Öcalan-Haddam görüşmesi tutanakları: Gözleri yaşardı ve Suriye'den ayrıldı

Mecelle, Kürdistan İşçi Partisi (PKK) Lideri Abdullah Öcalan'ın Ekim 1998'de Şam'dan ayrılmadan önceki son saatlerini anlatıyor

Öcalan, mahkeme salonundaki özel cam bölmede

Suriye, Osmanlı İmparatorluğu şemsiyesi altından çıktığından beri iki ülke arasındaki ilişkiler, savaşın eşiğine varan tehlikeli aşamalardan geçti.

Zımni bir yarışta her bir taraf, diğer tarafa karşı "kart" sahibi olmaya çalışır. Bu bağlamda Ankara, Fırat ve Dicle nehirlerinin sularını kullandı, Müslüman Kardeşler'e ev sahipliği yaptı, Şam da PKK ve lideri Abdullah Öcalan ile ilişki kurdu. 

1985 yılında Öcalan, Suriye'ye sığındı ve yandaşlarını örgütleyip onları Suriye varlığının gölgesinde Suriye ve Lübnan'daki Filistin kamplarında eğitmeye çalıştı.

Aynı şekilde propagandaya ve sınırlardan veya Irak üzerinden Türkiye'ye sızan gruplar oluşturmaya da odaklandı. 

Devlet Güvenlik Dairesi'nin (Genel İstihbarat) dış şubesiyle bağlantı kurdu, sonra da kontrolü ve ilişkisi Siyasi Güvenlik Dairesi'ne taşındı.

Hiçbir siyasi yetkili onu kabul etmedi. Ta ki merhum Devlet Başkanı Yardımcısı Abdülhalim Haddam 1992'de onunla ilk kez bir araya geldi.

Daha sonra Şam'ın Necmettin Erbakan ile arabuluculuğu kapsamında, onu Türkiye ile siyasi çözümlere varmaya ikna etmek için birkaç kez daha görüştü.

Öcalan ile Ankara arasındaki arabuluculuklar başarısız oldu. Şam, onu ağırlamaya devam ederek Ankara'nın onun iade ya da sınır dışı edilmesine ilişkin taleplerini reddetti.

1998 yılında Türkiye, Suriye sınırına ordu yığarak bir ültimatom verdi ve açıkça Öcalan'ın çıkarılmasını talep etti.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Ekim 1998'de merhum Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek; merhum Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad ile Türkiye Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel arasında arabuluculuk yaptı.

Bir dizi yanıttan sonra Esad, zor bir karar alarak Öcalan'ı istediği gibi Ankara'ya teslim etmek yerine sınır dışı etti.

Öcalan, Avrupa ve Rusya'ya, sonra da Afrika'ya gitti. Ardından 1999 yılı başlarında Türkiye İstihbaratı onu kaçırdı (ya da Nairobi teslim etti) ve şimdiye kadar tutulduğu hapishaneye gönderdi. 

Suriyeli Milletvekili Abdülhalim Haddam'ın, 2005'te ayrılmadan önce Paris'e aktardığı ve Mecelle'nin bir kopyasını elde ettiği resmi Suriye belgelerine göre Esad, 1 Ekim 1998'de Lazkiye'de Haddam'ı kabul etti.

Haddam'ın ifadesiyle olaylar şöyle gelişti:

Biz Lübnan hakkında konuşurken mübaşir içeri girerek bir zarf uzattı. İçindekini okuduk; Türkiye Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in bir açıklamasını içeriyordu. Demirel bu açıklamada, Öcalan'ı teslim etmediği takdirde Suriye'yi askerî operasyon gerçekleştirmekle tehdit ediyor, Suriye'nin on binlerce Türk vatandaşın ölümüne yol açan Kürt terörüne destek vermesinden bıktığını ifade ediyordu.


Esad ve Haddam meseleyi görüştü. Haddam'ın ifadesiyle tehditler, "İsrail ve ABD ile anlaşılarak yapıldı ve bölgedeki yeni ittifak çerçevesinde ve İsrail ile bir çözüme varma konusunda üzerimizdeki baskılarla bağlantılıydı. Türk baskısına karşı Arap ve uluslararası bir kampanya başlatmayı önerdim. Esad ise kimse bu tehditlerden korktuğumuzu anlamasın diye aceleci davranmamanın daha iyi olacağını düşünüyordu. Cumhurbaşkanına, 'Yarın Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek sizinle temasa geçerek arabuluculuğunu teklif edecek' dedim. Nitekim ertesi gün Mısır Cumhurbaşkanı aradı ve iki lider, Cumhurbaşkanı Mübarek'in 4 Ekim 1998'de Şam'ı ziyaret etmesi konusunda anlaştı."  

Öcalan ile Ankara arasındaki arabuluculuklar başarısız oldu. Şam, onu ağırlamaya devam ederek Ankara'nın onun iade ya da sınır dışı edilmesine ilişkin taleplerini reddetti. 1998 yılında Türkiye, Suriye sınırına ordu yığdı ve açıkça Öcalan'ın çıkarılmasını talep etti.


Mübarek, Şam'a gitti ve Türkiye ile olan kriz ve bu krizin bölge için sonuçları masaya yatırıldı.

Mısır Cumhurbaşkanı, Türkiye'nin "bölgeyi yıkıma sürükleyecek" politikasının hedeflerini sorguladı. Esad, krizden ve Türkiye-İsrail ittifakından bahsetti.  

Esad, Türkiye ile ilişkileri ve önceki temasları da anlatarak, "Türkiye, su meselesi ve Öcalan'ın grubuna karşı senelerdir alınan önlemler başta gelmek üzere mevcut sorunların çözümünden kaçındı. Ayrıca ne Suriye'nin PKK'ya herhangi bir desteği var ne de Suriye sınırları üzerinden herhangi bir sızma. Zaten Türkiye ordusu ve güvenlik güçleri sınır boyunca varlık gösteriyor" dedi.  

Esad ve Mübarek; Haddam, eski Mısır Dışişleri Bakanı Amr Musa, eski Suriye Dışişleri Bakanı Faruk eş-Şera ve danışmanların meseleyi tartışmak üzere bir araya gelmesini talep etti.

Haddam'ın ifadesine göre;

Toplantımızda tekrar krizin sebeplerini ve bu krizin Türkiye-İsrail ittifakıyla ve Türkiye içindeki krizle ilişkisini tartıştık ve şu sonuca vardık:

Arapların Suriye'yi destekleyen bir tutumu ve Türkiye'ye yönelik bir hamlesi olmalı. Cumhurbaşkanı Mübarek'in ziyareti ve Türklere hitaben şu sözleri bu yöndedir: Sizin Suriye ile olan çatışmanız, tüm Arapları Suriye'nin yanında durmaya sevk edecektir. Bölgeyi ve kendinizi, hiç de ihtiyacınız olmayan bir sıkıntıya sokuyorsunuz. Araplar, Suriye'yi yalnız bırakmayacak.

Türklere diyor ki: Sorun ne? PKK, Avrupa'da var, o zaman Suriye'ye yönelik bu hamle niye? Önemli olan Suriye'nin bunu size karşı kullanmamasıdır. Bu konuda sakin bir işbirliği yapılabilir. Suriye'nin PKK ile bir ilişkisi yok. Tehditlerin geri çekilmesi ve durumun sakinleştirilmesi lazım. İşte o zaman ciddi bir diyalog yürütülür.  

Araplar tarafından, İsrail hesabına faaliyet yürütmekle itham ediliyorsunuz ve bu konu sizi, Araplar ve Müslümanlarla karşı karşıya getiriyor.


Konu, Esad ve Mübarek'e arz edildi. Uzlaştılar ve Türklerin, Mısır Cumhurbaşkanı'nın arabuluculuğuna karşılık vermemesi halinde başka bir görüşme yapılması konusunda anlaşmaya vardılar.
 

PKK Lideri Abdullah Öcalan, Eylül 1991’de savaşçılarını teftiş ederken.jpg
Abdullah Öcalan, Eylül 1991’de savaşçılarını teftiş ederken

 

Açıklama ve belgeler

Bundan önce, 3 Ekim'de Suriye tarafından resmi bir açıklama yayımlandı. Açıklamada şu ifadeler yer aldı:

Çok ilginçtir ki Türkiye'nin son resmi açıklamalarında Suriye, diplomatik çabaları engelleyen taraf olarak gösteriliyor. Halbuki diplomatik diyaloğu vazgeçilmez bir yol olarak benimsemekte ısrar eden, tüm resmi açıklamalarında ve Arap ve İslam konferanslarında hazırlık aşamasına katıldığı açıklamalarda daima ılımlı ve uzlaşmacı bir üsluptan yana olan Suriye'dir…

Suriye, hangi taraftan gelirse gelsin çatışma, gerilimi tırmandırma ve tehdit etme yaklaşımlarını kesin olarak reddettiğinin bir kez daha altını çiziyor. Ayrıca Türkiye ile iyi komşuluk ilişkileri arzuladığını, iki ülkeyi endişelendiren meseleleri diplomatik yollarla, karşılıklı güven atmosferinde ve iki ülkenin ortak çıkarlarına hizmet edip Arap-Türk ilişkilerini pekiştirecek şekilde ele almaya hazır olduğunu da teyit ediyor.


Suriye Dışişleri Bakanlığı, açıklamanın bir kopyasını vermek üzere Şam'daki Türkiye Büyükelçisini çağırdı. Büyükelçi şu ifadeleri dile getirdi:

Rica ediyorum Abdullah Öcalan'ı bize teslim edin ya da Suriye'den sınır dışı edin ki Türkiye bu meseleyi devralsın. Türkiye'de bazıları, onun Şam'da bulunmasının ona şu iki avantajı sağladığını düşünüyor:

Unsurlarına yakın olup onları yönlendirme ve Suriye tarafından himaye görme. Mesela Irak'ta olsaydı onu öyle ya da böyle susturabilirdik. 

Bize onun Suriye olmadığını söylemeyin. Zira Britanyalı Milletvekili Volcker, Şam'da 11-12 Temmuz 1998'de Arap-Avrupa Parlamenter Diyalog Konferansı esnasında onunla bir araya geldi. 

Aynı şekilde bir Britanya lordu da 15 Ağustos 1998'deki Şam ziyaretinde onunla görüştü.
 
Iscurida Oneto Partisi'nden İspanya parlamento heyeti üyesi Pedro Marcier, 25 Ağustos 1998'de Marcier'in Şam ziyaretinde onunla buluştu. 

Montpagne ve Dosizaris'ten oluşan bir İtalyan komünist heyeti de heyetin 13-14 Eylül 1998'deki Şam ziyareti esnasında onunla bir araya geldi. Bu heyet daha sonra onun için Roma'da Kürt parlamentosu toplantısı düzenledi.

 

Abdullah Öcalan'ı bize teslim edin ya da Suriye'den sınır dışı edin ki Türkiye bu meseleyi devralsın. Türkiye'de, Şam'da bulunmasının ona iki avantaj sağladığını düşünenler var: unsurlarına yakın olup onları yönlendirme ve Suriye tarafından himaye görme. Mesela Irak'ta olsaydı onu öyle ya da böyle susturabilirdik.

Türkiye Şam Büyükelçisi,
3 Ekim 1998


Son görüşme

Mübarek, Türkiye'ye giderek Demirel'le görüştü. 6 Ekim 1998'de Ankara'dan Şam'a döndü ve Esad ile kapalı bir toplantı gerçekleştirdi. Mübarek'in Esad'a ilettiği sonuçlar şöyle: 

Türklere tutumlarının ciddiyetini ve Arapların Suriye'nin yanına duracağını, Araplarla Türkiye arasında yoğun bir düşmanlığın meydana geleceğini ve Türkiye'nin Arap dünyasındaki çıkarlarının zarar göreceğini, ayrıca Türkiye içindeki durumun sarsılarak bu çatışmanın altından kalkamayacağını bildirdi. 

Suriye, PKK meselesi de dahil olmak üzere tüm konularda diyaloğa hazır. Ayrıca Suriyeliler, söz konusu partiye herhangi bir yardımda bulunduğunu kabul etmediği gibi, Şam'daki varlığını da hiçbir şekilde kabul etmiyor. Bu meselelerin diyalogla çözülmesi gerekir, gerilimi tırmandırarak değil.


Mübarek'in Esad'a söylediğine göre Türkiye'nin tutumu "uzlaşmazdı. İki dışişleri bakanının bir araya gelmesi yönündeki önerisini reddettiler." 

Uzun bir tartışmanın ardından Demirel, özellikle gerçekleştirdikleri seferberliğin ardından geri çekilebilsinler diye Suriye'nin ordu için bir adım atması gerektiğini söyledi ve şu öneride mutabık kalındı: 

  • Suriye, terörü ve PKK'nın eylemlerini kınadığı bir açıklama yayınlayacak ve Türkiye'nin birlik ve istikrarına saygı duyduğunu belirtecek. 
     
  • Güvenlik Komitesi, güvenlik meselelerini tartışmak ve üzerinde anlaşmaya varmak için toplanacak. 
     
  • İki ülkenin dışişleri bakanları, askıda kalan konuları görüşmek üzere bir araya gelecek.


Cumhurbaşkanı Mübarek, Demirel'in kendisine ayrıca, "Suriye'nin bir açıklama yapması, ordu karşısında bize çok yardımcı olacak" dediğini de ekledi. 

Esad, PKK ve terör hakkında bir açıklama yayınlamayı reddetti. Bununla birlikte Suriye Dışişleri Bakanının Kahire'yi ziyaret edip bir basın açıklaması esnasında "PKK hakkında sorulan bir soruyu Suriye'nin iki ülke arasındaki tüm meseleleri konuşmaya ve Türkiye'nin güvenlik kaygılarına öncelik vermeye hazır olduğu şeklinde cevaplaması" önerisini kabul etti. 

Gelgelelim Türkiye'nin Suriye'ye karşı siyasi ve basın kampanyası ile tehditleri devam etti. 

5 Ekim'de eş-Şera, Haddam'ı arayarak Türkiye'yle ilgili bir konuyu tartışmak için onu evinde ziyaret etmek istedi.

Haddam'ın ifadesiyle olaylar şöyle gelişti:

Eş-Şera'yı akşam sekizde kabul ettim; Türkiye ile krizin ilerleme ihtimalini, Suriye'deki Öcalan meselesini ve ondan çıkmasını talep etmeyi tartıştık. 

Benim görüşüm, ondan çıkmasını talep etmek yönündeydi. Nitekim daha önce de belirttiğim gibi Temmuz 1996 sonunda kendisiyle görüştüm ve Suriye topraklarından ayrılması konusunda anlaştım, ancak o bu anlaşmaya uymaktan kaçındı. Ayrıca Türkiye Başbakanı Necmeddin Erbakan ile diyalogdan ve çözüme ulaşma ihtimalinden sonra bu meseleyi takip etmedik. 

Böyle bir karar almak gerekiyordu, zira bir kişi veya parti için ülkenin selameti hiçbir şekilde tehlikeye atılamaz. Esasında onun meselesi, bizim meselemiz değil. Gerekirse merkezî meselelerimiz uğruna askerî çatışmayı göze alırız. Ama insani ve ahlaki nedenlerden ötürü böyle bir karar almak ne kadar acı ve üzücü olsa da Öcalan ya da başkaları için ülkeyi savaş ihtimalleriyle yüzleştirmek mantıklı değil.

 

Merhum Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam.jpg
Merhum Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam

 

Haddam ve eş-Şera, o dönemde Siyasi Güvenlik Birimi Başkanı Tümgeneral Adnan Bedr el-Hasan'ı toplantıya çağırdı.

Birlikte Öcalan'ı nasıl bilgilendireceklerini tartıştılar. Haddam, bu konuda şöyle diyor:

Esad'ın, bu adam hakkındaki bilgime bakarak bu görevi benim yerine getirmemi tercih edeceğini biliyordum. Bedr el-Hasan ile, ertesi gün yani 6 Ekim 1998'de akşam saat altıda el-Hasan'ın ofisinde onunla gizli bir şekilde görüşme ayarlamak için anlaştık.


Görüşme için belirlenen vakitte el-Hasan'ın ofisine yönelmiş olan Haddam, bundan sonrasını şöyle tarif ediyor:

Odaya girdiğimde Abdullah Öcalan Bey, bana doğru koşar adım geldi ve ellerimi öpmeye çalıştı. Onu kaldırarak sarıldım ve o an kalbime bir bıçak saplanmış gibi hissettim. Gözlerindeki korku ve endişeyi gördüm; sanki gözleri merhamet ve şefkat dileniyordu.

Cerrah, bir hastanın karnını yarmak için eline neşteri ilk aldığında kendini nasıl toparlarsa ben de acı ve üzüntü çeken benliğimi öyle topladım. Tarafsız ve makul bir tartışmaya elverişli bir ortam oluşturmaya çalışarak halini hatırını sordum. Öcalan'a yakın bir Kürt yetkili 'el öpme çabasını' şüpheyle karşıladı, zira bu tavır, onun özellikleri ve sertliğiyle uyuşmuyormuş.


Hoşbeşin ardından Haddam ona, neler bildiğini sordu ve Suriye'de Haddam ve Öcalan ile yapılan görüşmenin tutanaklarına göre aşağıdaki diyalog gerçekleşti: 

Öcalan: Türkiye Ulusal Güvenlik Konseyi'nin toplandığını haber aldık. Alınan kararlardan birine göre Suriye'ye karşı uzun vadede askerî politika veya askerî diplomasi uygulayacaklar. Bu karar İsrail ile hemfikir olunarak alınmış. Türkiye, İsrail'in istediği gibi yönlendirdiği askerî bir araca dönüşürken İsrail de siyasi ve ekonomik şemsiye vaziyetinde.

Türkiye'nin içişlerini takip eden biri, Türkiye'de olup biten her şeyin İsrail'in kararı olduğu sonucuna varır. Bu politikaları, uluslararası düzeyde bile ortamı yumuşatma çabasında olan İsrail Başbakanı Netanyahu ile koordineli.

Clinton skandalı yaşanırken olan buydu ki bu, hamlelerin bir parçası. Sudan ve Afganistan'ın vurulması bile tek bir senaryo. Hatta Washington'da Barzani ile Talabani arasındaki son anlaşma da bu hamlelerin bir parçası. Şimdi de sıra bizde. 


Haddam: Sizce bu durumla nasıl başa çıkılır? Olaylara dair değerlendirmeniz isabetli; bu operasyon Türkiye-İsrail operasyonu, Türkiye bir araç. Bölgede Suriye'yi hedef alan bir savaş hali var ve bu, İsrail barışını dayatma ve Amerika'nın çıkarlarını güvence altına alma sürecinin bir parçası.

Dolayısıyla Türkiye'nin savaşa girip Suriye'de yeni bölgeler işgal etmesi, burada bir İsrail güvenlik kuşağı olarak kalması ve Suriye'deki ekonomik tesisleri vurması… tüm bu bilgiler bizim için neredeyse kesinleşti. 

PKK'yı bahane olarak kullanmalarına ne diyorsunuz? Bu durumla nasıl başa çıkılır? Bir siyasi lider, bir aktivist ve bir dava sahibi olarak soruyorum: Bu durumu nasıl görüyor, nasıl değerlendiriyorsunuz? Bununla nasıl başa çıkmak gerekir? 


Öcalan: Bahsettikleriniz doğru, yüzde yüz doğru. Biz kesinlikle bahaneyiz. Bu çok açık. Ortaya koymak istediğim belirli çıkış yolları var. 

Kuzey Irak'ta on bin asker olduğu ve bunların Suriye sınırındaki bölgelerde son tarama aşamasında oldukları doğru. Niyetleri Suriye'nin bir kısmını işgal etmek olursa bu bölge, uzak kuzeydoğuda tam olarak Irak'ın Zaho bölgesi hizasındaki Derik (el-Malikiye) bölgesinde olacaktır. 


Haddam: Petrol bölgeleri olacak. Doğal kaynaklar el-Cezire vilayetinde. Ve bizim Türkiye-Suriye sınırında güçlerimiz yok. İsrail'e karşı güçlerimiz var.  


Öcalan: Irak'ın durumunu kendilerinin ayarladığını düşünüyorlar. Onlara göre Suriye'ye dayatılan kuşatma tamamlandı, onların yoluna taş koyan tek şey biz ve direnişimiz. Bize büyük darbeler vurdukları gibi, direnişimizin kırılması halinde onların gözünde Suriye'nin kuşatılması ve işgali için ortam artık hazır. 

Kuzey Irak'ta bulunan on bin asker, Kuzey Irak'ı işgal etmek için gelecek olan güçlerin öncü birliği mahiyetinde. Oradaki durum, bölgede üçüncü bir İsrail olacak şekilde sona erecek ve burayı, kendileri için güçlü bir hareket noktası olarak alacaklar. Vardıkları anlaşma bu. İkinci aşamada Suriye'ye yönelik baskılarını artıracak ve bu kadarına, yani kuşağa da bağlı kalmayacaklar.

Bu bir başlangıç. Suriye'ye adım adım ek yükler yükleyecekler ve Suriye üzerindeki baskıyı artıracaklar. Türk basını ve yürütmeye çalıştıkları psikolojik savaşı takip eden biri için bugün orada yeni bir haber var: Erbakan'ın Fazilet Partisi'ndeki halefi Suriye'ye karşı ağır açıklamalarda bulunuyor ve Suriye rejiminin hizipçi ve bir diktatör rejimi olduğunu söyleyerek bu taifeyi aşağılıyor.  

Türk çevrelerinde kendilerini İsrail politikalarına muhalif olarak gören akımlar bile bu önermeyi ve görüşü benimser hale geldi. Türk kamuoyunu hazırlıyorlar ve Suriye'deki iktidar rejiminin Suriye halkının yüzde onunu bile temsil etmediğini, Sünnilerin yüzde 90'ının yanlarında duracağını ve Suriye'deki çoğunluk onların tarafında duracağı için Suriye derinliğine girmenin bir sorun teşkil etmeyeceğini söylüyorlar.

Bu mezhebe karşı çok düşük hakaretler yayınlıyorlar. O kadar ki kitlesel toplantılar düzenleyip belirli insanlara mikrofonlar veriyorlar; onlar da Başkan Esad'dan ne istediklerini söyleyip, sonra da ahlak ve insanlık dışı ucuz hakaretler savurmaya başlıyorlar. Bu süreçte önemli olan Türkiye kamuoyunu önlerine koydukları plana ayak uyduracak hale getirmek. Onlara göre nihai amaç, Suriye rejimini değiştirmek. Hatta Suriye'ye savaş açma kararlarını, 28 Şubat'ta Erbakan'a karşı aldıkları karara benzetiyorlar; o zaman da Türkiye Güvenlik Konseyi toplandığında ilgili kararı, İslamcı akımı uzaklaştırıp dizginleri yeniden ele almak için önemli görmüşlerdi.

Bence Suriye'de rejim düzeyinde bir değişiklik yapılana ve iktidar rejimi devrilene kadar Suriye'ye askerî baskı uygulayıp artırma konusunda hemfikirler. Tabi bu karar da Erbakan iktidardayken aldıkları karar gibi İsrail'e ait. Benim kanaatime göre bu kararlarını uygulama ve askerî tutumu tırmandırma konusunda ısrarcılar ve ciddi bir şekilde tamamen bu yolda ilerliyorlar.  


Asıl noktaya dönelim: Niçin PKK'yı bir bahane olarak kullanıyorlar?

Onların planlarını bozuyorduk; 1988'den beri benim şahsıma ve varlığıma odaklanılıyordu. Şimdi bu yönde baskı yapıyorlar ve arkasında da İsrail var. 

Böyle bir karar almak gerekiyordu, zira bir kişi veya parti için ülkenin selameti hiçbir şekilde tehlikeye atılamaz. Esasında onun meselesi, bizim meselemiz değil. Gerekirse merkezî meselelerimiz uğruna askerî çatışmayı göze alırız. Ama Öcalan ya da başkaları için ülkeyi savaş ihtimalleriyle yüzleştirmek mantıklı değil.

Abdülhalim Haddam


1988'de İsrail'in bir komplosuna maruz kaldık. Casus ve ajanlarından birçoğunu çevremize gönderdiler. Bana muhalif olan avukatlardan biri gibi bana düşman bazı isimler ortaya çıkarmaya çalıştılar.

1988'de bana sundukları projeye göre Avusturya Şansölyesi Kreisky, beni Avusturya topraklarına kabul etme sözü verdi. İki ay içinde Suriye ya da Bekaa'da kalırsam beni tasfiye edeceklerdi. Beni bu sahadan çıkarıp Avrupa'ya sürme girişimleri oldu.

Benim için aynı senaryo üç ay önce de tekrarlandı; bana, Suriye'den olabildiğince çabuk çıkmazsam sonumun geleceğini söylediler. Beni bu sahadan uzaklaştırma çabaları gösterildi. Şu an operasyon, benim bu sahadaki varlığıma yoğunlaşmış durumda.

Dayatılan şey benim teslim edilmem veya bu sahadan uzaklaştırılmam. Biliyorlar ki ben Suriye'den çıkarsam mutlak surette onların kontrolü altına gireceğim. Bu sahadan uzaklaştırılırsam beni gözetimleri altına alacaklarını düşünüyorlar. Size söylediğimi kimse bilmeyecekse bir haberim var:

Kürdistan Yurtseverler Birliği'nin Washington Temsilcisi Berhem Salih bana, Amerikan çevrelerinin şu kanaatini aktardı:

Öcalan Suriye'de olduğu sürece uluslararası arenada bir terörist olarak tehlikede olacak, Suriye'den çıkarsa da önünde birçok kapı açılacak ve üzerindeki terör nitelemesi kaldırılacak. Bu tür haberleri iletmek bir tür teşviktir. Bu onların, beni şahsen ilgilendiren planıdır. Çok vaktinizi almayacağım. Konuştuğumuz bazı çıkış yolları mevcut. Bize karşı hazırlanan şeylere karşı alternatif bir planımız olmalı. Her halükârda biz, Sayın Devlet Başkanı'nın bir işaretine bakarız; talep ettiği herhangi bir şeyi sınır tanımadan yapmaya hazırız. 


Haddam: Nedir o çıkış yolları? Durumu hakiki ve gerçekçi bir şekilde tasvir ettiniz. Abdullah Öcalan ve PKK başlığı altında Suriye'deki rejime darbe indirip Suriye topraklarını işgal etmek üzere bir İsrail-Türkiye-ABD planı var. Bu bahaneyi ortadan kaldırmak nasıl mümkün olabilir?

Zira bu bahanenin giderilmesi, bu planı başarısız kılmak için bir yandan Arap baskısı diğer yandan uluslararası baskı için önce bize yardımcı olur. 


Öcalan: Konunun oldukça önemli olduğunu görüyorum. Benim olup olmamam veya bu sahadan tek başına uzaklaşmam falan; ben de bu baskı altında olduğum için karar vermekte zorlanıyorum. Ama bu meselede yardımlaşabilir miyiz, düşünüyorum.  
 

PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın Suriye’nin kuzeyinde yer alan Haseki köyündeki bir fotoğrafı.jpg
Abdullah Öcalan'ın Suriye'nin kuzeyinde yer alan Haseki köyündeki bir fotoğrafı

 

Haddam: Soru şu ki hepimiz Öcalan ile PKK adının kullanılmasının bir bahane olduğuna ikna olduk, ancak yine de Suriyelilerin bu konuyu tartışması gerektiğini söyleyen uluslararası ve Arap çevreler var. Bu bahaneyi ortadan kaldırıp bu planın uygulanmasını mı engelleyeceğiz yoksa biz bu bahaneyi öylece bırakacağız ve plan uygulanacak mı? O zaman Suriye de Kürt direniş hareketi de büyük zararlar görecek.

Kürt hareketinin arka üssü gerek Suriye'de gerek yurtdışında çökecek ve Suriye ile bir savaş, Irak'ta da başka bir savaş açacaklar, çünkü Barzani ve Talabani'nin uzlaşması da bu planda. Bu yüzden bir çıkış yolu düşünmek veya tartışmak isterseniz ya da yarına kadar süre talep edip tekrar bizimle buluşmak isterseniz sorun yok.

Başka bir belgede Haddam'ın şu ifadeleri yer alıyor:

Burada Tümgeneral el-Hassan sohbete dahil oldu ve şöyle dedi: Ben Abdullah kardeşle üç önce bu konuyu, yani onun ülkeden çıkışı meselesini detaylı olarak konuştum. Başka bir ülkeye gidecek (Kuzey Irak'a ve Suriye dışında olduğunu teyit edecek şekilde bir basın toplantısı düzenleyecek). Önemli olan patlamanın fitilini ateşlememiz. Onun çıkışı bize inandırıcılık kazandıracak. Bir süre sonra dengeler değişecek.


Öcalan: Benim için bu konuda bir sıkıntı yok. Geriye detayları konuşmak kalıyor. Güvenlik açısından bile bir sorun görmüyoruz. 

Haddam: Nereye gitmeyi düşünüyorsunuz?


Öcalan: Birkaç seçenek var; Kıbrıs olabilir, Yunanistan olabilir. Irak rejimi ile ortak temaslarda bulunursak orası da olabilir. Orada Musul yakınlarında Kürt ve Türk isyancılar için bir kampımız var. Sahalardan birinde bir basın toplantısı düzenlerim. 

Haddam: Irak'la aramızda siyasi bir temas ve güven yok. Ermenistan nasıl?


Öcalan: Ermenistan da olur. 

Haddam: Dediğim gibi bir atlatma süreci olmalı, çünkü bölgesel ve uluslararası durumlar kötü. Bu durumların değiştiği zaman da gelecek. Neyse, çıktığınızda dikkatli olmalısınız, çünkü bir basın toplantısı düzenleyip sonra da ortadan kaybolmanız gerekiyor. 


Öcalan: Bu konuda manevra yapmakta fayda var. Çıkış projemi siyasi ilişkiler yoluyla gerçekleştirmek için Suriye'den yardım talep ediyorum. 

Haddam: Bunu yapamayız, çünkü Suriye'de olmadığınızı söyledik. Temas kurmak için girişimde bulunursak güvenilirliğimizi kaybederiz. Bunu arkadaşlarınız aracılığıyla ayarlayabilirsiniz. 


Öcalan: Peki, Yunanistan veya diğer yerlerdeki yoldaşlarımla ayarlayabilirim. İşe girişip temaslarımı kuracağım. İyi bir ayarlama için biraz zaman gerekebilir.

Haddam: Ayarlama ne kadar zaman alır?


Öcalan: Gideceğim yerlere bağlı. 

Haddam: Sorun şu ki zaman önemli. Komployu savuşturmak için zamandan faydalanmalıyız. 

Bedr el-Hasan tekrar araya girerek Öcalan'a şöyle dedi:

Türkiye ile patlamanın fitilini ateşlemek için harekete geçmenin bizim için de sizin için de faydalı olduğu konusunda hemfikiriz. Olaylar hızla ilerliyor ve oldukça tırmanıyor. Düşmanlarımızın planlarını bilmiyoruz; bugün mü vuracaklar yarın mı? Biz siyasi diyalog çağrısında bulunuyoruz, onlar savaş. Muhakkak bir planları ve zamanlamaları var.

Haddam: Abdullah kardeş, Türkiye'nin askerî planından bahsetti. Hedeflenen bölgelerde buğday ve petrol var. Petrol darbe alırsa Suriye felç olur, buğday darbe alırsa da insanlar aç kalır.

İkinci aşama rejime ve mezhepçi seferberliğe karşı. Bu sebeple patlamadan kaçınmaya çalışıyoruz. Türkiye ile bir savaşa hazır değiliz, çünkü odaklandığımız şey İsrail ile çatışmak, yani odak noktamız kuzeyde değil, güneyde. 


Öcalan: Bazı taraflar benimle iletişime geçerek, Türkiye ile ateşkes ilan edersem bir yankı uyandırabileceğimi söyledi. Eylül ayının başından beri bir ateşkes var ve Erbakan döneminde olduğu gibi, PKK ile Türkiye arasında siyasi bir diyalog çağrısı yapması için Suriye'ye baskı yapılıyor.  

Tümgeneral el-Hasan: Hatırlamıyorum. Böyle bir şey yok. 


Haddam: Bu tablo doğru değil. Geçmiş diyalogda bizim de şaşırdığımız tavizler verildi. Erbakan bunu büyük bir adım olarak gördü ve Genelkurmay Başkanına sundu, ama kabul edilmedi. Bu bir Amerika-İsrail-Türkiye operasyonu.

Türkiye'nin PKK'ya darbe indirmekte bir çıkarı ve Suriye'de emelleri var; sınırları çizmek ve Suriye'nin, İskenderun tugayından vazgeçmeyi kabul etmesini istiyor. Türklerin elinde savaş planı var, siyasi diyalog planı değil. Cumhurbaşkanı Mübarek, Türkiye'ye varmadan iki saat önce Türkiye Başbakanı Mesut yılmaz, Cumhurbaşkanı Mübarek'in ziyaretinin bir faydası olmayacağını açıkladı; sanki ona, gelme diyorlardı.
 
Amerika bir açıklama yayınlayarak ABD'nin, Türkiye'nin Suriye'ye saldırma tutumunu anladığını ifade etti. Dikkat çekici olan şu ki eylül ayından beri bir ateşkes var ve fiili bir operasyon yok. Bu durum, Türkiye'nin hamasetini gerektirmiyor, ama Türkiye'deki hararet ve savaş hevesi, PKK'daki askerî durumun bin katı. Yani bu, bir bahane ve görmemiz gereken başka hedefler var.

Sayın Cumhurbaşkanı'na yönelik yürüttükleri kampanyaları ve sizin de işaret ettiğiniz gibi mezhep çatışması çıkarma çabalarının sizin partinizle müzakerelerle bir alakası yok. Değerlendirme yaparken amacın Suriye'de rejimi devirmek olduğunu söylediniz. Öyleyse bir bahane söz konusu ve mesele, PKK ile müzakere meselesi değil. 


Öcalan: Bu konuyu ayarlamak için Yunanistan'daki arkadaşlarımla iletişime geçeceğim. 

Haddam: Zaman faktörü, lehimize değil. Şu an durum, aynı konuyu tartıştığımız bir sene öncekinden farklı. 

Öcalan: Ayarlamaları hızlı bir şekilde yapacağım.  


Bir dizi yanıttan sonra Esad, zor bir karar alarak Öcalan'ı sınır dışı etti. Öcalan, Avrupa ve Rusya'ya, sonra da Afrika'ya gitti. Ardından 1999 yılı başlarında Türkiye istihbaratı onu kaçırdı ve şimdiye kadar tutulduğu hapishaneye gönderdi.


"Gözlerinde yaş"

Görüşme burada sona eriyor. Haddam sahneyi şöyle tarif ediyor:

Ona veda ederken gözlerinde yaş vardı. O anda elem, ruhumu sıkıştırıyordu. Öyle ya bir insana ölüme yürü demek kolay değil. Eminim ki bu, onunla son görüşme olacak. Bu durum, yönetim için olduğu kadar benim için de zordu, ama ülkenin çıkarları, güvenliği ve selameti daha zor ve gözden çıkarılması gereken bir şey varsa o da bu çıkarlar değil.


Öcalan, 8 Ekim Perşembe günü Suriye'den ayrılarak Yunanistan'a gitti. Yunanistan onu neredeyse tutuklayacaktı.

Bu yüzden ekibi, onu Rusya'ya götürmek için bir ayarlama yaptı. Orada yaklaşık iki hafta kaldı. Duma'nın, kendisine siyasi sığınma hakkı verme kararına rağmen Amerika'nın Moskova'ya baskı yapması sonucu İtalya'ya sığındı. 

İtalya'da bir süre kaldıktan sonra Amerika ve Türkiye'nin baskıları neticesinde ve Yunanistan'la yapılan bir ayarlamayla Kenya'ya gitti.

Şubat 1999'da Türkiye İstihbaratı onu Kenya'nın başkentinde ele geçirdi. Mahkemeye sevk edildi ve birkaç ay sonra idam edilmesine karar verildi. Halihazırda hapishanede. 


Öcalan'dan sonra

Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek, Süleyman Demirel ile iletişime geçerek ona Suriye'nin tutumunu bildirdi.

İki cumhurbaşkanı, Dışişleri Bakanının 11 Ekim'de Mısır'ı ziyaret etmesi konusunda anlaştı. Bir basın toplantısında Bakan eş-Şera'ya Suriye'nin neler yapabileceği sorulduğunda şu cevabı verdi:

Türkiye'nin güvenlik endişelerini tartışmaya hazırız.


eş-Şera, Mısır Cumhurbaşkanı'na Suriye-Türkiye ilişkilerini ele alan bir çalışma belgesi teslim etti ki bu aslında, üzerinde değişiklikler yapılmış haliyle Türk belgesiydi.  

12 Ekim'de Mısır Dışişleri Bakanı Amr Musa, Ankara'yı ziyaret ederek Türkiye Cumhurbaşkanı ve Dışişleri Bakanı İsmail Cem ile görüştü ve Suriye'nin yanıtını arz etti. Hava olumluydu ve şu hususlarda anlaşmaya varıldı: 

  • Birkaç gün içerisinde Suriye-Türkiye sınırlarında bir güvenlik toplantısı düzenleme
     
  • Ardından iki ülke arasında güvenlik ve su gibi askıda kalan tüm meseleleri ele almak için iki dışişleri bakanının bir araya gelmesi ve ilişkilerin olumlu ve işbirliğine dayalı bir iklime taşınması

Amr Musa, Şam'a geçerek bu noktaları Suriye Dışişleri Bakanı'na iletti. 13 Ekim'de Türkiye Büyükelçisi, Dışişleri Bakanlığına birkaç hususu bildirdi. Biri de şuydu:

  • İki ülke, Türkiye'de Suriye sınırlarına yakın bir yerde gizli bir ikili görüşme gerçekleştirmek üzere anlaştı. 

Amr Musa ve İran Dışişleri Bakanı Kemal Harazi'ye dendiğine göre güvenlik meselesi, görüşmelerin tek konusu olacaktı.

Türkiye Büyükelçisi 19 Ekim tarihini bildirdi. İki taraf arasındaki görüşmelerden sonra toplantı yerinin Türkiye'deki Adana şehri olması konusunda anlaşmaya varıldı.

Ekim 1998'de Adana Güvenlik İşbirliği Anlaşması imzalandı. 

 

 

Independent Arabia

DAHA FAZLA HABER OKU