Suudi Arabistan ve Çin: Güçlü ve sağlam ilişkiler

Evet, ABD bir dosttur. Fakat partiye davet edilen tek dost değildir

Fotoğraf: SPA

Amerikan siyasi aklı ikili bir akıldır. Komünist dünya ile özgür dünya arasındaki Soğuk Savaş'ın ardından George W. Bush dünyayı iki "kampa" ayırdı: İyilik ekseni ve şer ekseni.

Bugün de Başkan Joe Biden, 2022 tarihli Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi'ne göre dünyayı çatışan iki bloğa ayırıyor: Demokratik blok ve totaliter blok.

Ayrıca Amerikan siyasi arenasında insanlar, Cumhuriyetçi ve Demokrat ikiliği arasında bölünmüş durumda.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Bu ikilik, ABD'nin "Çin-Suudi zirveleri ve Çin Devlet Başkanı Şi Cinping'in ziyaretinin Suudi Arabistan ve beraberindekilerin Washington'a nihai bir alternatif olarak Pekin ile bir ittifaka yöneleceği anlamına gelip gelmediği" hakkındaki tartışmasını karakterize etmektedir. Nitekim ikili akıl karşılaştırmalar üretmektedir.

Çoğu gözlemci, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman arasındaki sıcak tokalaşmaya odaklanmaktadır.

Diğerleri, 2018 yılında Arjantin'in Buenos Aires'de düzenlenen G20 Zirvesi'nin oturum aralarında Muhammed bin Selman ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin arasındaki meşhur sıcak barışa dönüyor.

Sonuçlara gelince; çoğu kimse Suudi zirvelerinin Riyad'ın Çin ile ABD arasındaki "yeni Soğuk Savaş"ın kalbine girdiğinin bir göstergesi olduğunu söylüyor.

Bu ikili okumaların güçlenmesine katkıda bulunan şeylerde biri, bizzat Başkan Biden'in bir Amerikan gazetesinde yayımladığı bir makaleyle Suudi Arabistan ziyaretinin önünü açması ve ziyaretin hedeflerinin odak noktasını "Çin ile dengelenme" kılmasıydı.

Nitekim, "Bölgede liderlik etmeye devam edebileceğimizi ve İsrail, ABD ve diğer birçok ülkenin çıkarları karşısında Çin ve Rusya'nın dolduracağı bir boşluk yaratmayacağımızı açıkça belirtmek istiyorum" sözleriyle de bunu teyit etti.


İşin aslı şu ki Riyad sahnesi ve özellikle Biden'in yönetimiyle birlikte Washington'a duyulan büyük güven boşluğunun gölgelediği siyasi an, aceleci sonuçlara sevk ediyor ve gözlemciler bu sahnenin uzun bir sürecin sonucu olduğunu unutuyor.

Aaron David Miller, Foreign Policy'deki yazısında iyi iş çıkardı. Çünkü merhum Suudi Dışişleri Bakanı Prens Suud el-Faysal'ın 2004'te gazeteci David Ottaway ile yaptığı röportajı hatırlattı.

Suud el-Faysal bu röportajda, "ABD ile Suudi Arabistan arasındaki ilişki, bir Katolik evliliği değildir" demişti.

Ottaway bunu, "Suudi Arabistan ABD'yi terk etmeye çalışmıyor" şeklinde yorumlamıştı.

Suudi Arabistan'ın ilk kez Çin'in en büyük petrol tedarikçisi haline geldiği o dönemde doğru olan, bugün Çin'in ilk ticaret ortağı olduğu bir zamanda da doğrudur.

İki ülkenin liderleri arasındaki görüşme, dünyanın en büyük petrol ihracatçısı ile en büyük petrol ithalatçısı arasında hassas bir zamanda bu stratejik emtianın bugünü ve geleceği düzeyinde gerçekleşen bir görüşmedir.

Her iki taraf bu fırsatların büyüklüğünü bildiği kadar sınırlarını da biliyor.

Çin'in zihninde Pekin, ne devlet düzeyinde ne de hayati koridorlar ve uluslararası ticaret yollarının güvenliği düzeyinde Ortadoğu'da güvenlik güvencelerinin yükünü omuzlamak istemiyor ve bunu yapamıyor.

Suudi zihninde, her ne kadar iki taraf da çıkar alışverişine ve her iki ülkenin iç işlerine karışmamaya dayalı karşılıklı ilişki modelinden çok memnun olsa da Washington ile olan askeri, güvenlik ve istihbarat ilişkilerinin entegre bir alternatifi yok.


Suudi Arabistan çıkarlarını çok iyi biliyor. Ayrıca çıkarların siyaseti aşan üç düzeyi konusunda Washington'ın yerini hiçbir şeyin tutmayacağı da biliniyor.

Birincisi, Suudi-Çin arasındaki askeri ilişkiler nasıl olursa olsun, Suudi Arabistan'ın teçhizat, eğitim, kontrol, koordinasyon ve yönetim aygıtı tamamen Amerikan tandanslıdır ve bu da yaklaşık 80 yıldır devam ediyor.

Ayrıca Suudi-Amerikan istihbarat ve güvenlik iş birliği, güvenlik için hayati önem taşımaktadır.

İkincisi, ABD Hazine Bonoları'na ve altın mevduatlarına dev Suudi yatırımları ve hisse senedi piyasalarındaki devlet yatırımlarıdır.

Üçüncüsü, Suudi Arabistan'ın bölgesel ve uluslararası bir finans, ticaret ve yatırım merkezi olarak, uluslararası mali ve parasal sisteme giderek daha fazla dayanmasıdır.

Bu sistemde Washington, imkanları, yetkileri ve sahip olduğu nüfuzla diğer tüm ortak ve rakiplerini geride bırakmaktadır.
 


Çin önemlidir; Washington da öyle. Krallık, Amerikan ikili aklının beklentileri doğrultusunda, iki ülkeden birini seçme konumunda değil.

"Foreign Affairs"de yayımlanan uzun bir makalede, "Veliaht Prens Muhammed bin Selman'ın büyümekte olan jeopolitik sistemin esnek olduğunu, birbirine kenetlenen parçalardan oluştuğunu, Riyad'ın piyasayı hareketlendirme ve çeşitli siyasi çıktılar formüle etme amacıyla bir grup ortakla çalışma hakkına sahip olduğunu düşündüğüne" dikkat çekildi.

Bu vizyon, Bağlantısızlar Hareketi'nin 1970'lerdeki rüyasına benziyor. Fakat şu farkla ki onların birleştirici özelliği, sömürgecilik sonrası ulusal uyanışlardan ziyade oportünist ulusal çıkarlarla motive olmalarıdır.

Suudi Arabistan ile ABD'nin Ortadoğulu ortakları arasında değil, Washington ile dünya arasında büyüyen güven uçurumu ışığında gerçekleşen bu duruma, yakın zamanda Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron da "60 Minutes" programına verdiği röportajda dikkat çekmişti.

Macron şunları söyledi:

ABD ile müttefik, dost ve ortak olmak istiyorum. Kendisi ile iş yapmak da istiyorum ancak ona tabi olmak istemiyorum. Bence bu çok önemli. Örneğin Amerikan vatandaşı olarak, güvenliğim ve geleceğim Fransız seçimlerine bağlı olacak demeyi kabul eder miydiniz? Hayır, bunu söyleyebileceğinizi zannetmiyorum.


Suudi Arabistan, BAE ve Mısır'daki siyasi liderliklerin de söylediği tam olarak budur.

Evet, ABD bir dosttur. Fakat partiye davet edilen tek dost değildir.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Independent Türkçe için çeviren: Asasmedia

Şarku'l Avsat 

DAHA FAZLA HABER OKU