Lübnan: Bir sonraki gün ne olacak?

Fotoğraf: AA

Bir sonraki gün ne olacak?

Lübnan'da belki de bu soru kaçınılmaz ve zorunlu hale geldi. Bu sorudan kasıt; sistem, yönetim ve Taif meşruiyetinin çöküşü sonrasında Lübnan'ı ne bekliyor, anayasal kazanımları felç etmesi muhtemel olan donukluğun gölgesinde ülkenin durumu ne olacak?

Göstergeler çok ve endişe verici. Bunlar arasında 9 aydan fazla bir süre önce hükümetin kurulması için yapılan görevlendirmeye rağmen sürecin yaşadığı tökezleme, aynı durumun gelecek yılki yasama seçimleri ve Ekim 2022'deki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de yaşanması beklentisi de yer alıyor.

Bunun yaşanması halinde tüm anayasal kurumlar çökecek ve ülke resmi olarak başarısız devletler listesine dahil olacak.


Tamamı varsayımsal ve bazıları hiçbir şekilde gerçekleşmeyecek düşünce israfı olan ülkenin geleceğiyle ilgili konuşulan senaryolara geçmeden önce, ön cepheye geri dönen bir söyleme dikkat çekmeliyiz.

Bu söylem, Lübnan'da olup bitenlerin, ister nihilist ister yaratıcı olsun, kaosu önlemek için iç ve dış tarafları birlikte yeni bir perspektiften çözümler düşünmeye yönlendirmek için hesaplanmış bir yolun parçası olduğunu düşünüyor.

Siyasal sistemin yeniden yapılandırılması, siyasal yaşamın yeni ve farklı temeller üzerinde düzenlenmesi, iç güç dengesinin bir yansıması ve sonucunun olması, bölgede meydana gelen değişimlere ayak uydurulması gerektiği görüşünde.

Eski Lübnan, çöküşün tüm ana sektörlerini etkilemesi, Lübnan'ın bölgedeki farklılığını, bölgesel rolünü ve yurtiçinde olduğu kadar yurtdışında da işlevsel önemini kaybetmesi sonrasında öldü.


Ülkenin şu anda tanık olduklarına gelince, başta hükümetin kuruluşu olmak üzere çok yönlü krizin kılcal damarlarında yaşanan tıkanıklığın nedeni hakkında ortalıkta dolaşanlara inanmak zor.

Hükümetin kurulamamasının nedeni, şu veya bu bakanlığa hangi ismin getirileceği, hangi bakanlıkların hangi taraflara verileceği, tek bir taraf veya tek bir kişinin, Özgür Yurtsever Hareket'in lideri ve Cumhurbaşkanı'nın damadı Cibran Basil'in rolünün büyütülmesiyle sınırlanıyor.

Bunda, sorunu basitleştiren ve önemsizleştiren bir yön var. Lübnan'ın varlığını tehdit etme noktasına gelen açmazın büyüklüğü ve tehlikesiyle birlikte yaşanılan felç durumunun nedenini, ne kadar güçlü ve önemli olursa olsun tek bir taraf veya kişinin pozisyonu ile sınırlamak mümkün değil.

Kendisinin uygulama sürecinde olduğu hedefleri ve projesi olan siyasi bir ittifakı arkasına almış olduğu için bu kişi önemli.

Cumhurbaşkanı Mişel Avn, belki de diğer kurumların işlemez hale gelmesi durumunda yönetimi devralmasından korktuğu için başbakan olarak Saad Hariri'yi istemiyor.

1988'de Emin Cemayel'in görev süresinin sonunda kendisinin başbakanlık görevini üstlendiği kişisel deneyiminin tekrarlanmasından korkuyor; çünkü o zaman başbakan olması halinde Hariri'nin sahip olabileceği güç ve nüfuzun boyutunu biliyor.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Dolaşımda olan senaryolara dönecek olursak, iki tanesi öne çıkıyor; birincisi, tıkanıklık ve tamamen çöküşün uluslararası toplumu BM (Birleşmiş Milletler) veya Güvenlik Konseyi aracılığıyla müdahale etmeye, uluslararası bir şemsiye altında uygulanacak icraatlar ile ülkeyi ayağa kaldırmaya çalışmaya sevk edeceği düşünülüyor.

Dünya Bankası ve IMF'nin (Uluslararası Para Fonu) ekonomik önlemlerini, bu aşamada geride kalan ve kapsamlı bir ulusal rol oynamaya uygun tek kurum olacak Lübnan ordusunu destekleme yoluyla siyasi ve güvenlik önlemlerini kapsayan bir uluslararası önlemler şemsiyesi kurmaya yöneleceğini hesaba katıyor.

Bu senaryoya göre, ülkeyi içinde bulunduğu çıkmazdan çıkaracak siyasi reformlar çerçevesine ulaşmak amacıyla tarafları BM himayesinde bir konferans çerçevesinde bir araya getirme imkanı bulunuyor.

Elbette bu senaryonun önünde pek çok engel var; birincisi; Lübnan artık uluslararası toplumda etkili ülkelerin öncelikleri arasında yer almıyor.

Buna ek olarak, ABD-Rus-Çin anlaşmazlıkları Güvenlik Konseyini felç ediyor ve o da aksamalar yaşıyor. Üçüncü ve en zor engel, İran faktörü ve onun dahili ve bölgesel organik müttefiki Hizbullah'ın rolü.

Onu ve 40 yıldan daha uzun bir süredir elde etmeye çalıştığı nüfuzu sınırlayan bu tür tavizler, Hizbullah'ın hiç işine gelmiyor.


İkinci ve gerçeğe daha yakın senaryo; 2007'de Fransa'da düzenlenen Saint-Cloud Konferansı veya 1989'da iç savaşı sona erdiren ve anayasada önemli değişiklikler yapan Taif Konferansı'na benzer şekilde, Fransa'nın başını çektiği bazı ilgili yabancı ülkeler tarafından desteklenen bir Lübnan ulusal konferansı düzenlenmesi.

Böyle bir konferans, iç güç dengesi gerçeğinin yanı sıra tüm anayasal kurumların işlevsiz hale gelmesi, ekonomik, finansal ve sosyal koşulların çöküşünün etkisi üzerine düzenlendiğinde, bölgedeki gelişmelerden kaçınılmaz olarak etkilenecektir.

Rus ve İran rolleri sayesinde Suriye'de Esad ailesinin yönetimi önümüzdeki yedi yıl boyunca devam edecek şekilde yenilendi.

Irak'ta durum muhtemelen egemen bir devlet projesi ile siyasi istikrarı bir serap haline getiren İran destekli milisler arasında gidip gelecek.

Son olarak İsrail ile son savaşının sonuçları konusunda coşkulu Gazze var. İran ise özellikle nükleer anlaşmaya geri dönerse ve bazı yaptırımlar kaldırılırsa, en büyük kazanan olarak bu zincirin başında yer alıyor.


Böyle bir konferans, yukarıda belirtildiği gibi, Maşrık ülkelerinde hüküm süren iklimin olduğu kadar iç gerçeklerin de olgunlaşmış bir meyvesi olacak.

Buna sponsor olacak ülkeler, ekonomik, finansal ve sosyal olarak kurtarılabilecekleri kurtardıktan sonra bu faktörleri dikkate almalı.


Siyasi çözüme gelince, iç güç dengesinden ve iç tarafların her birinin gücü ve etkisinden uzak olmayacaktır. Bu noktada, yurtiçinde ve bölgede “direniş ve karşı koyma” ittifakına karşı olan güçlerin zayıflığı ve bölünmüşlüğü ortaya çıkacak.

Bu da, konferansın içerideki güç dengesinin gerçekliğini üstü sarılmış bir şekilde de olsa ifade ederek ulaşabileceği anlayış ve uzlaşılara yansıyabilir.

Bu, Hizbullah'ın mutlaka ön planda olacağı anlamına gelmiyor, ancak gizli etki gücü, arka plandaki lider veya genel mürşit olmaya, eski veya yeni müttefiklerini ön plana çıkarmaya devam edecek.

Bu konferans, ulaşılacak siyasi formülün izin verdiği ölçüde, Lübnan'ı mali ve ekonomik krizlerden kurtarmak için asgari seviyede güvence sağlayacaktır.

Bu formülün en öne çıkan başlıkları:

  • Hizbullah'ın silahlarına, onun yurtiçinde ve yurtdışındaki rolüne karışma anlamı taşımayacak biçimde Lübnan ordusunu istikrar ve birlik unsuru olarak desteklemek.
     
  • Ülkedeki ve bölgedeki güç dengesini yansıtan, yani Hizbullah'ın ve onun hem eski hem de yeni Hristiyan ve Müslüman müttefiklerinin yönelimleri ve hedefleri lehine bir siyasi çözüm, anayasal reformlar.

Bazıları haklı olarak bu senaryonun Suriye'nin gelecekte Lübnan'daki rolü hakkında söylenenleri göz ardı ettiğini söyleyebilir.

Gerçek şu ki, böyle bir fikir temenniler bağlamına giriyor ve tüm göstergelerin İran'ın varlığının pekişmekte ve kök salmakta olduğunu gösterdiği bir zamanda birçok kişinin İran'ın Suriye'den çekilmesinden bahsetmesine çok benziyor.

Roller tersine döndü ve İran'ın Lübnan'daki kolu Esad rejiminin elinde bir alet olmak yerine, Esad rejimi İran ve kollarının elinde bir alet haline geldi. Suriye'nin bir devlet olarak ortadan kalktığının henüz farkında olmayanlar bunu anlamalılar. 


Lübnan'ın gelecekteki durumuna ilişkin bu algının, çoğu İran tarafından yönetilen Hizbullah, Haşdi Şabi, Husiler, kısmen Hamas ve tamamen İslami Cihat gibi Maşrık ülkelerindeki devlet dışı örgütlerin genişlemesi ve güçlenmesi gibi görünen gelişmelerden ilham aldığı bir sır değil.

Ancak, özellikle tüm bölge hızlı değişimlere tanık olurken, siyasetin statik değil dinamik olduğu da kabul edilmeli. Bahsi geçen değişimlerin en önemlisi, 12 yıl önce politikasında yükselen bir faktör olan Binyamin Netanyahu'nun devre dışı bırakıldığı İsrail'de yaşandı.

Ne var ki bu, kesinlikle İsrail'in siyasi istikrar aşamasına girdiği, sorunları ve çevre sorunlarını birleştireceği siyasi bir vizyona ulaştığı anlamına gelmiyor.

Aynı şekilde, İsrail'in İran konusundaki tutumunun (özellikle de İran'ın bölgesel rolü net bir şekilde anlaşılmadan nükleer anlaşmaya dönülürse) değiştiği anlamına da gelmiyor.

Olaylara bakış açısının özellikle geçmişte olduğu gibi artık Washington ile tamamen aynı olmadığı göz önüne alınırsa, İsrail faktörünün bölgedeki istikrar üzerindeki etkisi belirleyici ve öncelikli.

Bütün bunlar şu soruyu akla getiriyor: Bir sonraki gün ne olacak?

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu

Şarku'l Avsat

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU