Sarsılan demokrasi

Vatanseverliğin temeli, mezhepçilik, milliyetçilik veya milletin çıkarlarıyla bağdaşmayan herhangi bir inanç baltasıyla kırıldığı sürece hiçbir ülkede demokrasinin değeri olmaz. Bu, Humeyni devrimi tadında barışçıl bir demokrasidir

Fotoğraf: Reuters

Irak'ta yapılan genel seçimlerin sonuçlarının açıklanmasının üzerinden yaklaşık sekiz ay geçti. Şii lider Mukteda es-Sadr seçimlerde 73 sandalye kazandı.

Ancak asıl ses getiren şey karizmatik liderin zaferi değil, son yedi seçimde sahnede başı çeken Şii güçlerin gerilemesi oldu.

Bu Şii güçler arasında en önemli olanlar Kanun Devleti Koalisyonu ve Fetih Koalisyonu'dur.


Seçimler, İran'ın Haşdi Şabi güçlerinin de içinde bulunduğu silahlı aşırılık yanlısı güçlerinin popülaritesinde bir düşüş yaşandığını gösteriyor.

2003'te Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesinden bu yana ilk kez böyle bir şey yaşandı.

Sadr yanlılarının bu maratonda en yüksek yüzdeyi kazanmalarını kutlamalarına rağmen bu, Mukteda es-Sadr'ı zor bir duruma soktu.

Çünkü Sadr Iraklılara silahların devlet elinde toplanması, yolsuzlukla mücadele ve dış müdahaleyi reddetme de dahil olmak üzere birçok vaatte bulundu.

Ancak bütün bu vaatler, İran'ın Irak'taki nüfuzuyla doğrudan bağlantılı.


Şii tabanına sahip hiçbir lider, Mukteda es-Sadr bile İran'ın etkisinden uzak değildir. Ancak İran ve Iraklılara göre Sadr, DEAŞ ve ABD'lilerle savaşma geçmişiyle tanınıyor.

Peki, aradan aylar geçmesine rağmen neden Irak hükümeti kurulamadı?

Sadr, kazandığı zaferlerin yansımaları ile karşı karşıya. Ya Sünni Muhammed el-Halbusi ve Kürdistan Demokrat Partisi'nden (KDP) Mesud Barzani gibi büyük sandalyelere sahip muzaffer blokları hesaba katarak bir ulusal birlik hükümeti kuracak ya da Şiilerle uzlaşmacı bir hükümet kurup, Nuri el-Maliki ve Hadi el-Amiri'nin elini tutacak.

Şii güçler ilk çözümü kabul ederse, başbakanı Sadr'ın değil de kendilerinin seçmesi şartını öne sürebilirler.

Ancak Sadr, başbakanlık koltuğunda uluslararası ve bölgesel güçler tarafından kabul edilen Mustafa el-Kazımi'nin kalmasını tercih ediyor. Sekiz aydır Iraklılar, hesaplar ve ittifaklar girdabında sürükleniyor.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Lübnan'da da durum pek farklı değil. Yaklaşık bir ay önce yapılan seçimler, parlamento çoğunluğunu kaybeden Hizbullah'ı sıkıntıya sokarken, rakibi Semir Caca çoğunluğu kazandı.

Ancak durum hala çok karışık. Çünkü bugün, parlamentonun ilk döneminde parlamento başkanı ve ardından bir yardımcı aday çıkarmak için ilk oturum yapılacak.

Oturumun başkanlığını parlamentodaki en yaşlı üye olması hasebiyle Nebih Berri yapacak.

Ancak Berri, tek aday olmasına rağmen başkanlığı kazansa da ilk kez zaferin tadına çıkaramayacak.

Çünkü asgari oy sayısını yani milletvekillerinin yarısı ve artı bir oyu (65) kazanacağını düşünüyor. Ancak bu onun için ‘değeri olmayan' bir zafer, ki haklı da.

Zira 1992'den beri altı dönem üstlendiği bu pozisyona geldiğinden beri ilk kez asgari düzeyde destekleniyor.

2005 yılında Başbakan Refik Hariri'nin öldürülmesinin ardından yapılan seçimlerde aday olduğunda en az 90 oy kazanmıştı.


Bence Lübnan'da bu kez yapılan seçimlerdeki en önemli şey, parlamento başkanlığı koltuğunda yıllardır süren istikrarın ardından Nebih Berri'nin konumunun sarsılmasıdır.

Irak'ta olduğu gibi, müttefikleri ile birlikte meclis çoğunluğunu temsil eden ve parlamentoda Hıristiyan çoğunluğu elinde tutan Lübnan Kuvvetleri Partisi'nin önünde iki seçenek var.

Ya çoğunluk hükümetini seçmek ya da kaybeden ‘Hizbullah'ın ulusal birlik hükümeti arzusunu gerçekleştirmek.

Bugün parlamento, devlet başkanlığı ve ardından en zorlu mücadele olan hükümet kurma mücadelesi başlayacak.

Yoksulluk sınırının altında yaşayan nüfusun oranının yüzde 73'ü aştığı, siyasi sisteme ya da bilinen liderlere hiçbir güvenin kalmadığı ve daha da kötüsü Merkez Bankası krizinden sonra mali sisteme duyulan güvenin kaybolduğu bir ülkede mezhepler ve aile isimleri arasında onlarca yıldır çatışmalar yaşanıyor.


İki ülkede de dikkat çeken şey rejimin demokratik olması. Seçim ve adaylık süreci, demokratik süreçte olması gerektiği gibi ilerliyor.

Ancak iki ülke de demokrasinin meyvelerini yiyemiyor ve en iyinin ayakta kalması için partiler ve bloklar arasında yapılan rekabetin imkanlarından faydalanamıyor.

Aralarındaki ortak payda, İran nüfuzu. Her iki ülke de İran'ın kararının kendileri üzerindeki etkisine doğrudan maruz kalıyor.

Irak, kaynakları bakımından zengin bir ülke olsa da İran ve ajanlarının kökleştirdiği yolsuzluğun daha da kötü hale gelmesinden ötürü gerçek bunun tam tersi.

Yoksa Irak gibi petrol üreten bir ülke, uluslararası yaptırımlara maruz kalan İran'ın elektrik vermeyi kesmesinden nasıl korkabilir ki?

Lübnan petrol zengini değil ve kültür ve güzelliğin geçit noktası olduğu zamanlarda da değildi. Ancak Hizbullah Lübnan sokaklarını çöplük haline getirdi ve patlamalardan, suikastlardan ve mafya dizilerinden kaçan gurbetçilerin paralarına kondu.
 


Şii milisler ve aşiretler, demokrasiden memnun olduklarının bir ifadesi olarak Mukteda es-Sadr adının altında birleşecek mi?

Hizbullah, kendisini istemeyen ve silahlarını dışarıdan çok içerisi için bir tehdit olarak gören çoğunluğa, sırf Semir Caca böyle istiyor diye teslim mi olacak?

Vatanseverliğin temeli, mezhepçilik, milliyetçilik veya milletin çıkarlarıyla bağdaşmayan herhangi bir inanç baltasıyla kırıldığı sürece hiçbir ülkede demokrasinin değeri olmaz.

Bu, Humeyni devrimi tadında barışçıl bir demokrasidir.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Sema Sevil

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU