Araplar ve yeniyi kabul

Suudi Arabistan-İran mutabakatı Ortadoğu'daki politikalarda büyük bir değişikliğin habercisidir. İyi niyet ve Çin garantisiyle, mutabakatın bölgemizde ve dünyada istikrarın ve yeninin kabulünün gerçek bir sağlayıcısı olması umuluyor

Fotoğraf: AFP

İran'ın iç işlere karışmama, uzlaşma ve iyi komşuluk ilişkileri taahhütlerinde samimi olmasını ummayan hiçbir Arap gözlemci ve yorumcu kalmadı.

Bunun nedeni İran İslam Cumhuriyeti'nin tüm Maşrık (Levant) Arap ülkelerinin ve çoğu Körfez ülkesinin toplumlarına kasıtlı olarak verdiği büyük zarar.

Yemen'de iç savaşa dönüşen sorun ortaya çıkmadan önce de devrimi ihraç etme iddialarının, ehli beytin intikamını alma çağrısının, tüm Arap bölgelerinde demografik ve mezhepsel ve hatta tarihi değiştirme çabalarının yaydığı yeni ve bölücü bir bilince dayalı bir mezhepsel bölünme vardı.

Şii azınlıklara sahip İslam ülkelerindeki İran etkisi hakkında fazla bir şey bilmiyoruz ancak birkaç Arap ülkesindeki etkisini öğrendik ve takip ettik.

Kimimiz siyasi manalarına odaklanırken, dinî hassasiyeti olan bazılarımız da ister devletlerin kurulması, ister iktidarların ele geçirilmesi gibi kısa sürede siyasî sonuçlara yol açan bilinçli operasyonları takip ediyordu.

Mezhepçiliği ve siyaseti kullanamadığı yerlerde de İran güvenlik ihlallerine başvuruyordu. Bu mezhepçilik, siyaset-güvenlik yöntemiyle, kargaşa noktaları birden fazla yere yayıldı ve yayılmaya da devam ediyor.

Buna karşılık, özellikle Suudi Arabistan'ın, İran'ın bölme ve ayartma politikalarını değiştirmek için Tahran yönetimi ile doğrudan veya dostları aracılığıyla arabuluculuk yapmaya çalışmadığını kimse düşünmesin.

Krallığın 2007 ile 2010 yılları arasında İran-Suriye baskısından kaynaklanan Filistin bölünmesini önlemek için ne kadar girişimlerde bulunduğunu herkes biliyor.

2005-2010 yılları arasında Lübnan'da da aynı girişimleri oldu. Irak ve Yemen'deki bu tür girişimleri de sürüyor.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Dahası Rafsancani ve Hatemi, hatta Mahmud Ahmedinejad döneminde doğrudan İran'a yönelik bu tür birçok girişimi var!

İranlı stratejik uzmanlar, bizi Maşrık toplumlarının ve devletlerinin kırılgan ve kolay nüfuz edilen ülkeler olmasıyla ayıplarlardı.

Biz de onlara mezhepsel ve etnik çeşitliliğin Arap dünyasında, İran'da ve Türkiye'de de bulunduğunu, bir ülkede istikrar diğerinde kargaşa olmasının nedeninin, bu çeşitliliği provoke etmeye veya sömürmeye yönelik dahili ve harici çalışmalar olduğunu söylerdik.

Arap dünyasında yaşananların aksine ne Araplar ne de başkaları İran'daki azınlıkları ve siyasi farklılıkları sömürmediler.

Bizde ise bunları sömüren iki faktör var: İran faktörü ile ABD faktörü. İran faktöründen, motivasyonlarından ve sonuçlarından bahsettik.

ABD'liler ise 2001'den sonra gerek rejimleri değiştirmeye çalışmakta gerekse stratejik iş birliği ya da daha doğrusu her yerdeki Amerikan işgal ve müdahalelerinden İran'ın faydalanması için "stratejik görmezden gelmeyi" benimsemekten kaçınmadılar.

Özellikle Irak'ta İran ile ABD arasında 2003'ten (işgal yılı) önce, daha sonra ilk geri çekilme aşamasında (2008-2010), ardından ABD kuvvetlerinin ikinci dönüşünde (2014-2018) doğrudan veya aracılar aracılığıyla bir stratejik iş birliği olduğunu pek çokları biliyor.


Biz Araplar, iki nedenden dolayı istikrar ve barış için en çok gayret edenleriz.

Birinci neden, parçalanmış devletler, yıkılan toplumlar, göç eden milyonlar, korkunç can kayıpları ve yaygın sefalet dahil olmak üzere son 20 yılda yaşanan muazzam acılardır.

Bu sebeple istikrar bir umut, bir özlem, bir kader, onsuz insani yaşama geçilemeyecek bir hale geldi.

İkinci neden ise, Suudi Arabistan Krallığı liderliğinde kalkınma, kurtuluş, gelişme alanında devlet ve halkın gösterdiği büyük çabadır.

Bu alandaki umut ve beklentiler Arap ve İslam dünyalarına yayılmaktadır ve kabul edilmesi gereken yeni yenidir.

Körfez bölgesinde istikrar ve tüm anlaşmazlıkların üstesinden gelmek yönünde büyük bir çaba olduğu doğru ancak bu, kayda değer bir sürdürülebilirlik, geniş bir istikrar, geniş katılım ve geniş bir ufuk gerektiriyor.

İncil'de "Tanrının şehri" bahsinde geçmekte olan "Tepenin üzerindeki şehir" ibaresi ABD'de ideolojik olarak hep hakimdi.

Açılma ile izolasyon ve içe kapanma politikaları arasındaki çatışma daimiydi. Ünlü Monroe doktrini bu çatışmanın sembolüydü.

Monroe ve destekçilerine karşı dünyaya açılmanın savunucuları, Tepenin üzerindeki şehrin davetini yaymaya çalışmaması halinde, karanlık ordularının ahlaki ve medeni üstünlüğünü bitirmek için ona içeriden saldıracağını savundular.

Evet, yeni ve ileri olanı yaratma gücünü tamamlamak için bölgede istikrar ve barışa ihtiyacımız var. Bu irade, son 20 yılda üç tarafın yaydığı kargaşa nedeniyle ciddi şekilde zarar gördü.

Bunlar İsrail, Amerikalılar ve İranlılardır. Tepe üzerindeki şehir gerçekten saldırıya uğradı. Ama Suudi Arabistan ve kardeşleri saldırılara dayanmayı başardılar ve ardından gelişme ve ilerleme kaydetmeye koyuldular.

Küçük aydınlık nokta engelleri aşan ve tökezleyenleri ayağa kaldırıp kendisine katılmasına yardımcı olan muazzam çabalarla genişliyor.

Stratejik kararlarında bağımsızlaşıyor, güçlenip zenginleşiyor. Zayıflığını gizleyen kibirli yanılsamaları, büyüklenmeleri ve içe dönen devrimi yaymak yerine İran'da istikrar ve gelişme için aynı özlem ve arzuyu duymalı.

Zira İran ekonomisi en kötü dönemlerinden birini yaşıyor ve yaşam standardı en düşük seviyede.

Dahası diğer halklardan önce İran halkının, istikrarı arzuladığı ve şu ana kadar yaşamı üzerinde önemli bir etkisi olmamış gibi görünen ülkesinin zenginliklerinin tadını çıkarmak istediği apaçık ortada. İran'ın Suudi Arabistan'a veya Araplara düşman olması için hiçbir kesin sebep yok.
 


Suudi Arabistan Krallığı'nın Arap ve İslam dünyaları ile uluslararası sistemdeki konumu nedeniyle biz Araplar, Suudi Arabistan'ın İran ile ilişkileri yeniden başlatmasını, İslam Cumhuriyeti'nin bir sıkıntı ya da bir sorun nedeniyle nihayet stratejisini değiştirerek Araplar ve diğer Müslümanlarla iletişim kurmaya ve uzlaşmaya karar verdiğinin bir göstergesi olarak gördük.

Araplar ve diğer Müslüman halklar her zaman kardeşçe, dostane ve eşit ilişkiler istediler ama tuzaklar ve hedef gösterilmek dışında bir karşılık alamadılar.

Tüm Maşrık bölgesi ve Afrika, yayılan ve Avrupa'ya varan kargaşanın ortasında gerçek bir barışa ihtiyaç duyuyor.

Bu kargaşa üzerinde biraz düşünürsek, büyük bir kısmını ABD'nin üstlendiği uluslararası siyasetin bunda büyük bir rol oynadığını görürüz.

Şimdi Çin devi öne çıkarak iş birliği, ilerleme, anlaşmazlıkları çözme, 2013'te başlayan Kuşak ve Yol stratejisiyle istikrar ve refahı yayma politikalarını müjdeliyor.

Hem Suudi Arabistan hem de İran'ın Çin ile yakın ilişkileri var ve bu nedenle Çin, bir yandan bu geniş konumu nedeniyle, diğer yandan uluslararası ilişkiler ve uluslararası iş birliği alanında ABD'den ve onun Soğuk Savaş ve hegemonya dönemindeki modellerinden farklı bir model sunmak istediği için etkin ve garantör olabildi.

Doğu'daki bu başarılarından sonra Çinlilerin, Rusya-Ukrayna ihtilafında arabuluculuk amacıyla deklare ettikleri girişimlerinde de başarılı olmaları uzak bir ihtimal değil.

Çünkü gerçekçi ve pragmatikler, önlerinde kendi güçleriyle güven yaymak istedikleri küresel arena uzanıyor.

Suudi Arabistan-İran mutabakatı Ortadoğu'daki politikalarda büyük bir değişikliğin habercisidir. İyi niyet ve Çin garantisiyle, mutabakatın bölgemizde ve dünyada istikrarın ve yeninin kabulünün gerçek bir sağlayıcısı olması umuluyor.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Independent Türkçe için çeviren: Asasmedia

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU