Çin'in Ukrayna'sı; Tayvan

Muzaffer Batı, büyük zaferini kutlamakta, bazı düşünürleri de "Tarihin sonu" ve "Medeniyetler çatışması"ndan bahsetmekte acele ettiler

Fotoğraf: Reuters

Rusya, Ukrayna içindeki askeri operasyonlarına başlar başlamaz, Çin'i Tayvan'dan ayıran Tayvan Boğazı'nda neler olabileceğine dair spekülasyonlar başladı.

Bunun nedeni, hırslı liderlerinin "tarihin hatalarını düzeltmeye" ve uzun süredir susturulan "ulusal gurur" için özür dilemeye takıntılı olduğu çalkantılı bir dünyada "kırmızı çizgilerin" kalkmasının ne anlama geldiğini anlayan her siyasi gözlemci için anlaşılabilir.

Eski Çinli bilge Lao Tzu'ya atfedilen bilgece bir söz şöyle der:

En büyük savaşçılar asla kızmazlar.


Gerçekten de, birçok kültürde, "sabır ve basiret"e, içerdiği erdemlere, zamanlamanın doğruluğuna, rakiplerin ve savaş alanlarının seçimine ek olarak, öfkeyi kontrol etme, kızgınlığı bastırma ve doğru davranmaya göndermeler bulunur.

Ancak elbette, tüm politikacılar bu avantajlara sahip değildir ve tüm koşullar onlara bu yönde hareket özgürlüğü tanımaz.


Bir kazananın ve kaybedenin olduğu "Soğuk Savaş"ın sona ermesiyle birlikte, bazı güçler bugüne kadar dünya genelinde kendilerini empoze ettiler.

Muzaffer Batı, büyük zaferini kutlamakta, bazı düşünürleri de "Tarihin sonu" ve "Medeniyetler çatışması"ndan bahsetmekte acele ettiler.

Birçok gerçek ve kanaat aşikar olurken, pek çok karanlık gizlendi ve güç dengesindeki büyük dengesizliğin gölgesinde sonuçları ertelendi.


Komünizmin Batı'daki kutbu olan eski Sovyetler Birliği'nin çöküşüne, sübjektif ve nesnel nedenlerle, onun Doğu'daki diğer kutbu ve okulu olan Çin'in çöküşü eşlik etmedi.

Zira Çin çok kompleksli medeni, manevi, sosyal ve ekonomik bir örnek ve Rusya'nın bileşiminden temelde farklı.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Dahası, Sovyet deneyimi katılaşırken, gevşekliğe kapılıp yaşlanırken Çin, köklü değişimlerle bir "değişen" nesiller çağından geçiyordu.

Bu değişiklikler, Mao Zedong'un hilafeti için girişilen ve yarı intihara benzer "kültür devrimi" sırasında yaşanılan "savaş"la başladı.

Sosyalizmi, milliyetçiliği ve geleceği yeniden tanımlayan, "uyuyan sarı cin"in pek çoklarının bildiği bastırılmış kapasitesini serbest bırakan "pragmatik bir darbe" ile devam etti.


Ancak zaman geçtikçe değişimin çalkantılı suları duruldu, ölçekleri, yasakları, beklentileri ve "kırmızı çizgileri" ile yeni bir küresel gerçeklik ortaya çıktı.

Kremlin'in efendileriyle ilişkilendirilen "klasik komünizm" kavramının çöküşü ve onunla birlikte Varşova Paktı ve Berlin Duvarı'nın yıkılmasıyla, bu kavramın küllerinden -en azından- Batı'da iki kutupluluğun çöküşünden yararlanan milliyetçi bir "anka kuşu" doğdu.

Bildiğimiz gibi, işler Almanya'nın kendisini ikiye ayıran duvarın yıkılmasından sonra yeniden birleşmesiyle sınırlı kalmadı.

Aksine, Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) büyüdü ve ezeli rakibi Varşova Paktı sınırları içinde genişlemeye başladı.

Böylece caydırıcılık kavramı değişti, düşmanlıklar yeniden tanımlandı ve örgütlendi.


Ayrıca ortak dış düşmanın "uluslararası savaş"ta yıkılmasıyla o "düşman"a dikkatleri yöneltme dönemi de sona erdi.

"Uluslararası" projelerin sona ermesiyle birlikte, eski Yugoslavya ve Çekoslovakya'da baş gösterdiği gibi batıda İspanya, İtalya ve İngiltere gibi ülkelerde de iç "kimlik savaşları" patlak verdi ve şiddetlendi.

Avrupa'nın ilke ve kavramları nasıl çok değiştiyse, Asya, Afrika ve Güney Amerika'daki birçok ilke ve kavram da değişti.


Sovyetler Birliği'nin çöküşünden sonra, ister dağılan Sovyetler Birliği'nden doğan oluşumlarda, isterse Doğu Avrupa'daki komşu ülkelerde olsun, Sovyet hinterlandında iki alternatif öne çıktı ve iktidara geldi.

İlk grupta üniformalarını ve sloganlarını kolayca değiştiren kıdemli komünist liderler, adam kayırmaya dayanan nüfuzları, "aparatlar" kullanmaktaki örgütsel deneyimleriyle değişim dalgasına öncülük ettiler.

Bunu Orta Asya ve Kafkas cumhuriyetlerinde açıkça gördük.

 

İkinci grup ülkeler ya Kilise ya da Batılı güçler tarafından desteklenen milliyetçi Hristiyan liderler tarafından yönetildi.

Dini bağlılık açısından Moskova'dan uzak Katolik ve Protestan oluşumlarda bu tür iktidarlar kuruldu.

Bu, Baltık cumhuriyetlerinde, Polonya'da, Macaristan'da, Hırvatistan'da, Çek Cumhuriyeti'nde ve diğerlerinde yaşandı.

Şu anda, Polonya ve Macaristan hükümetleri Avrupa'daki en aşırı sağcı hükümetler sayılıyorlar.


Bu gerçek, "çöküşün aracısı" Boris Yeltsin aşamasının kapanmasından ve Vladimir Putin'in yükselişinden kısa bir süre sonra yaralı Rusya'nın tepkisini etkiledi.

Sovyet güvenlik teşkilatının oğlu olan Putin, Batı'nın sahada başardıklarıyla yetinmeyi reddedip, bir de Rusya'yı Batı nüfuzunun doğuya doğru genişlemesi karşısında "en büyük savunma hattı" olan "Slav" kardeşi Ukrayna'dan mahrum etmeye karar vermesinin öfkeli tanığıydı.

Pek çok kişi, Putin'in bu adım karşısında Rus ulusal gururunu uyandırmaktan, Avrupalıların Napolyon Bonapart'tan Adolf Hitler'e kadar tırmandırdıkları Rusya'nın kuşatılma kompleksini harekete geçirmekten başka seçeneği kalmadığını düşünüyor.

Bugün on milyonlarca Rus, Ukraynalı ve Belaruslu ile birlikte Putin, askeri güçlerin Çarlık-Sovyet varlığını parçalayan, seksenlerin sonunda ve doksanların başında büyük vatanı ortadan kaldıran "tarihi hatayı düzelttiklerini" kabul ediyor.

Uzak Doğu'da Tayvan Boğazı'nda ayrıntılar farklı olabilir, ancak prensip aynı. Burada da "aşağılanma" yasak, geleceği fethetmek için acele eden Çin liderliği geçmişi unutmuyor ve bugüne aldanmıyor.

Çin siyasi vicdanı, "Afyon Savaşını" ve "Japon hegemonyasını" iyi hatırlıyor. Çin'in Tibet ve Sincan (Doğu Türkistan) özerk bölgeleri üzerindeki kontrolüne ilişkin Batı'nın -bazen keyfi, çoğu zaman menfaatçi- pozisyonunu da unutmadı.

Bunlar, yerli sakinlerinin Han Çinlilerinden farklı bir etnik kökene ve farklı bir kültüre sahip oldukları iki bölge.
 


Pekin'in liderleri, komünist "Mao devrimi"nin 1949'daki zaferinden bu yana, Tayvan adasını, meşruiyete isyan eden haydut bir rejim tarafından işgal edilmiş bir Çin toprağı olarak görüyorlar.

Komünistlerin, 1928-1949 yılları arasında Çin'in eski yöneticisi ve Kuomintang'ın (Çin Milliyetçi Partisi) lideri Çan Kay Şek'i mağlup ederek, onu ve yandaşlarını Tayvan'a kaçmaya zorladıkları biliniyor.

O dönemde, Çan ve destekçileri de Çin anakarasının komünist isyancılar tarafından işgal edildiğine, görevlerinin tüm Çin ulusunu özgürleştirmek ve onu "ulusal" hükümetin egemenliği altına almak olduğuna inanıyorlardı.


Ancak şartlar değişti. Komünistler, yalnızca Çin üzerindeki hegemonyalarını sağlamlaştırmayı, kendi iç ve dış otoritelerini pekiştirmeyi, Hong Kong meselesini kendi istedikleri gibi halletmeyi başarmadılar, Tayvan'da liberal genç kuşaklarda da bir zihniyet değişimi yaşandı.

Artık eski "milliyetçi" sloganları yükseltmenin saçmalığını görüyor ve gerçekle bir arada yaşamaları gerektiğini anlıyorlar.

Bu nedenle, Pekin'in varlığını kabul edeceği, güvenilir uluslararası uzlaşı ve güvencelere göre bir arada yaşayacağı bir bağımsızlığı arzuluyorlar.


Şu ana kadar, Pekin'in resmi söylemi değişmedi, ancak Çin liderliği, korkunç gücünü "komşularına" göstermekte aşırıya kaçması halinde, düşmanlıklar yaratmaktan ve kendisine karşı birleşmelerini hızlandırmaktan rahatsız olabilir.

Burada kastedilen, uluslararası hesaplarda büyük önem taşıyan 3 "komşusu" Rusya, Japonya ve Hindistan'dır.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Independent Türkçe için çeviren: Sema Sevil

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU