Bana daha birkaç hafta önce sorsanız, İran'ın savaşa gireceği son ülkenin Pakistan olacağı konusunda sizi temin edebilirdim ve size bu kanımın arkasındaki pek çok nedeni sıralayabilirdim.
Bu nedenlerin başında, ulus-devletler arasındaki düşmanlığın klasik nedenlerinde son dönemde kaydedilen azalma geliyor.
İran ile Pakistan arasındaki bin kilometrelik sınır 1964 yılında tamamen çizildi ve böylece İngilizlerin 1947'de Hindistan yarımadasından çekilmesiyle geride bıraktığı belirsizlik durumu sona erdi.
O tarihten bu yana sınırın her iki tarafında da herhangi bir sorun veya gerginlik yaşanmadı.
Aynı şekilde, İran ve Pakistan, su da dahil olmak üzere doğal kaynaklar üzerinde ya da pazarlara erişim konusunda bir rekabete girmedi.
Üstelik tarih, İran ve Pakistan'ı her zaman olağan dostlar olarak kaydetti.
İran, Hindistan Yarımadası'nda ayrı bir vatan hayali kuran iki kuşak Müslüman için ilham kaynağıydı.
Hatta bu kuşaklardan birçoğu, Ceylani, İsfahani ve Şirazi gibi Hint değil İran kökenli soyadlarını bile benimserdi.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Yazılarını Farsça yazan büyük şair Muhammed İkbal, İran'ın yanında yeni bir İslam devleti kurma fikrini savunuyordu.
Bugün Fars edebiyatının bir klasiği olarak kabul edilen "Fars Gençliğine" adlı şiiri, İran'ı hiç ziyaret etmemiş bir adamın aşk mektubuna dönüşmüştü.
Bağımsızlık mücadelesi sırasında Farsça "Pakistan Zindabad!" ifadesi ortaya çıktı.
Bu ifade, Belucistan'dan Doğu Bengal'e kadar milyonların diliyle yankılanan bir savaş çığlığı haline geldi.
Yeni Müslüman devletin kurucuları, milli marşı Farsça yazılmış olan yeni devletin ismi olarak yine Farsça olan Pakistan (Pak ülke) kelimesini seçmişlerdi.
Yukarıdakilere bakıldığında, İran'ın bu yeni devleti tanıyan ilk ülke olması ve devletin ilk başkenti Karaçi'de büyük bir büyükelçilik açması şaşırtıcı değil.
Aynı şekilde Pakistan Cumhurbaşkanı İskender Mirza ve dönemin Başbakanı Zülfikar Butto'nun yanı sıra, Pakistanlı yetkililer de İran'a pek çok ziyaret gerçekleştirdi.
İki komşu arasındaki yakın ilişkiler, Türkiye ile birlikte Bağdat Paktı'nın ve daha sonra Kalkınma için Bölgesel İşbirliği Teşkilatı'nın kurulması için iş birliği yapılmasıyla resmiyet kazandı.
Üst düzey yetkililerin ortak toplantıları ve sık sık kurulan diplomatik temaslar, iki ülkenin her alanda birbirine yakınlaşmasına katkıda bulundu.
Hindistan ile Pakistan arasında 1965'te çıkan savaşta İran, indirimli petrol ve faizsiz kredilerin yanı sıra, öldürücü olmayan askeri teçhizatlar sağlayarak Pakistan'ın zafer kazanmasına yardımcı oldu.
Bu, Mareşal Muhammed Eyüp Han'ın bir savaş kahramanı gibi görülmesine ve Tahran'ın daimi desteğiyle bir diktatörlük rejimi kurmasına zemin hazırladı.
İran Şahı bir yıl sonra, Peştunların nüfusun çoğunluğunu oluşturduğu Hayber-Pahtunhva (Kuzeybatı Sınır Eyaleti) nedeniyle Afganistan ile Pakistan arasında çıkabilecek bir savaşı önleyerek barış yapıcı bir rol oynadı.
1971'de bir başka askeri diktatör, General Muhammed Yahya Han, Pakistan'ı Hindistan'la çok daha büyük bir savaşa sürükledi ve bu, Doğu Pakistan'ın (şimdiki adıyla Bangladeş) bağımsızlığına yol açtı.
İran'ın yoğun desteğine rağmen Pakistan ordusu büyük bir yenilgiye uğradı.
Bu durum Hindistan'ı, Pakistan'ı etkin bir ulus-devlet olarak varlığını sürdüremez hale getirebilmek için daha fazla operasyon yapmaya sevk etti.
Sovyetler Birliği ve ABD'nin yanı sıra İran'ın müdahalesi, Hindistan'ın hırslarının frenlenmesine ve bölgede daha büyük bir yangının çıkmasının önlenmesine yardımcı oldu.
Şah, Yeni Delhi'ye gönderdiği sert mesajda şu ifadeleri kullandı:
İran saldırgan bir tutuma sahip olmamakla birlikte, Pakistan'ı ortadan kaldırmaya yönelik herhangi bir girişimi de kabul etmeyecektir. Sovyetler Birliği ve Hindistan kararlılığımızı iyi bellesin. İran sınırlarında yeni bir Vietnam istemiyoruz.
Bu mesaj, İran'la her zaman iyi tarihi ilişkilere sahip olan ve büyük sanayi ve ticari projelere imza atan Hindistan için şok etkisi yarattı.
Çatışmanın sona ermesiyle İran, savaştan zarar gören Pakistan'a yeniden ayağa kalkmasına yardımcı olmak adına 600 milyar dolar değerinde düşük faizli bir kredi verdi.
İslamabad'da General Muhammed Ziya'ül Hak'ın düzenlediği askeri darbe ve ardından Tahran'da Şah'ın devrilmesiyle Pakistan kredinin tamamını hiçbir zaman geri ödemedi.
Diğer yandan 1979'da Tahran'da iktidarı ele geçiren mollalar, dünyanın en kalabalık üçüncü Müslüman ülkesinde Şiiliği yaymak için geniş çaplı bir kampanya başlatma umuduyla Pakistan'la yakın ilişkileri sürdürdü.
1980'de ABD, İran İslam Cumhuriyeti ile diplomatik ilişkilerini kestiğinde mollalar, Washington'da İran çıkarlarını temsil etmesi için Pakistan'ı seçtiler.
Afganistan'da 10 yıl süren Sovyet müdahalesi de iki ülke arasında bir derece diplomatik yakınlaşma sağladı.
Hem Tahran hem de İslamabad'ın yavaş yavaş Pekin'le daha yakın ilişkiler kurmaya yönelmesi bu durumu pekiştirdi.
Yıllarca Pakistan, Pakistan'da atom bombasının "babası" olarak bilinen Abdülkadir Han aracılığıyla İran'ın nükleer yeteneklerini geliştirmesine yardımcı oldu.
Öyle ki İran bilimsel ve teknolojik olarak bir nükleer savaş başlığına sahip olmak anlamına gelen "nükleer eşik düzeyine" yakınlaştı.
İran da bu iyiliğin karşılığını Pakistan'a indirimli fiyatlarla petrol ve doğal gaz tedarik ederek ödedi.
Gelgelelim iki ülke arasındaki ilişkiler, itme çekme arasında değişen bir pozisyonda sıkışıp kaldı.
Aslına bakılırsa İslamabad ve Tahran hiçbir zaman birbirlerine tamamen güvenmediler.
Tahran, Pakistan'daki Şii silahlı grupları finanse etmeye devam ederken, Pakistan da İran'ın Karaçi'de İmam Humeyni Üniversitesi'nin bir yerleşkesini açmasına izin vermedi.
Şu an her iki tarafın da kendi topraklarında muhalif etnik Beluç gruplarının varlığını tolere ettiğini biliyoruz.
2022'de Tahran, Pakistan topraklarında yaklaşık 80 İran karşıtı silahlı grubun bulunduğunu iddia etti.
Bu grupların, başta Devrim Muhafızları Ordusu'nun (DMO) yükselen yıldızlarından General Nurali Şuştari olmak üzere İran ordusu saflarında 300'den fazla can kaybına yol açan onlarca saldırıdan sorumlu olduğu öne sürüldü.
Buradan hareketle Tahran, itibarını kurtarma çabasıyla, Pakistan topraklarının derinliklerindeki hedeflere doğrudan askeri bir operasyon yapılması talimatı verdi. Bu durum İslamabad'ı misilleme yapmaya itti.
Geçtiğimiz hafta Pakistan, İran'ın güneydoğusunda bombaladığı 3 köyün ayrılıkçı Beluç gruplarına ait olduğunu ve 11 kişinin öldüğünü bildirdi.
Her ne kadar her iki taraf da son dönemde yaşanan çatışmaların gelip geçici bir fırtına olduğunu göstermeye çalışsa da işin içinde daha derin ve kalıcı bir şeylerin olabileceği açık.
Diğer yandan Tahran, Çin'in Hint Okyanusu'nda inşa etmek istediği ticaret ve güvenlik merkezinin konumu için, İran'ın batısına birkaç kilometre uzaklıktaki Gavatar limanı yerine, Pakistan'ın Umman Denizi'ndeki Gawadar limanını seçmesinden rahatsızlık duyuyor.
Tahran, Pakistan tek adam rejimine sahip olmadığı için istikrarını büyük ölçüde korurken, Dini Lider Ali Hamaney sahneden çekildiğinde Pekin'in İran'ın istikrarına olan güvenini kaybetmesinden korkuyor.
Bugün hem Tahran hem de İslamabad, işleri olabildiğince çabuk düzeltmeye istekli görünüyor.
Ancak şu bir gerçek ki, çiçeklerle dolu güzel vazo artık kırıldı.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.