İran pastası üzerindeki kiraz tanesi

Arap dünyasına gelince, Esad rejiminin Arap ülkelerinin vardığı mutabakatlarla - özellikle de İran-Irak Savaşı sırasında- çelişen tutumları öne çıkıyor

Fotoğraf: EPA

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, nükleer anlaşmayı kurtarmak için bir uzlaşıya varılsa dahi ülkesinin İran'a yönelik yüzlerce yaptırımı sürdüreceğini söyledi. Sözleri, Tahran ile büyük ve önemli yaptırımların kaldırılmasına izin verecek bir uzlaşının eşiğinde olunduğunu gösteriyor. Ancak gelecekteki uzlaşının sonucu olarak beklenen atılım ve yumuşamaların aksine, İran ile yaptırımların kaldırılmasından ve Tahran’ın ekonomik, mali ve hatta siyasi koşulları üzerindeki bu büyük yükten kurtulmasından yararlanacak müttefikleri lehine olan birçok endişe verici bölgesel gösterge var.

- ABD'nin Husilere ve Umman arabuluculuğuna açık olmasına rağmen Yemen'de gerginlik tırmanıyor ve ABD üslerine yönelik insansız hava araçları kullanımı artıyor. İran ise Suudi Arabistan ve Husileri sorumlu tutarak kendisini olayların ve sorumluluğun dışında tutuyor. Bu tutum, İran siyasi performansının özünü oluşturuyor. İran her zaman kendi amaçları uğruna kullandığı yerel çevrelerin eylemlerinin sorumluluğunu inkar etti.

- Son konuşmasında Hasan Nasrallah, Lübnanlılara hükümetin kurulması için bir zaman çıtası belirlemenin gerekli olmadığı müjdesini verdi. Bu, kısa ve orta vadede Lübnan'da bir hükümet olmayacağı anlamına geliyor. Nasrallah bize ayrıca ilgili resmi makamlar dışında bizzat Hizbullah’ın İran’dan petrol ithal edeceği müjdesini de verdi ve “Yapabilirse devlet bizi engellesin” sözleriyle gözdağı verdi. Erken seçim olmayacağına dair bir tür fetva verdi ve seçimlerin zamanında yapılacağında ısrar etti. Bu sözleri, başkalarında karşı olduğunu iddia ettiği tam bir kibirle sarf etti. Nedeni de kendi ekseninin çıkarlarına hizmet eden bölgedeki gelişmelerden aldığı güç duygusu.

- Irak'ta ABD öncülüğündeki uluslararası koalisyona yönelik devam eden saldırılara ek olarak, gerilimin durdurulması karşılığında Tahran'a bağlı Haşdi Şabi liderlerinden Kasım Muslih'in “kanıt yetersizliğinden” serbest bırakılması.

- Filistin meselesi tekrar gündeme geldi ve bu olumlu bir şey. Ancak olumsuz yanı, Hamas tarafından temsil edilen direniş cephesinin atı üzerinde geri dönmesi ve bunun sonucunda Filistin meselesinin tekrar İran’a bağlı cephenin yararına kullanılacak olması.

- Beşşar Esad'in İran'ın desteğiyle yeniden Suriye devletinin başına seçilmesi, işlediği suçların yanı sıra Arap Baharı'nın son bölümlerinin üzerine perdeyi indirerek, üzerindeki mezar taşını iyice yerleştirerek.

Bütün bu gelişmeler İran'ın çıkarına. Asıl korkulması gereken, Şam'ı Tahran'dan uzaklaştırma bahanesiyle tüm yapıp ettiklerine rağmen Esad rejiminin uluslararası ve bölgesel olarak yeniden ayağa kaldırılması ve kabul ettirilmesinin bu İran pastasını süsleyecek kiraz tanesi olması. Böyle bir çirkinliği, onu destekleyenlerin ve Suriye halkının çıkarından uzak iki fikrin çerçevesi dışında anlamak mümkün değil.

Birinci fikir, bir yandan böyle düşünenlerin siyasi düşüncelerindeki pragmatik kanaat, diğer yandan çözümü kolaylaştırma, kir ve tozu halının altına süpürme çabası, Esad rejimi olmadan Suriye’yi yönetmenin ve alternatif bulmanın imkansızlığının tecrübeyle sabit olduğu söylemi.

İkincisi, sahiplerine zarar veren ve bu rejim ile normalleşmeleri halinde değişeceği, yani İran abası altından çıkacağı inançlarının temsil ettiği saflıktır. Bunlarla ilgili garip olan, hafızalarının zayıf olması, yakın ve uzak geçmişin deneyimlerinden yararlanamamalarıdır.

Siyasetin gerçekçiliği, oportünizmi ve gereklilikleriyle, bu rejimin Suriye'de meydana gelen benzeri görülmemiş cinayet, işkence, yerinden etme ve yıkım dehşetindeki sorumluluğunun göz ardı edilmesine olanak tanıdığı doğru olabilir. Ancak yetmişli yıllardan bugüne kadar rejimin genel olarak Arap ve özelde bölge siyaseti düzeyindeki uygulamalarının etkilerini de silebilir mi?

Filistin meselesinde rejim, Filistin meselesinin ulusal bir mesele olduğu bahanesiyle, ilgili ve meşru liderlerinin tek başlarına kararlar almalarını engelledi. Filistin davasına hizmet etmek yerine, bizzat kendisinin kurduklarına ilaveten başta FKÖ ve Fetih olmak üzere Filistinli örgütleri çeşitli şekillerde kullandı. Sonuncusu 2002 Beyrut Arap Zirvesinde kabul edilen Arap Barış Girişimi olmak üzere, Suriye’nin tümü olmasa da çoğu barış girişimini dinamitleyen rolünü de unutmayalım.

Yine Suriye’nin Filistinlileri kurtarma bahanesiyle 1976'da Lübnan'a girdiğinde, Filistinlilerin başına gelenlerdeki rolünü de unutamayız. Onları kurtarma bahanesiyle Lübnan’a müdahale eden Suriye, çok geçmeden Filistinlilerin aleyhine döndü ve onlara karşı oldukça kibirli ve katı davrandı. Hatta 1982’deki İsrail işgalinin akabinde Beyrut’tan çıkarılmalarından sonra yöneldikleri Trablus’ta dahi Yaser Arafat ve FKÖ’nün peşini bırakmadı ve ancak bölgeden tamamen çıktıklarından emin olunca rahatladı. Beyrut'ta 1985 yılında Filistin kamplarında yaşanan savaş bu bağlamda tesadüfi bir ayrıntı değil.

Lübnan’a gelince, rejimin 40 yıldan fazla bir süre Lübnan'a müdahalesini ve neden olduğu zararı unutamayız. Bu makaleye ayrılan alan bu zararları detaylandırmaya yetecek kadar değil ama biz bunları savaş sırasında çeşitli şahsiyetleri hedef alan suikastların, Başbakan Refik Hariri’ye yönelik suikast depreminin ve ardından yaşanan bir dizi cinayetin yanı sıra ülkenin şu an tanık olduğu çöküşün arkasında olmakla suçlayarak özetleyebiliriz.

Arap dünyasına gelince, Esad rejiminin Arap ülkelerinin vardığı mutabakatlarla - özellikle de İran-Irak Savaşı sırasında- çelişen tutumları öne çıkıyor. En acı verici olan, İran’ın özellikle Maşrık bölgesinde Lübnan ve Suriye kapılarından Arap bünyesine sızmasının ve yerleşmesinin önünü açması. Hafız Esad rejimi, yönetimini pekiştirmek ve nüfuzunu genişletmek için İranlıları bir araç olarak kullanırken, bugün oğul Esad, İran’ın rejimin siyasi, askeri, istihbarat, güvenlik ve ekonomik bağlantılarına derinlemesine nüfuz etmesine izin verdikten sonra onun elinde bir araç haline geldi. Ülkenin sosyal yapısı da Şiileştirme, Velayet-i Fakih doktrinini yayma, demografiyi değiştirme ve arazi satın alma yoluyla İran nüfuzundan kurtulamadı.

Bütün bunlar, özellikle İran'ın beklenen nükleer anlaşmaya dönüş ve yaptırımların kaldırılmasını takiben alacağı takviye dozdan sonra, bu rejime açılmanın faydalarını sorgulamaya davet ediyor.

Bu uluslararası veya bölgesel açılımın Esad rejimine yönelik beklenen sonuçlarının hızlı bir dökümü, belki de destekçilerinin unutmuş olabilecekleri noktaları canlandırabilir.

Birincisi, bu açılım, savaşın bittiği, dolayısıyla Esad rejiminin kontrol altına alınması ve İran'dan uzaklaştırılması gerektiği şeklindeki yanlış varsayıma dayanıyor. Esad'in kazandığı yarı yarıya zafere rağmen iç savaş henüz bitmedi. Ayrıca Suriye karadan Türkiye, Rusya, İran ve ABD, havadan İsrail olmak üzere 5 ülkenin işgal altındaki bir ülke.

İkincisi, rejimle ilişkileri normalleştirmek, İran'ın zaferini ve genel olarak bölgedeki politikasının başarısını onaylamak anlamına geliyor. Keza diğer ülkeler kendisini ekonomik ve gelişimsel olarak desteklerken 4 Arap ülkesini artık fiilen yönettiğini kabul etmek demek. Kısacası, bazı ülkeler para öderken siyasi yönetim İran’ın elinde. Bu, Tahran'ın ustalaştığı, Suriye'nin yeniden inşası ve Lübnan ile Gazze'yi krizlerinden çıkarmak için gelecekte benimsemeye can attığı bir denklem.

Üçüncüsü, rejimin Arap çevresine güveni çok zayıf. Öyle ki ülke içinde ve Arap dünyası düzeyinde Sünni hakimiyeti korkusu başta olmak üzere çeşitli nedenler, onu İran rejimi ile ilişkilerin kucağına itiyor.

Dördüncüsü, rejimle normalleşme, insan hakları ihlalleri ve kimyasal silah kullanımı için uluslararası hesap sormadan kurtulmasını sağlayacak. Burada, ABD yönetiminin en azından alenen insan hakları meselelerine bağlı olduğunu ve Suriye rejiminin bu konudaki siciline müsamaha göstermeyeceğini unutmamak gerekir.

Beşincisi, bu rejimin gücünü ve ülkede yeni alanların kontrolünü tekrar kazanmasını sağladıktan sonra muhalefetin maruz kalabileceği suistimalleri tahmin edebilirsiniz. Hele de ABD var olduğu alanlardan çekilip, Kürtleri ve diğerlerini acımasız geçmişinin en iyi tanık olduğu bir rejimin intikamının avı olmalarına izin verirse.

Son olarak; Filistin meselesinin eski ışıltısını kazanmasıyla, Suriye rejimi 50 yılı aşkın bir süredir nefes almasını sağlayan akciğerine yeniden kavuşacak, Filistin davasından prim elde etmeye geri dönecek. Oklarını, özellikle İsrail ile normalleşen ılımlı Arap ülkelerine yöneltecek ve bu da Filistin halkının yararına muhtemel herhangi bir Arap-İsrail uzlaşısını sabote edecek.

Özetle, Suriye rejimi, ülkesini içeriyi bastırmak ve sorunlarını çevresine ihraç etmekle ilgilenen, yangın çıkarma, daha sonra da bu yangın söndürecek itfaiyeci rolünü oynama sanatında ustalaşan doğal olmayan devletler kampına dahil etti. Bu tür ülkeler, normal hayatın çeşitli yönleri ve vatandaşları için rahat bir yaşam sağlamakla ilgilenen normal ülkelere benzemezler. Sorun şu ki, Batı ve bazı Arap ülkeleri bu iki tür devletin bir araya gelmesinin zor olduğuna hala ikna olmuş değiller.

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

DAHA FAZLA HABER OKU