Düellonun tarihi ve Atatürk'e düello teklifi

Tarihte düello denilince akıllara Achilles'in Hector'la, Turnus'un da Eneas ile mücadelesi gelir; ama Osmanlı'da da bir hayli meşhur düellocular bulunur

Görsel: Wikipedia

Eskiden siyasetçiler ve gazeteciler birbirlerine kızdıklarında stüdyoda saç baş kavga etmek yerine birbirlerini düelloya davet ederdi.

İkinci Meşrutiyet'in debdebeli günlerinde bir siyasetçi olan Priştine Mebusu Hasan Bey ile İttihat ve Terakki'nin sivri kalemi ve aynı zamanda İstanbul Mebusu Hüseyin Cahit Yalçın arasında başlayan tartışmaların ardından gazeteci Hüseyin Cahit, Hasan Bey'i düelloya davet etmişti.
 

Priştine Mebusu Hasan Bey.jpg
Priştine Mebusu Hasan Bey

 

Selim Efendizâde Mustafa Naki, konuyu bir mektubunda şu sözlerle eleştirir:

İstanbul me'busu Hüseyin Câhid Beyle Priştine me'busu Hasan Bey'in yekdiğerini düelloya dâvet itdikleri evrâk-ı havâdisde görülmüşdür. Müşâriileyhümânın kendü hayatlarını mâruz-u fenâ itmelerine müdahale olunamaması vârid-i hatr olabilür ve âle'l-husûs düelloyu icrâ içün bu gibi âdât-ı seyyî'nin hamd olsun memnu' olduğu bilâd-ı Osmâniyye ve İslâmiyyemiz hâricine:

Bulgaristan, Yunanistan gibi bu kabîl-i me'âyib-i medeniyyeden çekinmeyen memâlikden birisine çıkılacağı mûcib-i teşkir ad didilebiliyor ise de biz hey'et-i ictimâiyyemiz miyanından âle'l-husûs me'busluk saffet-i mümtâzesini hâ'iz iki zâtın siyâsât-ı kadîme-i milliyyemizi tepeleyerek velev ki hâricde olsun bir sûret-i gayr-i meşrûada izâa-ı mevcûdiyyetlerinden müt'âter olmaz değiliz. Mâ'mafiye-i asl-ı şâyan-ı te'essüf bazı cihetler var ki enzâr-ı evvelî ebsâra bunları arz itmek isterim o da evvelen Hüseyin Câhid ve Hasan Beylerden her birini ellişer bin Osmanlunun intihâb eylemeleri böyle mücâdalât-ı âdiyye ve şahsiyye ile kendü varlıklarını ebediyyen hiç itmek içün mü yoksa mâ'bel-intihâb oldukları umûr-u muazzama-i milletle meşgûl olmaları içün mü idi?

Burasını sağ kalurlarsa kendülerinden, nefislerini fedâ itdikleri âdet-i kerîhe yolunda ve ölür giderlerse müntehiblerinden sorarız. Sâniyyen intihâr itmesi melhûz olan bir şahsın kabl'elintihâr taht-ı tarassud ve murâkabede bulundurulması zâbıta, mülkiye ve bâd'elintihâb sebeb-i intihârının tahkîkiyle müsebbibleri hakkında mücâzât-ı kânuniyye icrâsı kuvve-i adliye vezâifinden olduğu ve bu vazifeler memâlik-i Osmâniyyenin her tarafında her gün ifâ olunagelmekde bulunduğu halde intihârdan neticeten farkı olmayan ve hatta bunu alenî yapdığı içün ahlâk-ı umumiyyeye daha ziyâde sû'i te'siri bulunan düello kaziyyesinde icrâ-yı tâkibât olunmaması mücerred isminin (düello) gibi bir lafz-ı ecnebî olmasından mı veya memâlik-i ecnebiyyeden bazılarında memnu' olmamasından mı nâşidir.

 

Hüseyin Cahit yalçın.jpg
Hüseyin Cahit Yalçın

 

İttihat ve Terakki ileri gelenlerin araya girmesiyle bu düello engellenmişti; ama bu olay münferit bir vaka değildi.

Gazeteci Zeki Bey gibi masumların haince pusular kurularak öldürüldüğü günlerde birçok isim muarızının hain bir pusuda öldürülmesi ihtimaline karşı kendisi onu düelloya davet ederek yüceliğini gösterirdi.

Nihayetinde kimin kör kurşunla ve alçakça öldürüleceğinin belli olmadığı günlerdi. 


1908 yılı sonra artan fail-i meçhuller ve kanlı pusular sonrası hasmını düelloya davet etmek er kişinin namuslu bir geleneğine dönmüştü.

Bu düello tekliflerinden birisi Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'e de yapılmıştı. 
 

Atatürk.jpg
Mustafa Kemal Atatürk

 

Vakayı, İlhami Hakkı'nın kaleminden okuyalım:

Sivas'tan Ankara'ya güç hal gelebilen Heyet-i Temsillye'nin parası pulu da kalmamıştır ve heyetin günlük yemek parasını bulmak bile sorun haline gelmiştir. İşte böyle bir günde Ankara Müftüsü Rıfat Efendi (Börekçi), Ankaralılardan topladığı bir parayı getirir, heyetin mail işlerine bakan Mazhar Müfit'e teslim eder. Bunun üzerine Mazhar Müfit de, günlerden beri çorba ve bulgur pilavından başka şey yememiş olan heyete pirzola ve helva yaptırır. Mazhar Müfit (Kansu), 'Erzurum'dan ölümüne kadar Atatürk'le beraber' adlı anılarında bu sahneyi şöyle anlatır: 

"Pirzola yenildikten sonra sofrada Paşa'nın karşısında oturan Rüstem Alfred Bey bir sigara yaktı. Paşa: 'Acele etme Rüstem Bey, pirzoladan başka daha neler var? Bugün fevkalade' dedi.

Rüstem Bey: 'Sizden müsaade almaksızın sigara içmeyi muvafık-ı adab ve muaşeret (terbiye ve görgüye uygun) görmeyerek bu ihtarda bulunuyorsunuz, halbuki yemek arasında sigara içilmesine siz ne vakitten beridir müsaade ettiniz ve hep içilmekte İken, bugün neden ayrıca müsaade almaya lüzum görüyorsunuz?' cevabıyla sertleşti. 

Paşa: Canım, yemek sırasında sigara içilmesini, ancak iştihamızın kapanarak, az yemek yememiz için usul İttihaz etmiştik. Bugün ise etten başka helvamız da var, onun için sigara ile iştaa kapanmaması için, sigara içmekte acele etmeyiniz, dedim cevabıyla şakada bulundu.

Rüstem Bey, bu cevapla iktifa etmeyerek hiddetle sofradan kalktı gitti. Morfinoman olan Rüstem Bey her nedense bu gün o terbiyeli tavır ve hareketini ve sükûn ve sükûnetini kaybetmişti.

Mazhar Bey yemekten sonra Rüstem Bey'in odasına çıkar ve aralarında şu konuşma geçer: Rüstem Bey: Monşer, İşin şaka ciheti yoktur.

Paşanın on-on beş kişilik bir sofrada beni, adabı muaşeretten bihaber farzıyla tahkiri, tahammül edilecek bir hal değildir. Sizin namusunuza tevdi ediyorum. Aramızda başka hiçbir arkadaş bilmemek şartıyla paşayı düelloya davet etmek ve bu suretle haysiyetimi muhafaza etmek mecburiyetindeyim. Sizi vekil tayin ediyorum. Paşaya iblağ ediniz. 

 

Rüstem Alfred Bey.jpg
Rüstem Alfred Bey

 

Ben, hayretle Rüstem Bey'in yüzüne baktım:

- Düello mu?

- Evet. 

- Paşayı öldürmek mi istiyorsunuz? 

- Hayır, bilakis ben ona zarar vermeyeceğim, ben öleceğim veya yaralanacağım. Bu suretle haysiyetim muhafaza edilmiş olacak.

Bunun üzerine yarım saat kadar münakaşa ettik. Rüstem Bey'i kandırmak mümkün olmadı. Ben, derhal paşanın odasına gittim, akıl ve mantığın kabul etmediği, Rüstem Bey'in bu çocukça ve mecnunane teklifini şaka ve alay tarzında bir ifade ile paşaya anlattım, her ikimiz birer kahkaha salıverdik. 

Mustafa Kemal Paşa: Ne oldu bu adama, çıldırdı mı? 

Ben: Aklından biraz zoru var galiba, bugün ne olmuş bilmem. 

Mustafa Kemal Paşa: Demek ben de şahitleri tayin edeyim, öyle mi? 

- Sade o kadar değil, silah intihabı (seçim) da size ait imiş, bunu da intihap ediniz. Rüstem Bey'e tebliğ edeceğim. 

- Acaba hangi silahı tercih etsek? Bence modern bir silah olsun.

Yani ne demek?

- Süpürge sopası demek. Uzun kahkahalarla bu görüşmeye nihayet verdik. Odama geldim, Rüstem Bey bekliyordu. 

Rüstem Bey: İntihap ettiği silah nedir?

Ben: Modern bir silah, şimdiye kadar düelloda hiç kullanılmamış bir silah. 

Rüstem Bey: Neymiş o? 

Ben: Süpürge sopası. 

Nihayet Rüstem Bey'e pek ciddi olarak dedim ki: Rüstem Bey, evvela sizi tahkir eden yok. Saniyen, bu hareketiniz şayi olursa arkadaşlar arasında kazandığınız mevki ve hürmeti kaybedersiniz.

Salisen, böyle bir Firengane hareketler, sizi biz milliciler arasında fena bir mevkie düşürür ve hatta aramızdan geldiğiniz yere, yani İstanbul'a avdetinizi icap ettirir."


Düello geleneğini bir Frenk usulü olarak değerlendirmek ve bunu milliliğe bir hakaret addetmek açıkçası Mazhar Müfit Kansu'nun hatası; çünkü bu geleneği Avrupa'ya taşıyan Cermenler ve Cermenlerin Avrupa'ya taşınmasının müsebbibi İslamlık öncesi Türkler idi.

Batı'da düello(da) yapan/ölen bazı mühim şahsiyetler şunlardı:

Yazar Puşkin, ABD Başkan Yardımcısı Aaron Burr, Alexander Hamilton (10 doların üzerinde fotoğrafı bulunan kişi) bazılarıdır. 

Bugün bir ahlak abidesi olarak resmedilen John Wesley Hardin'in düelloda 32 kişiyi öldürmüş olması son derece tuhaftır.

Bugün hala Texas'ta düellonun suç olmadığını da belirtmek gerekir (Serenti). 
 

 

Tarihte düello denilince akıllara Achilles'in Hector'la, Turnus'un da Eneas ile mücadelesi gelir; ama Osmanlı'da da bir hayli meşhur düellocular bulunur.

Yanya Bidayet Mahkemesi Azasından Yako Sami düellonun Osmanlı toplumunda algılanışını şu sözlerle açıklar:

Düello ahkâm-ı şeriyye-i esâsiyemize dahi münâfidir. İnsanın vücudu bu toprağa, ruhu Cenâb-ı Hakk'a â'iddir. Ecel-i mev'ûd gelmeden vücudunu ifnâ' idemez. İdebileceği kabul idilse ahre katl ile emr idebilir. Böyle bir emr şer'an harâmdır. Vücudunu ifnâ' itmek –intihâr- düellonun yarısı gibidir. İntihârda, müntehirin hayatını ifnâ' vardır.

Düelloda ise hem kendi hem de âhirin hayatını efnâ mevcuddur. Düello ile kasd idilen şey –bâzı mülâhazât-ı müteferriâ bertaraf idildiği halde- tarafeyn-i mütehâlefeynden birinin vücudunu izâle itmekdir. Kânun-u cezâ ahkâmınca bir şahsın mevcudiyetini izâle itmek- sûret-i izâlesine nazaran ya ta'ammüden veya min-i gayr-i ta'ammüden hatâ'en katl maddelerini teşkil ider.


Milaslı İsmail Hakkı Bey de Sebilürreşad'da yayımlanan yazısında konuyla ilgili İslami dairede şu sözleri sarf eder:

Düelloyu istilzâm iden hakâretler, haksız muameleler bir insanın ölmesini veya öldürülmesini mûcib olacak ahvâlden midir? Bu hakâretler, haksızlıklar ekseriya mübhem, mâhiyetsiz şeylerdir. Nâmus kan ister, dendiği çokdur. Acabâ bu hangi nâmusdur?

Eğer efkâr-ı umûmiyeden düşman ise bunun ehemmiyeti büyük olmakla beraber eğer o, hakka mukârin değil ise asıl nâmusun ona ehemmiyet virmemek, kendi vücûdunu dinlemek olduğunu evvelce görmüş idik. İlm-i ahlâkca nâmus hiçbir fikrî nazar-ı itibâra almaksızın vazifeyi yapmakdır.

O halde kelimenin tam ma'nâsıyla nâmusumu sağlam saklamak ancak bana âiddir; hiç kimse onu benden ne ref', ne tenkis, ne de tezyîd idemez. Yalnız ben kendi hatâlarımla onu tenkis, yâhud liyâkatlerimle tezyîd idebilirim.

Eğer ben vazifelerimde kusur idersem düello benim hatâmı ta'mîr idemez; zâyi' olmuş nâmusumu bana iâde itmekden uzak olduğu gibi yapmış olduğum fenâlığa bir haksızlık daha ilâve itmiş olurum.


Tarihimizdeki ilginç düello vakalarından birkaçı şöyledir: bir hazine davası anlaşmazlığı sonrası Gâlib Bey, Adil Bey'i; Fransız Hastanesi cerrahlarından Sivastopoli Bey'in Mabeyn-i Hümayun Müşavir Tabibi Dikran Peştemalcıyan Paşa'yla olan ihtilaflarının sonucunda, Sivastopoli'nin Dikran Paşayı; İtalya Sefareti Tercümanı Karaçiyano, Vitalis Paşa'yı bir köpek ölümü sebebiyle (Düellonun Tarihi ve Osmanlı Düellocuları - Cem Doğan) davet etmesi birkaç vaka sayılabilir.

Sözün özü, milletçe ekranların önünde kavga eden kişilerin saçmalıklarında hayli bunaldık.

Elbette kimse birbirini vurmasın; ama Atatürk'ün parlak buluşu ile en azından çalı süpürgesiyle kozlarını halkın görmeyecekleri bir yerde paylaşmalarına müsaade edilirse belki ekrana daha sakin çıkabilirler. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU