Savaşın nedeni liberalizm miydi?

Dünyayı ABD'nin imajına göre yeniden şekillendirme politikasının insan haklarını koruması, barışı desteklemesi ve dünyayı demokrasi için güvenli hale getirmesi gerekiyordu. Ama öyle olmadı.

İllüstrasyon: Craig Stephens

Ukrayna savaşının patlak vermesinin sebebi olarak pek çok şey sayılıyor;

Rusya'nın topraklarını genişletme bağımlısı olduğu ya da Devlet Başkanı Putin'in önceki on yıllarda ve dönemlerde Sovyetler Birliği hatta kimi zaman Çarlık Rusya'sının başına gelenler konusunda bir komplekse sahip olduğu.

Yahut ABD'nin Atlantik İttifakı'nın Ukrayna'ya kadar genişlemesi ısrarı sonucunda, Rusya'nın gelişmeleri tarihteki en büyük nükleer krize yol açan Küba füze krizinde ABD'nin tutumuna benzer bir tutum benimsediği gibi.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Tek kutuplu uluslararası sistemin veya küresel bir yapıya kavuşsa da dünyanın tüm ülkelerine hizmet etme asaletinden yoksun kalan uluslararası sistemin özellikleriyle ilgili olan başka sebepler de var.

Keza, Amerikan halkını ve onunla birlikte Atlantik İttifakı ile tüm Batı ittifakını bir araya getirecek büyük bir küresel krize ihtiyaç duyacak kertede popülaritesi azalan Başkan Biden'ın siyasi durumu da bir sebep sayılıyor.

Yakında tarihçilerin elinde olacak olan sebepler listesi ne olursa olsun, haddizatında 'liberalizm' ve 'demokrasi' fikirlerinin de savaşın sebeplerinden olduğu göz ardı edilemez.

Zira bu iki fikir soylu bir bireysel özgürlük fikri ve bir dizi Batı ülkesinde başarılı olan, onlara ilerleme ve refah sağlayan bir siyasi sistem olmaktan çıktı.

ABD tarafından diğer ülkeleri istikrarsızlaştırmak, mevcut rejimlerin meşruiyetini ortadan kaldırmak, özgürlük veya başarı ile hiçbir ilgisi olmayan, çoğu zaman feci sonuçlara yol açan bir tür siyasi mühendislikle dünya ülkelerinin oluşumuna müdahale etmek için kullanılan ideolojik bir fikre evrildi.


Amerikalı siyaset bilimci John Mearsheimer, siyaset bilim camiasında Soğuk Savaş'ın sona ermesinden bu yana, ABD'nin bu liberal yönlü girişimlerinin yalnızca savaşa değil, aynı zamanda büyük bir Amerikan başarısızlığına yol açacağını düşünen azınlık arasındadır.

Mearsheimer, tümü 'Büyük Yanılsama: Liberal Düşler ve Uluslararası Gerçeklik' başlığı etrafında dönen bir dizi kitap ve makale yayımladı ve konferans düzenledi.
 

 

Bilmeyenler için John Mearsheimer 14 Aralık 1947'de doğdu ve 1982'den beri ders verdiği Chicago Üniversitesi'nde siyaset bilimi profesörüdür.

New York'un beş bölgesinden biri olan Brooklyn'de doğdu ve orada eğitim gördü, 18 yaşındayken iki yıllığına ABD Ordusu'na alındı.

Daha sonra West Point Askeri Akademisi'nde okudu ve 1970 yılında mezun oldu. Bundan sonra, ABD Hava Kuvvetleri'nde beş yıl subay olarak görev yaptı.

1975 yılında Cornell Üniversitesi'nde siyaset bilimi alanında yüksek lisans eğitimine başladı ve 1980 yılında doktora derecesini aldı. Mearsheimer, uluslararası ilişkiler çalışmalarında yine Chicago Üniversitesi'nden büyük akademisyen Hans Morgenthau tarafından kurulan gerçekçilik ekolünün temsilcilerinden biri olarak kabul edilir.

Bu nedenle, aynı üniversiteden başlayarak, ekolünü diğer Amerikan üniversitelerine ve Amerikan kamuoyuna kadar genişletti.

Kendisi gibi bu büyük akımın temsilcilerinden olan Harvard Üniversitesi'ndeki John F. Kennedy Devlet Okulu'nda uluslararası ilişkiler profesörü olan Stephen Walt ile birlikte, İsrail lobisinin Amerika'daki olumsuz gücü ve bölgedeki gerçek ABD çıkarlarıyla çeliştiği için, özellikle Ortadoğu'da ABD dış politikalarını şekillendirmedeki rolü üzerine ortak bir makale yayınladı.


Mearsheimer ve arkadaşları, liberal-demokratik fikre büyük bir meydan okumada bulunuyorlar.

Liberalizmi 'büyük bir yanılsama' olarak nitelendirdiği kitabında Mearsheimer, Soğuk Savaş'ın sonunda ABD'nin benimsediği liberal hegemonyaya dayalı dış politikanın tam anlamıyla başarısız olduğunu söyler.

Mearsheimer, insan doğasının temelini oluşturan liberalizmin iki temel varsayımına mercek tutar;

Birincisi liberalizmin bireyin gruba göre öncelikli olduğu varsayımıdır.

İkincisi, liberalizmin bireylerin temel ilkeler hakkında evrensel bir anlaşmaya varamayacakları ve bu anlaşmazlıkların da sıklıkla şiddete yol açtığı varsayımıdır.

Bu potansiyel şiddetle başa çıkmak için liberalizm üç parçalı bir çözüm sunar; herkesin devredilemez bireysel hakları vardır, hoşgörüye özel bir önem verilmelidir ve devlet, başkalarının haklarına saygı duymayanların yol açtığı tehdidi sınırlamak için gereklidir.

Bu özellikler liberalizmi kozmolojik bir teori haline getirirken, liberal demokrasiyi dünyaya yayması, açık bir uluslararası ekonomiyi teşvik etmesi ve uluslararası kurumlar inşa etmesi gerektiğine inanan ABD'yi de bir haçlı ülkesi haline getirdi.


Dünyayı ABD'nin imajına göre yeniden şekillendirme politikasının insan haklarını koruması, barışı desteklemesi ve dünyayı demokrasi için güvenli hale getirmesi gerekiyordu.

Ama öyle olmadı, bunun yerine ABD, barışı baltalayan, insan haklarına zarar veren ve kendi ülkesinde liberal değerleri tehdit eden savaşlar yürüten son derece militarize bir ülke haline geldi.

Gerçekte olan şuydu; dünya ülkelerindeki milliyetçilik ve gerçek iç koşullar, ülkelerin karmaşık gerçeklikleri içinde karşı karşıya kaldıkları ekonomik, sosyal ve etnik sorunları ve açmazları çözmekten aciz görünen liberalizmi her zaman gölgede bıraktı.
 


Belki de burada, Ortadoğu'da Amerikan politikasının hatalarını anlamak için Amerikan gerçekçi ekolünün fikirlerini bilmemize gerek yok.

Çünkü Irak ve Afganistan'daki deneyim, her ikisini de uzun yıllar liberal siyaset mühendisliği sürecine maruz bıraktı ve bu süreç şu anda tanık olduğumuz şekilde sonuçlandı; birincisinde devletin siyasi yönetimdeki acizliği, ikincisinde Taliban'ın bir kez daha devlet yönetimine dönüşü.

On yıl boyunca Washington, siyasi İslam ve terörün kontrolünü ele geçirmesiyle büyük bir başarısızlıkla sonuçlanan sözde 'Arap Baharı'nın arkasında durdu.

Ortadoğu'daki bahar devrimlerine çiçek isimleri verilirken -nilüfer ve sedir- her halükarda sonuçları Mısır'da olduğu gibi dini kontrol ya da Tunus'ta olduğu gibi siyasi ve ekonomik felç şeklinde değişti.

Eski Sovyet cumhuriyetlerinde ise Amerikan yanlısı devrimlere turuncu ve mor gibi renk isimleri verildi ama bu devrimler de Rusça konuşan azınlıklar ve hakları meselesini ele alma biçimi dahil olmak üzere demokratik yönetim konusunda büyük bir fiyasko ile sonuçlandı


Joe Biden'ın dünyaya sunduğu Amerikan projesi, onu 'demokrat ve otoriter' olarak ikiye bölüyordu.

Ancak proje bundan daha fazlasıydı, gerek Çin ve Rusya'da, gerekse istisnasız dünyanın diğer tüm ülkelerinde egemen rejimlerin gayri meşrulaştırılmasıydı.

Bu, süper güçlerin Soğuk Savaş'ın sona ermesinden sonra kurulan ve sonunda Ukrayna savaşına yol açan uluslararası sistemi gözden geçirmelerinin yanı sıra ABD'nin müttefiki olan ülkelerle ilişkilerinde büyük gerilimlere yol açtı.

Sistemin tüm stratejik, politik ve ekonomik yönleriyle gözden geçirilmesini talep eden ülkelerle yakınlaşmak ABD'nin müttefiklerinin gözünde çok avantajlı hale geldi.

Soğuk Savaş'ın sona ermesinden sonra Atlantik İttifakı'nın genişletilmesi, Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonraki stratejik nedenlerin ve bizzat Rusya Federasyonu'nun Atlantik İttifakına üye olma isteğinin sonucu değildi, aksine Amerikan modelinin başını çektiği liberalizmi yaymakla ilgili ideolojik sebeplere dayanıyordu.

Bu da, rejimine yönelik ideolojik saldırı altındaki Rusya'yı, siyasi sistemini savunmak için proaktif davranıp Ukrayna'ya askeri saldırı düzenlemeye sevk etti.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU