Mahatma Gandi, 30 Ocak 1948 akşamı saat 17:17'de ibadet etmeye giderken üç kurşunla öldürüldü. 78 yaşındaydı. Katil kaçmaya çalışmadı, fanatik bir Hindu'ydu, tutuklandı ve yargılandı. Ardından Kasım 1949'da idam edildi. Hinduların çoğunlukta olduğu Hindistan devletinin rahminden Müslüman Pakistan devleti doğdu. Katil, Hindistan bağımsızlığını kazandıktan sonra Mahatma'nın Müslümanlara verdiği büyük tavizler nedeniyle Gandi'yi öldürdüğünü açıkça söylemişti. Dini çoğulculuğa inanan Gandi, ülke genelinde patlak veren dini fanatizm ve şiddetten büyük rahatsızlık duyuyordu. İtirazını ve protestosunu ifade etmek için bir dizi açlık grevi başlattı. Bu grevlerin sonuncusu 12 Ocak 1948'de, ölümünden iki hafta evvel gerçekleşti.
Gandi, dünya tarihinin takdir edilen ve tanınan isimlerinden biri olmaya devam ediyor. İnsanlığa en çok ilham veren tarafı ise hayatı boyunca benimseyip savunduğu ve o günden itibaren adıyla anılan meşhur Ahimsa (şiddetsizlik) politikasıdır. İlk bakışta Gandi'nin hayatı, hiç ziyaret etmediği ve doğrudan bağlantısının bulunmadığı Arap dünyasıyla oldukça ilgisiz görünüyor. Zira onun Arap liderleriyle ve sorunlarıyla doğrudan bir ilişkisi olmamıştır. Ancak efsanevi mücadelesine dönecek olursak, Türkiye’nin ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk'ün Mart 1924'te halifeliği kaldırma yönündeki meşhur kararını açıklamasından bu yana bölgeyle bağlantısı olduğunu görüyoruz.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Gandi ve İslam halifeliği
Cumhurbaşkanı Atatürk’ün kararına göre Halife’nin yetkileri, bazı görevleri ve kalan bütçesi TBMM'ye devredildi. Atatürk bu kararını şu sözlerle gerekçelendirdi:
Şunu açıkça belirtmeliyim ki, Müslümanları halifelik illüzyonuna kaptırmak isteyenler Müslümanların düşmanıdır.
Hintli Müslümanlar, İslam'ın kutsal mekanları üzerinde doğrudan veya dolaylı hiçbir müdahaleye tolerans göstermeyeceklerdir.
Gandi halifeliğin kaldırılması kararı karşısında şok oldu ve hilafeti Müslümanların gücünün ve birliğinin sembolü olarak gördüğünü ifade etti. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Osmanlı ordusu yenildi ve İtilaf devletleri halifeliğin başkenti İstanbul’u işgal etti. İngiltere ve Fransa, Halife'ye kendi emirlerini dayatarak onu Anadolu'nun bir kısmını ve Suriye'nin tamamını teslim etmeye ve Avrupa ülkelerindeki esirleri hiçbir tazminat ödemeden serbest bırakmaya zorladı. 17 Ekim 1924'te Osmanlı hanedanının son halifesi Abdülmecid Efendi, bir daha geri dönmemesi emriyle Malta'ya giden bir İngiliz gemisiyle başkentten ayrıldı.
1919'da Hindistan'da İslam halifeliğini savunmaya yönelik siyasi bir hareket ortaya çıktı. Bu hareket, hilafeti savunmanın yanı sıra Hindular ve Müslümanlar arasındaki birliğin güçlendirilmesinde ve Hindistan’daki İngiliz yönetimine meydan okunmasında da önemli bir rol oynadı. Gandi, bunu destekleyen duruşuyla ve Şevket Ali ve Muhammed Ali Cevher gibi Hint Müslüman liderlerle yaptığı ortak çalışmayla harekete iki kat ivme kazandırdı. Gandi'nin İngilizlere karşı mücadelesinde, Birinci Dünya Savaşı’nda Büyük Britanya İmparatorluğu’na karşı savaşan Osmanlı İmparatorluğu'nun yanında yer alan Müslüman Hintlere ihtiyacı vardı.
Hint Hilafet Hareketi gün yüzüne çıktığında Gandi elli yaşına yakındı. Müslümanların taleplerine verdiği destek, Hindistan Müslümanları arasındaki popülaritesinin artmasına katkıda bulundu, ancak bu durum çok sayıda fanatik Hinduyu kızdırdı. 1924 yılında Gandi, 19’uncu yüzyılda ülkesinde Fransız işgaline karşı savaşan Mücahid Emir Abdülkadir el-Cezairi'nin torunu Emir Said el-Cezairi'nin liderliğinde Şam'da ortaya çıkan Hilafet Hareketi’ni desteklemeye davet edildi. Emir Said, Peygamber soyundan olması nedeniyle İslam ümmetinin bir sonraki halifesi olmak için, destek ümidiyle Gandhi'ye mektup yazdı. Gandi, Emir Said'in emelleri hakkında açık bir görüş belirtmeden, halifelik fikrine desteğini ifade eden nazik bir mektupla yanıt verdi. Emir Said, Mısır Kralı I. Fuad, Hicaz Kralı ve Osmanlılara karşı Büyük Arap İsyanı'nın lideri Şerif Hüseyin bin Ali ile rekabet halindeydi.
Gandi:
Müslümanlar Filistin'i istiyor ve onun velayetini ellerinde tutmalılar. Ancak bu, Yahudi ve Hristiyanların Filistin'e özgürce gidemeyeceği anlamına gelmiyor.
Gandi, Mart 1921'de Bombay Chronicle gazetesine bir röportaj verdi ve şunları söyledi: “İslam'ın varlığı, İngiliz ve Fransız manda sisteminin tamamen kaldırılmasını gerektirir. Hintli Müslümanlar, İslam'ın kutsal mekanları üzerinde doğrudan veya dolaylı hiçbir müdahaleye tolerans göstermeyeceklerdir. Müslümanlar Filistin'i istiyor ve Peygamber'in emri olan Filistin'in velayetini ellerinde tutmalılar. Ancak bu, Yahudi ve Hristiyanların Filistin'e özgürce gidemeyecekleri, hatta orada ikamet edemeyecekleri ve mülk sahibi olamayacakları anlamına gelmiyor. Gayrimüslimlerin yapamayacağı şey, Filistin'de egemenlik yetkisi elde etmektir. Yahudiler, yüzyıllardır Müslümanların dini fetih hakları altında kontrol ettiği bir yerde egemenlik haklarına sahip olamazlar.”
Gandi ve Filistin
Gandi'nin ülkesindeki İngiliz işgaline karşı çıkması, onu Filistin halkının doğal bir müttefiki ve Filistin’deki Siyonist emellerin muhalifi haline getirdi. Bu, kariyerinin nispeten geç bir dönemine denk geldi. Zira 1930'ların başlarına kadar çabaları Hindistan'ın bağımsızlığına, yoksulların ayağa kaldırılmasına, dokuma tezgâhı endüstrilerinin desteklenmesine ve işgal karşısında şiddet kullanmama ilkesine odaklanmıştı. Hindistan Yahudileri az sayıdaydı (1930'da 25 binden az) ve Bombay (Mumbai) şehrinde konuşlanmışlardı. Siyasetten uzaklardı, Hindistan'daki yaşamlarından memnunlardı ve Filistin'e taşınmak istemiyorlardı. Uluslararası Siyonist hareket Gandhi ile iletişim kurmaya çalıştı, ancak o pozisyonunda kararlı kaldı. Haim Weizmann'a Kudüs'e Yahudiler için ebedi bir vatan olarak değil, ‘ruhani bir yer olarak’ bakmasını tavsiye etti. Gandhi, 1931'de Hindistan'ın geleceği üzerine bir yuvarlak masa toplantısına katılmak üzere Londra'yı ziyaret ettiğinde, Siyonist gazete The Jewish Chronicle’a konuştu ve şunları söyledi: “Siyonizm, Filistin'in işgali anlamına geliyor ve bu bana çekici gelmiyor. Yahudilerin Filistin'e dönme özlemini anlayabiliyorum. Bunu ister Yahudi ister İngiliz olsun süngü yardımı olmadan yapabilirler. Bu durumda Filistin'e barış içinde ve Araplarla tam bir dostluk içinde gideceklerdir.”
Gandi 26 Kasım 1939 tarihli süreli yayınında şöyle yazmıştı: “İngiltere İngilizler için neyse yahut Fransa Fransızlar için neyse, Filistin de Araplar için odur." Sekiz yıl sonra Gandi, sadık öğrencisi ve halefi Hindistan Başbakanı Cevahirlal Nehru'nun yanında, 1947'de Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu'nda gündeme getirilen BM Filistin Taksim Planı'na karşı oy kullandı. Dünyaca ünlü Yahudi bilim adamı Albert Einstein onlara yazdığı mektupta, Yahudilerin “yüzyıllardır tarihin kurbanı” olduklarını söylüyordu. Einstein, Hindistan'a “Yahudilerin vaat edilmiş topraklar rüyasına” karşı oy vermeden önce dikkatlice düşünmesini tavsiye etti. Nehru, İkinci Dünya Savaşı'nda Yahudilerin çektiği acı ve zulme büyük üzüntü duyduğunu ifade ederek kararlı bir şekilde yanıt verdi. Ancak şunu da ekledi: “Ulusal kararlar maalesef bencilce.” Son nefesine kadar o ve Gandi, Filistin'in bölünmesini ve Yahudiler ile Araplar arasında paylaşılmasını her ne sebeple olursa olsun reddetme yönündeki ortak kararlarında sabit kaldılar.
* Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden tercüme edilmiştir.
*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.