Direnen ritüeller: Sis kovma, kutup yıldızını karşılama, hasadı müjdeleme, güneşi selamlama!

Türkiye'nin dört bir yanında unutulmaya yüz tutsa da bazı yerlerde bir avuç insan tarafından bazı yerlerde de yeniden canlanan binlerce yıllık ritüeller var

Kolaj: Independent Türkçe

Çok seslilik; sadece bir müzik terimi değil. Özellikle Anadolu gibi onlarca farklı kültürün, farklı dilin, farklı inancın bin yıllar boyu bir arada yaşadığı bir coğrafyada da aslında hayatın ta kendisi.

Her ne kadar şimdilerde unutulmaya yüz tutsa da her bir sesin kendine özgü bir yansıması var. Bu yansımalardan biri de kimi yerlerde inatla yaşatılmaya çalışılan ve kökeni bin yıllar ötesine dayanan ritüeller.

Büyük bir kısmı doğayla ilişkili bu ritüeller daha kaç yıl yaşatılır bilinmez ama insanın olduğu yerde de umut her zaman var. 


Doğu Karadeniz'in sis kovma ya da güneş duaları: Babra Bubrik, Kuçkura, Heyva Heyva

Doğu Karadeniz'in halen yaşatılan ritüellerinden biri sis kovma duası. Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu, Doğu Karadeniz halk ağzından derlemeleri yayımladığı Kuzeydoğu İllerimiz Ağızlarından Toplamalar adlı 1945 tarihli kitabında, Trabzon'un Yomra ilçesi ve Rize'den derlediği güneş duasından bahseder.
 

 

Buna göre, Trabzon yöresindeki bir inanışa göre, ateşe kına dökülürse yağmur durur. 41 kel adamın adlarını birer birer sayarak bir ipe 41 düğüm atılır ve bu ip kıbleye bakan bir duvara asılırsa gene yağmur durur. 

Sürmene'de ise bir kırmızı kukla hazırlanır, değneğin ucuna takılır, bu kuklayı tutan önde olmak üzere, yöre çocukları evlerden mısır unu, yağ ve kaymak toplayıp kuymak yapar, bir kısmını da kayalara serper. Kargalar kuymağı yerse sisin gideceğine inanılır.  O sırada şu tekerleme söylenir:

Gucgucura ne istersun
Allah'tan güneş isterum
Hatunlardan baş yağ isterum
Verursan ver gidelum
Vermezsan kov gidelum.

 

 

Hemşin'de ise yağışlı havaların fazla uzaması durumunda o mahalle veya köydeki çocuklar bir çalı süpürgesini beze sararak bebek görüntüsü verirler.

Ellerine aldıkları kaşık ve tencerelerle ev ev dolaşarak, bir evin kapısına geldiklerinde bir grup;

"Ablik bublik ne istersin?" diye sorar.

Diğer grup ise koro halinde şunları söyler:

Bir kaşık yağ isterim,
Tekneden kaymak isterim,
Verene bir koç oğlan,
Vermeyene kör, topal kız,
O da yansın ateşe.

Bu şekilde evlerden toplanan yağ ve un ayrı kaplarda biriktirilerek sonra bir yerde ateş yakılarak hoşmeri yapılır ve eğlence ile yenilir.
 

 

Rize'nin Pazar Horti Köyü'nden Ahmet Caferoğlu'nun derlediği ve Babra Bubrik adı verilen Güneş Duasına ait sözler şu şekildedir:

Babra bubrik ne'sder
Kaşuk kaşuk yağ isder
Folden yumurta isder
Tekneden kaymağ isder
Verenun oğli olsun
Vermiyenun kör topal kizi olsun
Allah'dan güneş isder.


Rize Çayeli'nde ise bu ritüelin adı Heyva Heyva'dır. Uzun süren yağmurlu ve sisli havalarda gençler ev ev gezer. Ve aşağıdaki tekerlemeyi söyler:

Heyva Heyva
Kış çıksın da yaz gelsin
Tepeler güneş ister
Irmaklar serin ister
Tekneler kaymak ister
Kaşık kaşık yağ ister
Petek petek bal ister
Verenun ocağı şen olsun
Vermeyenun ocağı sirhanluk kalksun.


Trabzon Çaykara'dan İsmail Özsoy, "Karadeniz'de yayla ve sis ayrılmaz ikilidir. Yerel deyişle duman bazen günlerce yaylamızdan dağılmaz ve yaylacıları güneşe hasret bırakır. Bizler de çayırlarımızı kesip kurutabilmek için, geçmişten beri süregelen bir inanış olan güneş duasına çıkıp dua ederiz. Yaktığımız ateşte erittiğimiz tereyağını gökyüzüne doğru atıp Yarabbi bu havayı sen açacaksın, bu yağmuru sen yağdırmayacaksın diye dua ediyoruz" diye anlatıyor halen uyguladıkları bu ritüeli.


Bir Balkan kış geleneği: Bocuk Gecesi

Bocuk Gecesi, eski çağlardan kalma bir Balkan geleneği. Günümüzde Edirne ve Tekirdağ'daki bazı köylerde hala kutlanıyor.

Kökeni konusundaki belirsizlikler etkisini sürdürse de folklor araştırmacıları; Bocuk Gecesi'nin Orta Çağ'a dek uzandığını düşünüyor.

1800'lü yıllarda Balkanlarda yaşayan Türklerin Bocuk Gecesi'ni kutladığını Sırp profesör Tihomir Dordevic; Türklerin Bocuk kutlamalarından bahseden en eski folklorist ve etnologlardan biri olarak biliniyor.

1944'te yaşamını yitiren Dordevic, Türklerin o gece bir araya geldiklerini ve balkabağı yediklerini kaydetmiş.
 

 

Bocuk Gecesi'nde balkabağından yapılmış yiyecekler tüketmek hem 19'uncu yüzyılda hem de günümüzde yaygın bir gelenek olarak biliniyor. Balkabağı kadar yaygın olmamasına karşın kar suyunda haşlanmış mısır da sıkça tüketiliyor.

Unutulmaya yüz tutmuş bir gelenek olan Bocuk Gecesi, özellikle yerel yönetimlerin desteğiyle 2010'lu yıllarda yeniden gün yüzüne çıktı. Şimdilerde binlerce kişinin katıldığı festivallerle kutlanan Bocuk Gecesi'nin hangi gün kutlandığı yönünde yöreden yöreye değişse de genellikle 6 Ocak ve sonrasındaki iki haftalık döneme denk gelir. Ortak görüş, yılın en soğuk zamanı kutlanması gerektiği yönündedir. 

19'uncu yüzyılın sonlarından itibaren Balkan Türkleri aracılığıyla Trakya'ya taşınan Bocuk Gecesi'nin en önemli sembolü "Bocuk" adındaki kötücül varlıktır. Bu varlık genellikle beyazlar içinde dolaşan bir cadı olarak tanımlanır.

Çoğu kez kadın olarak tanımlanmakla birlikte bazı köylerde erkek olduğu yönünde yorumlar da vardır. Bocuk Gecesi geleneklerinin önemli bir bölümü Bocuk'un zararlarından korunmaya yöneliktir.

Günümüzdeki geleneklerin bir kısmı, 31 Ekim'de kutlanan ve Halloween olarak da bilinen Cadılar Bayramı geleneklerine benzemektedir. Bocuk Gecesi'nde insanların yüzlerini boyayarak Bocuk kılığına girmesi ve birbirini korkutması en yaygın gelenektir. Önceleri yalnızca Bocuk kılığına girmek için uygulanan bu gelenek zamanla farklı konseptlerin etkisi altında kalmıştır. Çocuklar için en yaygın gelenek ise korkutucu masallardır.
 

 

Balkabağı pişirmek, Bocuk Gecesi'nin en önemli ritüellerinden biridir. Düzenlenen organizasyonların çoğunda, katılımcılara kabak tatlısı ikram edilir. Bocuk kılığına giren gençler bazen etraftaki evlerin camlarına vurarak kabak tatlısı ister.

Geçmişte, bir miktar kabak tatlısının ahırda bırakıldığına yönelik söylenceler de vardır. Bunun nedeni, Bocuk'un ahırdaki sığırlara zarar vermesini önlemektir. Tekirdağ'daki bazı köylüler, kabak tatlısı yerine evlerinin çatılarına bir miktar baklava bırakır.

Keşan Belediye Başkanı Mustafa Helvacıoğlu, Bocuk Gecesi ile ilgili olarak şunları anlatıyor:

Bin yıl önce Balkanlar'da bir arada yaşayan Müslüman ve Hristiyanlar, soğuktan ve kötülüklerden korkmamak için gelenek üretmişler. Müslümanlar o gece kabak tatlısı yiyormuş, Hristiyanlar da domuz. Ortak bir yaşam, ortak gelenek ama yiyecekler farklı. Bu gelenek günümüze kadar süregeldi. Biz de bunu Çamlıca köyümüzde devam ettiriyoruz. Bocuk Gecesi etkinliği her yıl büyüyerek devam ediyor.


Koleda Bayramı: Güneşe selam durma

Bir başka Balkan geleneği olan Koleda, kışın en soğuk gecelerinde kutlanıyor. Balkanlarda uzun yıllardır kutlanan Koleda Gecesi'nde aile bireyleri, konu komşular toplanıp, ailenin ileri gelenleri, büyükleri, kötü ve karamsar düşünceleri temsil eden kıyafetler giyerek hikâyeler anlatırlar.

Bu hikâyeler anlatılırken bazı karamsarlık ve kötü düşünce sembolü olan kıyafetler de giyilir, giyilen bu kıyafetler tamamen karamsarlığı ve kötülüğü sembol eder.
 

 

Koleda antik Slav mitolojisinde yeni doğan Güneş anlamına geliyor. Yeni doğan güneş Koleda; kışın ilk uzun gününde, bebek güneş olarak ilahlaşırken kısa bir vakitte döngüye girerek yılbaşı kimliğine bürünüveriyor.

Güneşin döngüsü mevsimlere göre değişik şekiller aldıkça antik Slav paganizminde farklı pagan tanrılar olarak niteleniyor. O yüzden Koleda kış gün dönümünün sabahındaki bebek tanrı, Yalio ilkbahardan Hıdrelleze'e kadar olan ergen tanrı, Kupala 21 Temmuz sonrası sabah görünen kudretli tanrı ve Khors yaşlanmaya başlayan bilge güneş tanrıdır.
 

 

Farklı antik Slav kabileleri yaşadıkları coğrafyalarda nüanslarda farklılaşan Koleda kış festivalleri düzenlerler. Koleda onuruna oyunlar ve şarkılarla ayinler yapalar, yerler içerler eğlenirler. 

Antik Slavların güney kolunun kabilelerinin devamı olan Pomaklarda ise Koleda geleneği günümüzde; güneşin kış kızıllığını andıran balkabağı ile sembolize edilir.

Kışın ilk gündönümünün takip eden günlerde köylerde eğlenceler düzenlenir, bal kabakları kazanlarda kaynatılır. Bahçede fırınlar ev içi fırınlar tıka basa doldurulup balkabağı bereketi ile yeni yılın ilk günleri kutlanır.
 

 

Koleda hazırlıkları 20 Aralık'ta başlar. Koledacılar o güne has olarak giyinirler, şapkalarında özel motifler olur. Gece yarısından sabaha kadar etrafında dolaşmadık ev bırakmazlar. Hem yolda hem kapılarda ve evlerde Koleda'ya özel ritüel şarkılarını söylerler.

Koleda'nın en kitlesel kutlandığı yerlerden biri olan Büyükmandıra Belde Belediye Başkanı Ersan Çölgeçen, "Koleda bizim belde halkının bin yıldır kutladığı gelenek. Kışın soğuk gecelerinde evlerde toplanan yöre halkı korkunç hikayeler anlatarak korkutuluyor. Daha sonra kabak tatlısı pişirip yeniyor" diye konuşuyor.


Kazdağlari'nda 800 yıllık gelenek: Kutup Yıldızı'nı karşılama

Balıkesir'de bulunan Kaz Dağlarının zirvesi 800 yıldır süren bir geleneğe ev sahipliği yapıyor. Yöredeki Alevi Türkmen köylüleri her yıl, ağustos ayının kutup yıldızının dünyaya en yakın olduğu günlerinde Sarıkız zirvesinde çadır kurup, kurbanlar kesiyor. Geleneğin Şamanizm'den kaldığına inanılıyor.

Geleneği yaşatanların başında Tahtakuşlar, Kavlaklar ve Yassıçalı köylüleri geliyor. Ancak diğer Tahtacı köylüleri de küçük gruplar halinde bu etkinliğe katılıyor. 
 

 

Sarıkız'a bağlı efsanelerle kutsal bir alan haline gelen Kazdağı'nın bu durumu, Türklerdeki dağ kültü inancından bağımsız değil.

Sarıkız Tepesi olarak bilinen Kazdağları zirvesinin her yıl ağustos ayında, özellikle Kazdağı'nın eteklerindeki Tahtacı köylerince ziyaret edilmesi, kurbanların kesilmesi, buradaki tepelere çeşitli dileklerin bırakılması, Sarıkız Tepesi ve Babadağı civarındaki hiçbir hayvanın avlanmaması ve ağacın kesilmemesi Türklerdeki dağ kültü inancının yansımaları olarak kabul ediliyor. 
 

 

Kazdağı'nın Sarıkız Tepesi'ne kadar olan bölümü, zeytin ağaçları, kara ve kızılçamlarla örtülüdür, ancak Sarıkız tepesinde herhangi bir ağaç olmadığı gibi bitki örtüsü açısından son derece zayıftır.

Sarıkız'ın mezarının olduğu düşünülen ve Cılbak adı verilen bu tepeye; Tanrı'nın tekliğine uygun nitelikler atfedilmiştir. Çünkü dünya mitolojisinde de olduğu gibi tanrısallığın tecelli ettiği veya kendini gösterdiği en uygun yer dağlardır, bu nedenle dağlar, tanrıların evidir.

Tüm gök tanrılarının, yükseklerde özel bir tapınma yeri bulunur. Dağ, genelde gökle yerin birleştiği yer olarak kabul edilir; böylece bir "merkeze" dönüşür; dünyanın ekseninin geçtiği bölgedir, kutsal bir bölgedir, farklı kozmik alanlar arasında yolculuk yapılabilecek bir yerdir. Gökle yerin birleştiği nokta olması nedeniyle "dağ" dünyanın merkezindedir. 


Bir antik çağ geleneği: Kukerlendia

Bulgaristan ve Yunanistan'da yaşayan Traklardan günümüze taşınan bir başka ritüel ise Kukurlendia. Yaklaşık 3 bin yıl öncesine dayanan gelenek; halen Edirne'de yaşatılıyor.
 

 

Kukerlendia'da insanlar maskelerle ve çanlarla gezip, kötü ruhları kaçırır ve bunu yaparken dans eder. Kuker adlı bu topluluklar; el yapımı maskelerle ve çok sayıda çanla gösterilerini yaparken, köy ve kasabaların sokaklarını, evlerin avlularını dolaşır.

Özellikle baharın yaklaştığı ilk günlerde gerçekleştirilen Kukerlendia'ya katılanlar, bağıra çağıra, gürültü yaparak kıştan kalan kötü ruhları, hastalıkları, kötülükleri ve soğuk havayı uzaklaştırmayı diler.
 

 

Bir yandan da sağlık ve bereket için dans eder; hasadın verimli olması için dileklerde bulunur.

Kukeri ritüelleri "çok amaçlıdır". Çanların çınlaması ve şok edici maskeler aynı zamanda nazarın yönünü değiştirmekte, hayvanların doğurganlığını artırmakta kullanılır.
 

 

Tarihçilere göre Kuker oyunları geleneği antik çağlara, Dionysus şenliklerine kadar uzanıyor. Antik Yunanistan'da dans, şenliklerde bir ibadet şekliydi. Kötü ruhları uzak tutmanın ve onları memnun etmek için Tanrılarla doğrudan iletişim kurmanın, onlara özel güçler vermenin ve isteklerini yerine getirmenin bir yoluydu.


En eski Roman bayramı: Kakava

Baharın gelişi ve doğanın yenilenmesi üzerine çeşitli toplumlarda farklı ritüellerle kutlanır. Romanların, her yıl mayıs ayının beşinde akşam vakti başlatıp altısında da tam gün devam ettirdikleri Kakava Şenlikleri de bir tür baharı karşılama bayramıdır.

Edirne halkı arasındaki yaygın inanç "Kakava"nın kokulu hava ya da kahkahadan bozulma bir kelime olduğu yönündedir. Ancak konuyla ilgili fikir beyan eden iki araştırmacının görüşü bunlardan oldukça farklıdır.

Nazif Karaçam'a göre Kakava, "Tencere Bayramı" anlamına gelmektedir. Bir diğer araştırmacı İ. Hakkı Soyyanmaz'a göre ise Ka'kaa kelimesi hem "millî bayram" hem de "silah ve savaş gürültüsü" anlamlarındarı.
 

 

Edirne'de Romanların her yıl büyük bir coşkuyla kutladıkları Kakava Şenlikleri, 5 Mayıs akşamı Sarayiçi meydanında büyük bir ateşin yakılmasıyla başlar. Kutlamaya katılan herkesin, ateşin üzerinden içlerinden bir dilek tutarak atlamasıyla şenlik başlatılmış sayılır.

Bu uygulama hastalıklardan, uğursuzluklardan, kötülüklerden kurtulmak ve gelecek senenin, bir öncekine göre çok daha iyi geçmesi temennisiyle yapılır. 

Yemek faslından sonra, gece geç saatlere kadar sürecek olan eğlence kısmı başlar ve kutlamaya katılan herkes davul ve zurnalar eşliğinde Trakya bölgesine has hareketli melodilerle oyunlar oynar. Bu arada eğer uygun görülürse yeni çeribaşı seçimi de yapılır.

İlerleyen saatlerde şenlik alanından kendi mahallelerine dönen Romanlar eğlenceyi devam ettirirler, neredeyse her evin önüne yine ateşler yakılır. Bu ateşlerden birinin başına gelen çeribaşı, bir kova alarak birkaç kişinin giysisini, küpesini ya da kişiye ait özel bir eşyayı kovanın içine atar.
 

 

Eşya sahiplerinin dilek tutmasını söyler ve onları kenarda bekletir. Çeribaşı, kovadan seçtiği her eşya için sahibine gönderme yaparak maniler okur.

6 Mayıs sabahı, sabah ezanıyla uyanan halk güne bir başka ritüelle başlar. 5 Mayıs gecesi Meriç ya da Tunca'dan getirdikleri, içine 41 taş ve 41 çeşit ot attıkları bir miktar su ile yüzlerini yıkayarak hastalıklara karşı korunacaklarına inanırlar.

Yine "aklık-paklık-güzellik" olsun diye güne bir bardak süt içilerek başlanır. Sabah erken kalkamayanların ayak altlarına ısırgan otu sürülerek rahatsız edilir. Çünkü uyumak ya da geç kalkmak hiç de hoş karşılanmaz.

Gün ağarmadan, evde çok fazla vakit kaybetmeksizin Tunca Nehri'ne gidilir. Hiç evlenmemiş genç kızlar, en kısa zamanda kısmetlerinin açılması için gelinlik giyerken diğerleri de en güzel, en yeni kıyafetlerini giymeye özen gösterir.

İsteyen nehre girerken isteyen de yanlarında getirdikleri şişelere nehirden su doldurup ellerini yüzlerini yıkar. Roman halkı bu sayede, aklandıklarına, temizlendiklerine inanır. 
 

 

Edirne Romanlarının Çeribaşısı Hamdi Kopça Kakava şenlikleri için "Bu bizim geleneğimiz, bayramımız" diyor ve Kakava'ya nasıl hazırlandıklarını şu sözlerle anlatıyor:

Evlerimizi bir hafta önceden temizleyerek başlarız. Kakava'da evlerimizin önünde ateş yakarız, müzikle oyunlar oynarız.


Diyarbakır'ın çok az bilinen bir ritüeli: Kamçı Festivali

Diyarbakır'da geçmişi altı yüz yıl öncesine dayanan bir gelenek hala yaşatılıyor: Kamçı festivali. 500 yıllık geçmişi bulunan kamçı şenliği her yıl 15 Mayıs'ta başlayıp 25 Mayıs'ta sona eriyor. 
 

 

Festivale katılanlar, birbirlerini kamçılarla kıyası dövüyor. Aslında kamçı bildiğimiz kırbaç değil. Festivalden bir gece önce hazırlanan bezden halatlara kamçı deniyor. 

Etkinliğe sadece erkekler katılabiliyor. Kendine güvenen genç erkekler, ellerine aldıkları kamçılarla kavga etmeye başlıyor. Oyunun özel bir kıyafeti yok.
 

 

Herkes günlük kıyafetleriyle katılıyor ancak günün sonunda elbiseler kullanılmaz hale geliyor. Hakemler kamçılarla birbirlerine vuran oyuncuların, birbirlerine fazla zarar vermesine engel oluyor. Hakemler ne kadar engel olsa da kavgadan sonra oyuncuların vücudunda izler oluşmasına engel olamıyor. 

Oyunda yenen ya da yenilen yok. Yorulan sırasını bir diğerine veriyor. Bölgenin ileri gelenleri de oyunu izleyenler arasında. Onların gelme nedeni ise, olası bir kavga ya da gerginliği önlemek. 
 

 

Dicle, Hani ve Eğil ilçelerini bağlayan bölümde bulunan Terkan bölgesinde 5 asırdır devam eden kamçı şenliklerine katılan Faik Reşitağaoğlu ise bu şenliğin Terkan bölgesinde yüzyıllardır sürdüğünü söyledi.

Oyunun vahşice görünebildiğini ama aslında zevkli bir oyun olduğunu söyleyen Reşitağaoğlu "Geleneklerimizi ayakta tutmaya gayret ediyoruz. Biz kimseyi rakip olarak görmüyoruz, Terkan halkındanız hepimiz birbirimizi çok iyi tanıyoruz. Amaç rakip değil, burada eğlenmek, zevk alıp dağılıyoruz" diyor.
 

 

Kamçı festivalinin aslında bir hasat müjdesi olduğunu söyleyen bir başka katılımcı ise; daha önce teneke ile davul çalınarak oynanan oyunun öncesinde hasadı kutlamak için oğlaklar kesildiğini de söylüyor.


Antakya'nın Kıddes-Yıkanma Bayramı

Yahya Peygamber'in Hz. İsa'yı Şeria Nehri'nde yıkadığı ve vaftiz ettiği gündür. Her yıl 14 Ocak'ta Antakya'da Hristayn Araplar, Arap Aleviler ve Ermeniler tarafından kutlanan ortak bir bayram olan Kıddes'i; 1861 yılında Cebel Aleviyyin'i yani Alevi Dağları'ını gezen seyyah Samuel Lyde şöyle anlatmıştır:

O gün herkes yıkanmak için pınarlara veya ırmaklara gider.
 

 

Kıddes'in Nusayriler için bir başka anlamı ise 14 Ocak'ın dünyanın yaratılış günü olduğuna inanılması. Nusayriler o günü yılbaşı olarak kutlar, Ras el Seni derler. Çünkü o gün, Firavun zulmü sona ermiş ve Hz. Musa'nın devri başlamıştır.

Bu inanca göre, 14 Ocak'tan 5 gün sonra da insan yaratılmıştır ve Allah insanı kutsamıştır, o gün 19 Ocak'tır. Ayrıca İsa'nın Ürdün Nehri'nde takdisinden sonra ettiği duaya reyhan ve zeytin ağaçları, kuşlar, toprak, bütün tabiat ona ibadette eşlik etmiştir.

Bu yüzden Nusayriler zeytin ve reyhan ağaçlarını kutsal sayar. Çocuklar doğduktan sonra bir nevi vaftiz gibi, önce tuzlanır, sonra zeytin ve reyhan yapraklarıyla dolu suya, zeytinyağı koyup yıkanır. Bu takdisle çocukların kokmayacağına da inanılır. Buna "reyhanlama" denir.
 

 

Arap Alevileri, Allah'ın tüm peygamberlerine birbirinden ayırt etmeden iman eder ve peygambere ait olan bu önemli günleri kutsal sayarlar.

19 Ocak günü 00.00'dan itibaren ziyaretlere/türbelere gidilip dualar edilir, sabahleyin bayramlaşılır, namaz kılınır, mezarlık ziyareti yapılır, çocuklara harçlık, nişanlı kızlara da erkeğin ailesi tarafından aydiye ismi adı altında içinde yemekten tutun elbiseye kadar bir sürü hediyeyi barındıran bir gelenek yürütülür.

En önemlisi ve olmazsa olmazı ise günler öncesinden evler temizlenir.

Kıddes günü Adana ve Mersin'de Kıddes somunu yapılıp dağıtılırken Antakya'da igbeybet ve Zleybe gibi yemekler yapılıp dağıtılır.

Ayrıca Kıddes gecesi bir kaba su ve zeytin ya da yaban mersini dalı konulup sabah o suyla saçlar taranır.
 

 

Arap Aleviler ise günün erken saatlerinden başlayarak gece yarılarına kadar tüm ziyaretleri dolaşır. Barışın simgesi olan Zeytin dalı ve yaban mersini bitkilerinden dallar koparılarak evlere ve işyerlerine asılır.

Ailede başlayan bayramlaşma, Hıristiyanlıktaki vaftiz babanın yerine geçen manevi anne babalar da ziyaret edilerek elleri öpülür ve bu ziyaretlere sırayla tüm tanıdık ve aile bireyleri dahil edilir.

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU