığı bir ülkede veya bir durumda endişelerin, kaygıların, itirazların ortaya çıkması da anlaşılır bir şeydir. Bütün kesimlerin soyut bir barışseverlikle hemen tam destek ilanında bulunmalarını beklemek gerçekçi değil. Bu kaygıların bir kısmı, endişelerin bir kısmı, itirazların bir kısmı haklı ve iyi niyetli nedenlere dayanıyor. Haklı nedenlere ve iyi niyete dayanıyor olabilir. Ama bir de barış ihtimali on yıllardır kurulmuş statükoyu bozacağı için bundan siyasi ve ekonomik rant devşiren, beslenen çevrelerin de uykusunu kaçırır. İşte bu çevrelerin özellikle bu son söylediğim çevrelerin süreci sabote etmek için ellerinden geleni yapacaklarını hep akılda tutmak gerekiyor.

"Bölgede ciddi bir dönüşüm dönemine gireceğiz"

Zoru başarmak için bu zorlukların farkına varma ihtiyacındayız. Bu zorlukları hatırlatma ihtiyacındayız. Zorlukları hatırlatma umutsuzluğu ve karamsarlığı teşvik etme, körükleme anlamına gelmiyor. Tam tersine sağlam yürümek için gerçekçi olmak gibi bir ve sabırlı, gerçekçi ve sabırlı olmak gibi bir tutum içinde olmayı bize yeniden hatırlatıyor. Daha önce söylediğim gibi bir sözü burada da tekrar edeyim. Sanılır ki uzun savaşlarda ve çatışmalarda silah bırakmak için en zorudur. Ben de diyorum ki önyargıları, alışkanlıkları ve ezberleri bırakmak silah bırakmaktan daha zor. Alışkanlıkları, hırsları, egoları bırakmak silah bırakmaktan daha zor.

Şimdi karşımızda somut süreç meseleleri ve ayrıca biraz önce zikrettiğim bariyerler de var. Bunların farkında olarak yürümek zorundayız. Peki bundan sonra ne yapmak gerekiyor? Geldiğimiz nokta önemli bir nokta. Bu aşama önemli bir aşama. Türkiye'de bu sürecin başarıya ulaşması elbette büyük bir dönüşümün kapısını da açıyor, açacak. Ama sadece Türkiye'de değil, bütün bölgede çok ciddi bir dönüşüm dönemine gireceğimizi de bilmek durumundayız. Sanıyorum herkes de bunun farkında. Yani Kürt sorununda çatışmayı bitirecek ve çözümün kapılarını açacak bir süreç hem Türkiye'de hem Orta Doğu'da başta Kürtler ve Türkler olmak üzere bütün diğer halkların kaderini derinden ve yakından etkileyecek. Bu sürecin başarıya ulaşması bölgede savaşların ve yakınların yerini demokrasiye dayalı barışçıl bir yaşamın alması imkanını da önümüze koyuyor.

"Aktörlerin adını koymak gerekiyor"

Bu kadar büyük bir dönüşümün kolay olmayacağını elbette biliyoruz ama bunu başarmanın ne kadar değerli olduğunun da sanırım hepimiz farkındayız. Büyük çoğunluğumuz, toplumların büyük çoğunluğu da bunun farkında. Bu zorlukları aşmak için yapılması gerekenler var. Ben bir liste sunmayacağım. Ama bazı başlıklara değineceğim. Öncelikle neden böyle bir sürecin ortaya çıktığını düşünüyorum. Kabul etmek gerekiyor sözünü şöyle tamamlayayım ya da başa alayım. Bazı şeylerin adını açıkça koymak gerekiyor. Niye böyle bir süreç var? Çünkü Türkiye'de bir çatışma, savaş diyebileceğimiz bir durum var. 41 yılı bulan bir çatışma, ağır bir çatışma. Çok büyük kayıpların ve derin yaraların açıldığı, yaşandığı bir çatışma. Bu çatışmayı çözmek, barışı tesis etmek anlamına gelir.

Çatışmanın varlığının adını koymak gerekiyor. Pek çok kimse buna bile itiraz ediyor. Bir çatışmanın varlığını inkar ediyor. İkincisi, bu çatışmanın temelindeki sorunun adını koymak gerekir. Çatışma durup dururken ortaya çıkmaz. Bir sebebi kaynağı vardır. Sebep ve kaynak Kürt sorunu. Adını koymak, adını koyduğumuzda çözümü daha kolay bulabileceğimizi düşünüyorum. Adını koymamız gereken bir başka husus var: Aktörlerin rolü. Bir çatışmayı bitirme süreci yaşanıyor. Buradan Kürt sorununu çözmek için kanalların açılacağı bir zemin ve ortam yaratılmak hedefleniyor. Peki aktörler kimler? Evet, genel bir deyişle bütün toplum bu sürecin aktörüdür diyebiliriz ama bize çok fazla bir şey şu aşamada ifade etmeyebilir. Şu an bu sürecin aktörleri elbette devlet, siyaset ve örgüt. Devlette yöneticiler, iktidar ortakları, isim koyarak Sayın Erdoğan ve Sayın Bahçeli, siyasette bütün diğer partiler, başta en büyük muhalefet partisi CHP ve Başkanı Sayın Özel, Kürt sorununun diğer ayağında çatışmanın diğer ayağında çözüm ve barış için aktör Sayın Abdullah Öcalan. Şimdi başlıca aktörlerin adını koymadığınız takdirde rollerini tanımlamanız ve bu rollerini yerine getirmelerini sağlayacak şartları yaratmanız da kolay olmaz. Adını koyduğunuzda tersi mümkün. Eğer sürecin baş aktörleri özellikle, tabi diğerlerinin anıldığını biliyoruz, bu çerçeveyi sunmamın nedeni Öcalan'ın bu sürecin baş aktörü olduğunu, baş aktörleri arasında yer aldığını kabul etmek ve bunun adını koyma ihtiyacıdır. Bu yapılırsa çok tarihi adımların bugüne kadar kendisi tarafından atıldığı bir sürecin bundan sonra da kendi katkısı ve çabasıyla yürümesi daha kolay olacak.

"Ölüme karşı hayat, zulme karşı özgürlük"

Evet bölgesel etkileri de çok büyük olacak. Bu sürecin başarıya ulaşması gerekiyor. Bugüne kadar pek çok çevrenin bu sürece katkıları olduğu, emekleri olduğu, şimdi bulunduğumuz Kürdistan Bölgesi’ndeki yöneticiler hem Erbil hem Süleymaniye'deki yöneticiler de bu katkıyı sunanlar arasında önemli yer tutuyor. Bundan sonra da kendilerinin çok büyük bir sorumluluk altında olduklarını bilerek hareket edeceklerinden şüphe etmiyorum. Bütün ana aktörlerinin hassasiyet ve sorumlulukla hareket etmeleri bu zor yürüyüşte başarıya ulaşacak yolları bulmamızı sağlayacak.

Şimdi kimileri sürekli bir savaş durumundan söz ediyor ve bundan medet umuyor. Biz de kalıcı barış imkanını ve umudunu sürekli canlı tutmak zorundayız. 1600'lerin başındaki Avrupa'da olduğu gibi 30 yıl savaşları mı ya da Kant'ın daha sonra 1648'den sonraki zamanlarda dile getirdiği, yazdığı ve başlığını koyduğu ebedi barış... 30 yıl savaşları mı ebedi barış mı? Ortadoğu'da bütün halklar şimdi bu ikileme sürüklendiklerinin farkına vararak ebedi barışı getirecek iradeyi en güçlü şekilde ortaya koyacaklar. Çünkü söz konusu olan hayatla ölüm arasındaki tercihtir. Söz konusu olan halkların felaketi mi, halkların baharı mı sorusudur. Biz diyoruz ki, evet, ölüme karşı hayat, zulme karşı özgürlük ve eşitlik felakete karşı bahar.

 

Rudaw

DAHA FAZLA HABER OKU