Vizyonda bu hafta: Zorlu bir dostluk hikayesi “Stan & Ollie”

Mehmet Erduğan Independent Türkçe için vizyondaki filmleri yazdı

Stan & Ollie film afişinden bir kare

Her ne kadar hayatın tek başına ve bireysel bir yolculuk olduğu düşünülse de insan dengelemek ister kendini başka biriyle. Sinema da öyledir, ne de olsa sinema da hayat gibidir. Bazı filmlerde başrol koltuğu iki kişiliktir. Kesinlikle birinin ismi söylenildiğinde hemen diğeri de akla gelir. Aralarından su sızmayan o ikili bir gün gelip yollarını ayırmış dahi olsa, yine de hafızalarımızdan onları çıkarmak mümkün değildir.

Zorlu bir dostluk hikayesi “Stan & Ollie”

Yönetmen: Jon S. Baird / Oyuncular: Steve Coogan, John C. Reilly, Nina Arianda, Shirley Henderson, Danny Huston, Rufus Jones / 97 dakika

 

 

A. J. Marriot’un 1993 yılında kaleme aldığı Laurel and Hardy: The British Tours isimli kitabından esinlenerek çekilen Stan & Ollie, dünyanın en ünlü komedi ikilisi olan Stan Laurel ve Oliver Hardy’nin kariyerlerinin son dönemlerini kadrajına alıyor. Filmin yönetmenliğini üstlenen Jon S. Baird, komediye yönelik doğal yetenekleri olan ikiliyi saygıyla anarken bir taraftan da belki de çoğumuzun hiç bilmediği kamera arkası hayatlarına odaklanıyor.

 

 

Ülkemizde “Şişko ile Sıska” adıyla da bilinen, sessiz sinema döneminde bir araya gelmiş olan Stan ve Oliver 1930’larda Hollywood’un en büyük komedi yıldızları unvanına sahip olmuşlar. Geleceğe dair hiçbir ümidi olmayan bireyler yaratan Dünya Savaşları’ndan sonra mizahlarındaki doğallıkları ve mutluluk veren eğlenceli yapımları, sıkıntılara maruz kalan, ezilen, bunalım içinde buhran geçiren insanlara bir teselli olduğu söylenir. Komedyenlerin kitlesel olarak attırdığı kahkahalar toplumda bir terapi etkisi sağlamış ve bu ilgi onları sinema dünyasının zirvesine taşımış. Devam eden yıllarda da, seyirciler ve eleştirmenler tarafından çok sevilen komedi ikilisinin filmleri sınırları aşarak dünya çapında izlenmeye başlamış.

 

 

 

Kariyerlerinin zirvesi olan 1937 yılı ile açılış yapan film, ikilinin Way Out West filmini çektikleri setin kulisindeki sohbetleriyle başlıyor. Doğruyu söylemek gerekirse Lorel ve Hardi'nin bu kadar konuşkan olabileceğini hiç hayal etmediğim için bu perspektif benim için sürpriz oldu. Stan’in soyunma odalarında ayağa kalkmasıyla birlikte yaklaşık altı dakikalık kesintisiz tek bir planla ikilinin peşi sıra stüdyoda dolaşarak Romalıları, kovboyları ve dansçıları, kamera arkası ekiplerini ve filmlerin setlerini gördüğümüz bir nevi nostaljik gezinti sırasında aslında Oliver’ın değilse de Stan’ın içinde bulundukları durumdan memnun olmadığını öğreniyoruz. Stan’in sözleşmesi sona ermektedir ve bu kadar çalışma ve başarıya karşın daha iyi bir ödeme almayı hak ettiklerini düşünmektedir. 

 

 

Bu durum, filmlerinin yapımcısı olan Hal Roach ile Stan arasında bir sürtüşmeye yol açar, Oliver ikisinin arasında orta yolu bulmaya çalışsa da Stan’in Oliver ile birlikte kendi yapım şirketlerini kuracaklarını söylemesi ve kendileriyle daha iyi bir anlaşma yapmak isteyenlerin olduğu blöfü, durumu bir inada bindirir. 1926-1940 yılları arasında Hal Roach için çalışan çift nihayetinde eski yapımcılarıyla yollarını ayırarak kendi yönlerini çizmek durumunda kalır.

 

 

Yıldızlar da kayar

Hal Roach ile Stan’in sürtüşmesini takiben kesintili bir sıçramayla 16 yıl sonrasına giden film 1953 yılı ile yeniden bir başlangıç yapar. 1953’te Stan ve Oliver artık gişe devleri değillerdir. Yaşlandıkları gibi, film yıldızı olarak da gözden düşmüşlerdir. Hal Roach stüdyosundan ayrıldıktan sonra kendi prodüksiyon şirketlerini kurmuşlarsa da Hal Roach'ın rehberliğinde kazandıkları başarıları tekrarlayamamışlardır. Ama buna rağmen ikilinin arasındaki büyü dağılmamıştır. Hikayenin bundan sonrası komedyenlerin alacakaranlık yıllarını anlatsa da bu trajikomik biyografik film, sinema tarihinde efsaneleşeceklerini bilmeden kariyerlerini yeniden canlandırmak ve arkadaşlıklarını kurtarmak adına sergiledikleri dokunaklı bir çabayla geleceğe dair umut vermektedir.

 

 

Şov devam etmeli

Zirvede oldukları dönemden yaklaşık 16 yıl sonra neredeyse filmlerinde oynadıkları karakterler kadar ümitsiz bir hale dönüşen komedyenler artık Hollywood’dan kendilerine iş çıkmayacağını kabul ederler. Kariyerlerini yeniden canlandırmak için de İngiltere’nin yolunu tutarlar. Buradaki sahne şovları yeterince iyi giderse, kendilerine bir kaynak sağlayarak başka filmler yapmayı umarlar. Ancak İngiltere’ye vardıklarında onları bekleyen hayat pek de arzuladıkları gibi değildir. Üçüncü sınıf pansiyonlardaki yaşamları ile başlayan hayat standartlarındaki düşüş ile birlikte yaş, sağlık ve profesyonel hayatlarında yaşadıkları hayal kırıklarının baskıları ikilinin arasında bazı gerilimlere de yol açmaya başlar.

 

 

İngiltere’nin en iyi tiyatro salonlarında sahne alacaklarını düşünürlerken Newcastle’dan Glasgow’a kadar uzanan turnelerinde yarısı boş olan salonlarda oynamak durumunda kalırlar. Yine de bir gösteri bir gösteridir diyerek profesyonelliklerinden asla ödün vermeyen ikili zorlu bölgeler, küçük mekanlar, salonlardaki seyrek kalabalığa rağmen performanslarını en iyi şekilde icra ederek seyirciyi güldürmeyi başarırlar. Onların İngiltere turuyla ilgili anlaşmalarını yapan organizatörlerinin biraz tanıtımın iyi olacağı yönünde ikiliyi ikna etmesini takiben komedyenlerin hala ayakta olduklarına dair medyada yapılan basit bir hatırlatmanın etkisi gişeye bir ikramiye gibi vurduğunda, yaşam koşulları da yeniden bir nebze iyileşmeye başlar.

 

 

 Zorlu bir dostluk hikayesi

Filmin de değindiği üzere, profesyonel hayatlarındaki birlikteliğin ötesinde iki komedyenin ender rastlanan dostluklarını bu pencereden seyretmek çok heyecan verici. Her zaman, her yerde eğlenmeye hazırmış gibi duran ikilinin insanları güldürmek adına yaptıkları şeyler oldukça içten ve samimi. Sahnedeki slapstick* rollerinden bazılarını günlük rutin hayatlarında; sokakta, bir bekleme salonunda ya da bir kalabalık içinde etraflarındaki insanlardan kurtulmak için sergilediklerini düşünmek hakikaten çok keyifli. Bu rolleri aslında sadece kalabalık için değil, aynı zamanda birbirlerini beslemek ve hatta güldürmek için de sergiledikleri olurmuş. Bu yüzden özel hayatlarında ve birbirleriyle olan ilişkilerinde, oynadıkları karakterlerle hemen hemen aynı içgüdülerle hareket ettiklerini gözlemlemek benim için çok da şaşırtıcı olmadı. Ruhsal olarak birbirine bu kadar yakın olan iki dostun ilişkileri Oliver’ın sağlık problemleri nedeniyle aksamaya başlayan rutinler nedeniyle zorlu bir sürece girdiğinde birbirinden kopma noktasına geldiğini gösteren film, sonunda, yaşamlarında yalnız ve beş parasız kalsalar da, birbirleri olmadan bir şeyler yapamayacaklarını oldukça güzel ele alıyor. Bu kapsamda film iyi günde, kötü günde anlayışıyla arkadaşlık, anlayış ve sevgiye dair de pek çok şey söylüyor.

 

 

Yeni nesil hayranları bekliyor

“Stan & Ollie” kesinlike komedyenlerin ve dönemin ruhuna çok uygun bir film. Bazı sahneler, Way Out West’i çekerken kullanılan arkadaki fondan daha inandırıcı değil. Ancak gösterişli sahneleri olmasa da komedyenlere hayat veren Steve Coogan ile John C. Reilly’in birbirleriyle olan kimyası inanılmaz derecede uyumlu. Komedyenlerin duygusal ve hassas bir şekilde zarar görmüş ruhlarını başarılı bir şekilde içselleştirip tüm doğallıklarıyla onlara hayat verdikleri performansları çok tatmin edici. Dolayısıyla iki komedyenin görünüşünü ve davranışını çok iyi hatırlayanlar için bile Coogan ve Reilly’i Laurel ve Hardy olarak kabul etmek hiç zor olmayacak. Siyah-beyaz televizyon izleyerek büyüyen bir kuşağın parçası olmayan bir neslin eski ile yeni arasında bir ayrım yapması pek mümkün olmayacaktır elbette ancak ikilinin neredeyse unutulduğu bir dünyada yeteneklerini duyarlılıkla ele alarak onlara yeniden hayat veren bu film sayesinde Laurel ve Hardy’nin yeni kuşaktan da yeni hayranları mutlaka olacaktır.

 

 

 

Özetle ben filmi çok beğendim. İşin nostaljisini bir kenara koyarsam, hem gülümseten, hem de duygulandıran hikayesiyle film ikilinin hayatına dair fazla bir şey bilmeyen benim gibiler için oldukça ilgi çekici bir seyir sunuyor.

*Slapstick: Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında yaygınlaşan ve ortak özellikler taşıyan Amerikan komedi filmlerine verilen isimdir. Bu filmler genellikle belli kalıplara dayalı doğaçlamalardan oluşur. Espriler düşme, şiddet ve çevreye verilen zararlar üzerine kuruludur. Oyuncularının abartılı ve genellikle dikkatsizce veya mantıksızca hareketler yaptığı bir komedi türüdür.

Haftanın diğer filmleri

Annabelle 3

Annabelle serisinin üçüncü halkası Annabelle Comes Home, paranormal olayları çözmeye kendilerini adayan Ed ve Lorraine Warren çiftinin, lanetli oyuncak bebek Annabelle’i güvenli buldukları evlerine getirdikten sonra gelişen olayları konu ediniyor. Annabelle’i durdurmaya kararlı olan şeytan çıkarma uzmanları Ed ve Lorraine Warren, perili bebeği evlerinde bulunan kilitli odaya getirir ve “güvenli” bir şekilde kutsal camın arkasına koyarlar. Her şeye rağmen Warren çiftini karanlık bir gece bekliyordur. Annabelle’in odadaki diğer kötü ruhları harekete geçirmesiyle şeytani ruhların yeni hedefleri bellidir; Warrenlar’ın 10 yaşındaki kızları Judy ve arkadaşları.

Ateşle Oynayanlar

2018 Cannes Film Festivali’nde “Director’s Fortnight” seçkisinde yer almış ve “Altın Kamera” adaylığı bulunan Joueurs (Treat Me Like Fire); tutku ve adrenalinin insanı nerelere götürebileceğine dair sürükleyici bir hikaye. Filmin başrollerinde ise ünlü yönetmen Asghar Farhadi’nin “The Past” filminden tanıdığımız yetenekli oyuncu Tahar Rahim ve “Nymphomaniac 1-2” gibi yapımlarla adından sıkça söz ettiren Stacy Martin yer alıyor. Paris’te babasının kafesinde çalışan Ella’nın sakin ve sıradan bir hayatı vardır; ta ki garson olarak çalışmaya başlayan Abel ile tanışana kadar. Ella’nın Abel’e hissettiği karşı konulamaz çekim, genç kadına Paris’in yeraltı kumarhanelerinin ve heyecan dolu bir dünyanın kapılarını açar.

Dostumun Yolculuğu

Bazı dostluklar ömürleri aşar. A Dog’s Purpose’ın devamı olan A Dog's Journey filminde, sevilen köpek Bailey, yeni kaderini bulur, onu ve sevdiklerini hayal bile edemeyecekleri yerlere götüren sarsılmaz bir bağ kurar. Bailey “çocuk” dediği Ethan’ın ve Ethan’ın karısı Hannah’nın Michigan’daki çiftliğinde çok güzel bir hayat yaşamaktadır. Hatta yeni bir oyun arkadaşı bile vardır: Ethan ve Hannah’nın küçük torunları CJ. Fakat şöyle bir sorun vardır: CJ’in annesi Gloria CJ’i götürmeye karar verir. Bailey’nin ruhu, yeni bir hayat için bu hayatı terk etmeye hazırlanırken, Ethan’a CJ’i bulacağına ve ne pahasına olursa olsun onu korumaya söz verir.

Geçmiş Olsun

Film, insanlığın sonunu getiren bir virüsün tüm dünyayı sarmasıyla küçük bir mahallede yaşayanların hayatlarının bir anda nasıl değiştiğini mizah diliyle anlatmaktadır. Küçük bir mahallede küçük insanlar, o küçücük dünyalarında yaşayıp giderken normal, coğrafik, bilimsel dünya yok olur. Saffet sevdiği kız Tuğba’ya kavuşmak için her şeyi yapar, sonunda Tuğba’nın kalbini kazanır, fakat tam Tuğba ile dünya evine girecekken kayınçosu Tarık’ın vahim bir ahmaklığı sonucunda kayınçosu ile birlikte komaya girer. Saffet, Tuğba’nın aşkından komayı da atlatır, 3 yıl sonra uyanır. Bu badireyi de atlatıp tam Tuğba’ya kavuştuğunu düşünürken dünyada insanlığın yok olduğunu görür. Dünyaya giren bir virüs insanların neredeyse tamamını yok etmiştir. Dünya üzerinde çok az insan kalmıştır. Saffet, Tuğba’nın yaşadığını öğrenir ve kayınçosu Tarık ile birlikte çok zorlu bir yolculuğa çıkar.

İfrit

Suat Ay’ın yönettiği İfrit, eski sevgilisi Naciye ile büyüler aracılığıyla yeniden bir araya gelmeye çalışan Gökhan ile kendisine yapılan büyüler sonucu birçok varlığın musallat olduğu Naciye’nin hikayesini anlatıyor. Gökhan ve Naciye birbirlerini çok seven gençlerdir. Ancak Gökhan geçirdiği bir saldırı sonucu engelli olmuştur. Naciye ailesinin de baskısıyla Gökhan’ı terk eder ve eski sevgilisi Burak’a geri döner. Bu durumu gurur meselesi yapan Gökhan, Naciye’nin tekrar kendisine dönmesi için bir medyuma büyüler yaptırmaya başlar. Ancak daha önce Burak da Naciye için aynı büyülerden yaptırmıştır. Tüm bu büyüler sonucunda musallat olan varlıkların etkisiyle Naciye tehlike saçan bir ölüm makinesi haline gelir ve artık herkes tehlike altındadır.

Kahraman Prens Sualtı Maceraları

Bir köylünün oğlu olan genç Sadko, ailesi gibi tarlada çalışmak istemez. İstediği şey, gün boyunca arp çalmaktır. Ve gerçeği söylemek gerekirse, bunda da çok başarılıdır. Sadko’nun bu yeteneğini fark edenler, Prens’in kızı Nastya kendi için bir eş adayı seçerken bir kenarda oturup müzik çalması için Sadko’yu, Prens’in sarayına çağırırlar. Nastya, tüm taliplerini reddeder ve sadece Sadko’yu beğenir. Sadko ise, Nastya’dan, saraydan ve düğünden kaçar ve kendisini denizin dibinde bulur. Saraydan kaçışı esnasında ise konuşkan bir papağan olan Jacob ile arkadaş olur. Deniz dibindeki Deniz Krallığı ise çalkantılı dönemlerden geçmektedir: Kötü kraliçe gücü ele geçirmiştir. Eve dönmek için Sadko ve Jacob Kraliçe’yi yenmeli ve Deniz Kralı’nı uyandırmalıdır. Pek çok zorluğun üstesinden gelen Sadko, denizin dibinde gerçek arkadaşlar edinir ve gerçek aşkı bulur.

Sahir Deep Web

Uzun süren bir aşktan yeni çıkan Melike, hayatına giren yeni insanlar ile birlikte kendisindeki yeni gücü keşfeder. Yalnız bu güç, onun büyük bir çıkmazı olur. Büyü ve Deep Web’in egemen olduğu bir hikaye.

Yesterday

Danny Boyle’un yönetmenliğini üstlendiği, Richard Curtis’in kaleme aldığı Yesterday, hayallerine ulaşmak için mücadele içerisinde olan bir müzisyenin yeryüzünde efsanevi müzik grubu The Beatles’ı bir tek kendisinin hatırlayabildiğini fark etmesiyle başlayan hikayeyi konu ediniyor.

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU