İlahiyatçı Prof. Dr. Balcı: Ekranlardaki gedikli vaizler, din üzerinden statü ve saltanat hedefliyor

"Siz hiç bunların fakirlik çektiklerine veya mütevazı hayat yaşadıklarına tanıklık ettiniz mi? diye soran Prof. Dr. Balcı, halka sürekli olarak kanaatkâr olmayı telkin edenlerin, söylem ve eylemleriyle dinden kopuşu hızlandırdıklarını söyledi

İsrafil Balcı / Fotoğraf: İsrafil Balcı arşivi

Önce doğru bilinen bir yanlışlari dillendirerek dikkatleri üzerine çekti. 

"Ramazanda orucun hurma ile açılmasının sünnet olmadığını" dile getirerek bazı uyarılarda bulundu. 

Bu çıkışının yol açtığı tartışma sürerken bu kez de eleştiri oklarını "kurumsal din" ve "ekranların gedikli vaizlerine" çevirdi. 

Ramazanda din diye hurafe pazarlandığını bunu yapan kişilerin insanlara sürekli olarak mütevazı bir hayat yaşamayı teklin eden "şeytan" kılıklı "sahtekârlar" olduğunu belirten kişilerin televizyon ekranlarında dini duyguları sömürerek servetlerine servet kattıklarını ifade etti. 

Sadece bu konular değil, dini birçok meselede sözüne esirgemeden konuşan Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İsrafil Balcı'dan bahsediyoruz. 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)


İslam tarihi uzmanı, yazar ve öğretim üyesi olan Prof. Dr. Balcı ile en çok eleştirdiği mevzuları konuştuk.  

"Sünnilik oluşturduğu teolojik söylemle adeta vahye inat aklı dondurdu"

"Kurumsal dini söylemden kastınız denir? Bu neye yol açıyor? 

Burada kastettiğim, İslam'ın katı ve dogmatik Sünni yorumudur. İkinci asırdan itibaren oluşan ve aynı zamanda iktidar tarafından da benimsenen bu yorum devlet dinine dönüştürülmüş ve siyaset eliyle tahkim edilerek güçlendirilmiştir. 

Sünnilik oluşturduğu politik ve teolojik söylemle adeta vahye inat aklı dondurduğu gibi vicdanı da dumura uğratırmıştır. Keza dinin dinamik yapısını tarihsel tecrübeye sabitleyen ve aktüel sorunların çözümünü geçmişte arayan bu anlayışı tesis etmiştir. Hatta aynı anlayış günümüzde de devam etmektedir. Bir yandan da kendisini "Ehl-i Sünnet/Sünnet Ehli" olarak konumlandırarak Hz. Peygamber'in yolu ve ‘Allah'ın dininin kendisi' gibi sunmaktadır. 

Sünni anlayışı benimseyen tarikat ve cemaatler, bu yorumu mutlaklaştırdıkları için kendi kategorilerinin dışına çıkanları din dışı görürken aynı zamanda hakikat tekelciliği yapmaktadırlar. Oysa İslâm inancına göre peygamber dışında hiçbir özel veya tüzel kişilik Allah'ın dinini temsil etmez/edemez. İslâm bu kapıyı kapamışsa da Sünni anlayış kendi ihdas ettiği şeyh, derviş, veli, ğavs, Allah dostu gibi sanal otoritelerle kendisine alan açmış ve kendisini dinin yetkili sözcüsü gibi konumlandırmıştır. Kurumsal dini söylemden kastettiğim daha çok bu anlayıştır.

 

İsrafil Balcı
İsrafil Balcı / Fotoğraf: Independent Türkçe

 

Sözünü ettiğim dil maalesef birleştirmeye değil ayrıştırmaya ve ötekileştirmeye yol açmaktadır. Dahası aktüelliğini yitirdiği için özellikle genç nesil tarafından rağbet görmemekte ve benimsenmemektedir. 

"Amaç din gibi gösterilse de asıl hedef güç devşirmektir"

Kurumsal dini söyleme daha çok kimler başvuruyor. Bunların amaçları nelerdir?

Kurumsal dinî söylemi en hararetli bir şekilde dinden geçinenler, dini bir ticaret metasına dönüştürenler, din üzerinden statü ve saltanat elde edenler savunmaktadır. Tarikat ve cemaat yapılanmaları ile aynı anlayışı benimseyen değişik oluşum veya kurumları da buna eklemek mümkündür. Görünürde tarikatların hepsi dinî kaygı gütmektedir. Oysa hemen hepsi bir şekilde din üzerinden belli bir statü elde edip, devletin kurumlarına sızarak güç devşirme çabası içindedir. En azından zihinlerin arkasında böyle bir hedef vardır. Dikkat edilirse yakın geçmişte bunun acı tecrübesini yaşamıştık. Dolayısıyla amaç din gibi gösterilse de asıl hedef güç devşirmek veya elde edilen gücü muhafaza etmektir. 

"Kopuş denen yakınma aslında kendilerine olan itaatin azalmasıdır" 

İslam'dan kopuşa Müslümanlar mı sebep oluyor? Son dönemde arttığı ifade edilen ateist, deist ve laik kişi sayısında artış kurumsal dini söylemden mi kaynaklanıyor? 

Son birkaç yıldır "'gençler deist oluyor, gençler İslâm'dan kopuyor' gibi, sloganik yakınmalara rastlıyoruz. Bunu en çok dillendirenler görünürde dinî hassasiyeti olan, kendilerine din ve ahlak zabıtası rolü veren kişilerdir. 

Bunlar gençleri suçluyor, ancak şayet iddia edildiği gibi bir kopuş varsa niçin koptukları sorusunu hiç akıllarına getirmek istenmiyorlar. Sanırım asıl sorun burada düğümlenmektedir.

 

İsrafil Balcı
İsrafil Balcı / Fotoğraf: Independent Türkçe

 

Kanaatime göre gençler İslâm'dan veya dinî değerlerden değil daha çok din adı altında dayatılan ve henüz Orta Çağ'dan günümüze gelememiş olan yorumlardan, kendilerini din temsilcisi gibi sunanların akıl ve mantık dışı söylemlerinden, tutarsızlıklarından, hatta ahlakî çöküntülerinden uzaklaşmaktadırlar. Dinî değerlerin bizzat Müslümanlar tarafından tüketildiğini bir türlü anlamak istemiyoruz. Dolayısıyla bir kopuş varsa bunun müsebbibi öncelikli olarak yeri geldiği zaman siyasal gücü de arkasına alıp din polisliğine soyunanların kendileridir.

Gençlere din, ahlak, hukuk, adalet, eşitlik, akıl, mantık, paylaşım, sorgulama gibi ilkeler anlatıldı da mı dinden uzaklaştılar? Keza erişkinler çok mu iyi örnek oldular? İletişim olanaklarının artmasıyla kolayca bilgiye ulaşan gençler, artık kandırılamıyor veya korkutulamıyor. Diğer bir deyişle kontrol edilemiyorlar. Kanaatimce kopuş denen yakınma aslında kendilerine olan itaatin azalmasıdır.

"Hurma Allah Resulu'nun doğduğu/yaşadığı coğrafyanın bir ürünü"

Hurma yerine kayısı ve incir çıkışınızdaki gayeniz neydi? 

Buradaki amacım ne hurmayı kötülemek ne Arap halkına karşı ayrıştırıcı dil kullanmak ne de dini değerleri zayıflatmaktı. Tam aksine temel amacım hurma ile oruç açmanın sünnet olduğu ön kabulünden hareketle özellikle ramazan aylarında artan hurma ticaretinin din üzerinden pazarlanmasına dikkat çekmekti ve bunu doğru bulmadığımı ifade etmektir.

Diğer yandan Resulullah'ın hurma ile oruç açtığından hareketle böyle bir "sünnet" ihdas edilmesinin doğru olmadığını anlatabilmekti. Nitekim Resulullah deve sütü ile veya başka yiyeceklerle de oruç açmıştır, o halde bunların da sünnet olması gerekmez mi?  Hurma Allah Resulu'nun doğduğu/yaşadığı coğrafyanın bir ürünü. Doğal olarak sofrasında bulunmuş ve yemiştir. Ancak onun hurma yemesini sünnet olarak sunup bunun üzerinden hurma ticareti yapmanın ve bu bağlamda dinî değeri ticarete meze etmenin yanlış olduğuna inandığım için bu açıklamayı yapmak zorunda kaldım. Bu yüzden hurma ile oruç açmanın sünnet olmadığına vurgu yaparak "şayet tatlı gıda ile oruç açmak istiyorsanız, benzer ürünler olan kayısı veya incirle de açabilirsiniz" mesajı verdim. Sonuçta hurma ile oruç açmak ne sünnet ne de fazilettir. Keza benim bunları söylemem de ne hurmayı kötülemek ne de değersizleştirmektir. Kaldı ki birçokları gibi benim de sevdiğim bir yiyecek, ancak hurma yemeye dini bir anlam yükleyip bunun üzerine kuru taklitçilik yapmak ve buradan ticarî çıkar sağlamak bir mümine yakışmaz. Ben de bu konudaki kanaatimi dile getirdim, ancak bir kısım insanlar mazruf yerine zarfa bakıp hurma üzerinden tartışma başlatmakla itham ettiler.

 

İsrafil Balcı
İsrafil Balcı / Fotoğraf: Independent Türkçe

 

"Bilinçli tüketime dikkat çekmeye çalıştım"

"Şımarık Arapları ve İsrail'i zenginleştirmeyin" ifadenizin milliyetçi saiklerden kaynaklandığı iddia edildi. Buna yorumunuz nedir? 

Eleştiriden asla rahatsız olmam, yeter ki içi dolu olsun, ancak paylaşımımdan böyle bir anlam çıkarılmasına hayret ettim ve güldüm. Adeta söylenecek söz bulamayınca bir şey söylemek için dile getirilmiş bir iddia gibi geldi bana. 

"Şımarık Araplar" nitelemesinden kastım, elbette ki Arap halkı değildir. Burada eleştiriye konu olan husus hemen her fırsatta bizim veya ülkemiz aleyhine olan Arap egemenlerin tutumudur. Allah'ın lütfu olarak petrol ve Kâbe gibi kutsal değerimiz sayesinde hiçbir bedel ödemeden zenginleşen, zenginleştikçe de şımarıp Müslümanlara eziyet eden zalim idarecileri eleştiriyorum ve onların değirmenine su taşımasından duyduğum rahatsızlığı dile getiriyorum. 

"Zalim İsrail" nitelememde de aynı saik söz konusudur. Burada tüm İsrail halkını değil, Filistinlilere dünyayı dar eden zalimleri kastetmekteyim. Bu itibarla anılan kişilerin/tüccarların ekmeğine yağ sürülmemesi gerektiğine dikkat çekmeye çalıştım ve bunları zengin etme yerine kendi ürünlerimizin tüketilebileceğini hatırlattım. Diğer bir deyişle bilinçli tüketime de dikkat çekmeye çalıştım. 

"Hikaye, hurafe ve duygu sömürüsüne dayalı hayal satıp zenginleşen şarlatanları eleştiriyorum"

Ramazanda hurafeleri din diye sunup Karun'laşanlar kimlerdir? 

Din anlatarak zenginleşenleri ve dini sermaye edinenleri kastediyorum. Bari anlattıkları din olsa ona da yanmayacağım. Tamamen hikâye, hurafe ve duygu sömürüsüne dayalı hayal satıp zenginleşen şarlatanları eleştirmekteyim. Bilim adına tek kelime edemeyen bu zevatın halkın dini duygularını istismar edip dünya saltanatı sürmeleri, vicdan sahibi olan herkesi rahatsız etmektedir. Bu itibarla bir mümin olarak dinin ticaret ve zenginlik aracına dönüştürülmesine olan tepkimi ortaya koydum.

Dikkat edilirse Resulullah asla din üzerinden saltanat sürüp zenginleşmemiştir. Dahası hikâye ve hurafe anlatıp halkı da kandırmamıştır. Ancak onun ismini ağızlarından düşürmeyen çağdaş kıssacılar, fakir peygamber hikâyeleri üzerinden duygu sömürüsü yaparak zenginleştiler, tepkim bunların ikiyüzlülüğünedir.

"İstismarcıların ayırt edilmesinin en kestirme yolu, dedikleri ile yediklerine bakmaktır"

Türk toplumu bu tipleri nasıl anlayacak? Bunları dikkate alınmaması için çağrınız nedir? 

İletişim olanakları sayesinde bu tiplerin gerçek yüzleri artık kolayca ortaya çıkıyor. Bunları ayırt etmek eskisinden çok daha kolay. Zira hemen her söylenen bir şekilde sosyal medyaya düşmekte ve bir şekilde kişinin karşısına çıkarılmaktadır. Bunu son derece yararlı görüyorum ve herkesin konuşmasından yanayım.

Bana göre sözü edilen istismarcıların ayırt edilmesinin en kestirme yolu, dedikleri ile yediklerine bakmaktır. Zira yedikleri ve aynı zamanda yaşantıları söylediklerinin aynasıdır. "İkiyüzlüler" olarak kastettiklerim de bu tiplerdir. 

Halkın/dinleyicinin uyanık olması gerekir, her söze hemen kanmamalarını, hiçbir Allah kulunun dini temsil edemeyeceğini bilmelerini hatırlatmak isterim. Kur'anî bir ilke olarak herkesi dinlemelerini, ancak kimsenin tesirinde kalmadan kendilerine göre en güzelini, en doğrusunu benimsemelerini tavsiye ederim. İslâm'ın en temel prensiplerinden birisi dürüst olmaktır. Söylemiyle eylemi bir olmayan insanlara itibar edilmemelidir.

"Herkes dinden anladığını anlatıyor, kimileri ise anlattığını Allah'ın dini gibi sunuyor"

İsim vermenizde sakınca yoksa birkaç tanesini belirtebilir misiniz? Eğer veremiyorsanız bunların anlaşılması için tarif yapabilir misiniz? 

İsim vermeyi doğru bulmuyorum. Dikkat edilirse Kur'an birçok kez eleştirel dil kullanır, ancak asla bir isim zikretmez. 

Kim kendisini doğrunun adresi görüyor/gösteriyorsa, buyurgan, ötekileştirici, ayrıştırıcı ve dışlayıcı dil kullanıyorsa bunlardan uzak durulması gerektiğini hatırlatmak isterim. Bunun yanında kimileri "ben Allah'ın dinini anlatıyorum, Allah buyuruyor ki" gibi söylemlerle, kendilerini yetkili memur gibi sunmaktadır. Oysa herkes aslında dinden anladığını anlatıyor, kimileri ise anlattığını Allah'ın dini gibi sunuyor. Unutulmamalı ki, din kimsenin tekelinde değildir. Bu itibarla sözünü ettiğim jargonla konuşanları ben şahsen zerre ciddiye almam. İnsanlar din anlatsın, ancak herkes dile getirdiklerinin kendi yorumu olduğunu da hatırlatsın. Bunu yapmayanlardan uzak durulmasını öneririm. Ayrıca hikâye, hurafe, menkıbe, kıssa, rüya türü anlatıları din diye sunanlardan ve bunları vahyin önüne geçirenlerden ise özellikle uzak durulması gerektiğini vurgulamak isterim.

"Dini sermaye edinenler"

Mütevazı hayata ve imkânsızlıklar içinde kıvrananlara kanaatkâr olmayı tavsiye edenler kimlerdir?

En kestirme ifade ile söyleyecek olursam "dini sermaye edinenler." Ekranlardaki gedikli vaizlere ve din anlattığını sananlara bakınız, ısrarla mütevazı hayatı ve kanaatkâr olmayı telkin ederler, oysa kendi yaşantılarında bundan eser yoktur. Siz hiç dini sermaye edinenlerin fakirlik çektiklerine veya mütevazı hayat yaşadıklarına tanıklık ettiniz mi veya böyle bir örneğe rastladınız mı? Dolayısıyla kendileri lüks içinde yaşayıp halka şükretmeyi, dua etmeyi ve kanaatkâr olmayı tavsiye eden, dahası fakirliği bir nimet ve imtihan vesilesi olarak gören herkes bu kapsama girmektedir. 

"Din üzerinden statü ve saltanat hedefliyorlar"

Bu kişiler neyi amaçlıyor? Bunlar sadece kişi mi yoksa cemaat, tarikat ve benzeri yapılar mı? 

Sözünü ettiğim kişiler, daha çok din üzerinden edindikleri statülerini ve saltanatlarını korumayı hedeflemektedirler ve kendilerine dini maske edinmektedirler. Özellikle de tarikat, cemaat yapılanmaları veya buna benzer oluşumların öncelikli hedefinin bu olduğunu gösteren sayısız örnek vardır. Görebildiğim kadarıyla bireysel söylem çok etkili olmadığı için eleştiriye konu olan kesimler daha çok tarikat ve cemaat yapılanmaları içinde kendilerine yer edinmekte veya kendilerini bunlara refere etmektedirler.

"Kur'an din üzerinden dünyalık elde edenlerin midelerine ateş doldurduklarını söylemekte"

Din tüccarları dini duyguları sömürerek parsa toplayıp zengin oluyorsa, bu haksız kazanç değil mi? Devlet, bunu niye önlemiyor? 

Kesinlikle haksız kazanç, dahası haram ve kirli kazançtır. Dikkat edilirse Kur'an din üzerinden dünyalık elde edenlerin midelerine ateş doldurduklarını söylemekte ve bunları şiddetle kınamaktadır (Bakara 2/174). Vaktiyle bunu Yahudi din adamları yapıyordu. İlgili ayette bunların tutumu yerilmektedir. Yahudi din damlarının kendi yorumlarını din üzerinden pazarlamalarını kınayan Allah, herhalde aynı yolu izleyen Müslüman din pazarcılarını ödüllendirecek değildir.

Zannederim buradaki temel sorun sömürenler ile sömürülenlerin hallerinden memnun olmalarıdır.  Diğer yandan tarikat/siyaset ilişkisi çok eskiye dayalı bir problemdir. İyi cemaat, kötü cemaat mantığıyla hareket edildiği ve bunlar oy deposu olarak görüldüğü sürece çözüm üretmek daha da zorlaşmaktadır. Öncelikli olarak sorunu çözme isteği olmalıdır.

"Merdiven altı örgütlenmeler her zaman sorun olmaya devam edecektir"

Önlenmesi için neler yapılmasını tavsiye ediyorsunuz? 

Din üzerinden halkın aldatılması ve sömürülmesinin önlenmesi için öncelikli olarak yasal düzenleme gerekli. Ayrıca devletin resmi kurumları vardır, bunlar aracılığıyla doğru bilgilendirme yapılabilir. Yasal düzenleme ve sıkı denetim dışındaki bir çözümün sonuç getirmeyeceği kanaatindeyim. Cemaatler yasal düzenleme ile kendi faaliyetlerini şeffaf bir şekilde sürdürebilir, ancak kendi öğretilerini devletin resmi kurumlarına taşıma veya buraları kendilerine göre dizaynetme heveslerine müsaade edilmemelidir. Kayıt dışı oluşumlara son verip bunlara yasal ve denetlenebilir bir yapı kazandırılmadıkça merdiven altı örgütlenmeler her zaman sorun olmaya devam edecektir. 

"Namaz da diğer ibadetler gibi içi boşaltılmış ve ritüelleşmiş" 

İslam dini ibadetten mi ibarettir? Neden daha çok ibadet dillendirilirken, yetim malı yememek, hak ve hukuksuzluklara imza atmamak, adaletli olmak, farklı düşüncelere saygı duymak gibi hususlar anlatılmıyor?

Maalesef din deyince sadece ibadet anlaşılıyor. Oysa bu dinin aynı zamanda ahlak, adalet, eşitlik, çalışmak, üretmek, aklı kullanmak, ehliyet, liyakat, dürüstlük, hak, hukuk gözetme, yardımlaşma, dayanışma, sevgi, merhamet gibi mesajları da vardır. Adeta bu ilkeler farz veya yükümlülük değilmiş gibi, din veya dindarlık daha çok namaza ve cami cemaatçiliğine indirgenmiş durumdadır. Zira burası işin en kolay tarafıdır. Kaldı ki, namaz olarak eda edilen ibadet de büyük oranda içi boşaltılmış ve ritüelleşmiş durumdadır. 

Kur'an'da 52 kez "İnananlar ve yararlı iş (salih amel) yapanlar" terkibi geçmektedir. Böylece müminlerin en önemli vasıflarından birisinin salih amel veya yararlı iş yapmak olduğuna vurgu yapılmakta ve bunlar övülmektedir. Maalesef salih amel konusu adeta unutulmuş gibidir. Bir nevi daha çok ibadet ederek/namaz kılarak bu konudaki eksikliği giderme gibi bir saik güdülmüştür. 

Resulullah'ın hayatına bakılırsa, oturduğu yerde sadece ibadet ve dua eden pasif bir örneklik görülmez. Onun hayatı baştan sona mücadeledir. Dolayısıyla dinin salih amel kısmının daha aktif hale getirilmesi gerektiğini ısrarla vurgulamaya çalışıyorum. 

Hak, hukuk, adalet, ahlak, haksız kazanç veya farklı düşüncelere tahammül gibi konulara değinenler halkı aldatamazlar, zira böyle bir gaye gütmezler. İbadete, itaate, duaya, kanaate, duygusallığa ve biat kültürüne yönlendirdiğiniz kitleleri kontrol etmek çok daha kolaydır. Zannımca dindarlığın ritüelleşen ibadetlere indirgenmesinin arkasında böyle bir saik söz konusudur.

"Hukukun olmadığı toplumlarda hukuk dışı uygulamalarla karşılaşmak şaşırtıcı değil"

Müslüman'ın "hırsız", "ahlaksız" ve "yalancı" olamayacağı belirtiliyor. Ancak bu tür ahlak dışı davranış ve tutumlar neden daha çok İslam ülkelerinde görülüyor? 

Çünkü Müslümanlar Kur'an'a inanıyor, ancak ilkelerine uymak istemiyor. Adalet, ahlak, eşitlik, ehliyet, liyakat, istişare gibi Kur'anî ilkelerden bahsediyoruz, ancak bunları ilk başta biz uygulamıyoruz. Vicdanî bir sorumluluk ve hesaplaşma da olmadığı için kendisini mümin olarak tanımlayanlar kolaylıkla etik olmayan davranışlar sergileyebiliyorlar.

Kur'an müminleri "standart bir ümmet/toplum (ümmeten vasatan/Bakara 2/143) olarak niteler, ancak Müslümanların hayatı adeta standartsızlık üzerine kuruludur. Ne de olsa inanç kodlarımız Tanrı'yı kandırmak anlamına gelen hile-i şer'iyye ve kitabına uydurma kültürüne dayanıyor.

Diğer yandan halkı Müslüman olan ülkelerde evrensel hukuk ilkeleri veya hukuk devleti anlayışından da söz etmek mümkün değildir. Dolayısıyla hukukun üstünlüğünün olmadığı toplumlarda hukuk dışı uygulama veya etik olmayan davranışlarla karşılaşmak şaşırtıcı olmamalıdır. Kaldı ki tövbe ile veya belli sayıdaki ibadetleri yaparak günahların sıfırlanabileceğini de unutmamak gerekir. Bu anlayış adeta her türlü sorumsuzluğa kapı aralıyor. 

"Müslümanlar aç olan komşularına yardım etme gibi bir gaye gütmemektedirler"

Hadislerle ilgili tartışmalar hep süre geliyor. Hangi hadisin sahih olup hangisinin olmadığı zaman zaman tartışılıyor. Ancak "komşusu aç iken tok yatan bizden değildir" hadisinin sahih olmadığına ilişkin pek itiraz gelmedi. Misal olarak Müslümanlar, komşularının aç olmasını neden engelleyemiyorlar? 

Hadisler konusundaki tartışmalar nedeniyle insanlar adeta "rivayet sarhoşu" yapıldı. Bir kesim bunları vahiyle eşitleyip din diye sunarken, bir kesim tamamen yok saymakta. İki tarafın yaklaşımını da doğru bulmuyorum. Öncelikle hiçbir rivayetin vahiyle eşitlenemeyeceğinin bilinmesi gerekir. Bununla beraber hadisler veya rivayetler ait oldukları dönemin tarihi, kültürü, sosyolojisi, anlayış, siyaseti vs konular hakkında birer referans olabilirler. Sorun bunların vahiyle eşitlenmesi ve dinin içine dahil edilmesindedir. Zannımca bu problemi aşmanın en önemli kriteri Kur'an'dır. Dolayısıyla Kur'an mesajıyla çelişen hiçbir rivayetin vahyin önüne geçirilemeyeceğinin kabul edilmesi gerekir. Zaten vahye iman bunu gerektirir. Dolayısıyla rivayetlerin Kur'an'a arzı, en azından temel konulardaki problemleri minimize edecektir. Örnekte de belirttiğiniz gibi Kuran'la çelişmeyen rivayetler de bu bağlamda değerlendirilir.

Rivayetleri tarihi referans olarak kullanmakla dinin içine dahil etmek veya vahiyle eşitlemek arasındaki farkı gözden kaçırmamak gerektiğini hatırlatmak isterim. 

Sorunuzun ikinci kısmına dönersek Müslümanlar aç olan komşularına yardım etme gibi bir gaye gütmemektedirler. Aksine iktidarlarını korumak için komşularını daha da açlığa mahkûm etmekte, hatta düşmanla işbirliği yapıp üzerlerine bomba yağdırmaktan geri durmamaktadırlar. Tarihe bakılırsa Müslümanları en çok Müslümanların öldürdüğü gerçeğiyle karşılaşılır. Bunun en önemli nedeni güç mücadelesi veya iktidar kavgasıdır. Bu yüzden "komşusu açken tok yatan" ilkesi sadece nostaljik hatıra olarak gönülleri okşayabilir, ancak reel hayatta fazla karşılık bulmamıştır. Tabii ki iyi niyetle yapılan yardımları veya yardım kuruluşlarını bunun dışında tutuyorum.
 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU