Nereden çıktı bu uluslararası medya?

Bülent Şahin Erdeğer Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Reuters

“Uluslararası medyanın Türkçe yayına ilgisi neden artıyor?” sorusunun cevabını bulmak için son dönemde bir hayli dertlenmiş köşe yazarı ve akademisyenle karşılaşınca, ben de bu soruyu kendimce cevaplıyayım dedim.

Öyle ya! 

Ülkemiz medyasının ve gazeteciliğinin dünya standartlarında olduğundan, dış güçlerin sinsi oyunları zannedersem ülkemiz gazeteciliğini kıskanmış olmalıydılar ki ardı ardına Türkçe yayınlara geçmişlerdi. 

Dünya kamuoyunda ciddiye alınan kaliteli haberciliğiyle Türkiye medyasını rakip görmüşler ki, onlar da Türkçe yayına başlamışlardı.

Oysa gerçek tam tersiydi.

Ülkemizde gazetecilik yapmak, mayınlı bir labirentte çıkışı aramak gibi bir şeydi. Haberciliğin minimum ilkelerine sadık kalmak risk almak demekti. Otoriterliğin dozajı arttıkça farklı seslerin gittikçe kısıldığı, her ekranın birbirinin aynısına dönüştüğü, her gazetenin aynı manşetler attığı bir ortamda, medya her geçen gün muhatapları açısından güvenilirliğini yitirdi.

Sosyal medyada başlayan trollük olgusu, köşe yazılarına, ardından televizyon ekranlarına ve haber bültenlerine sıçradı.

Daha önce Aydın Doğan, Cem Uzan, Dinç Bilgin, Mehmet Emin Karamehmet gibi sermayedarların tekelinde olan özel/gayri resmi medya artık başka tröstlerin sesi oldu. Sermayenin, medyasına editoryal bağımsızlık tanımadığı bir gerçekti, ama en azından görece de olsa farklı seslere yer verebiliyordu, ancak yeni sermayenin yeni medyasında bu görecelilik de ortadan kalkacak, tek sesli bir kapalı devre ortak yayın sıradanlaştırılacaktı. Hem eskilerin hem yenilerin dünyaya açılmak, dünya ölçeğinde yayın yapmak gibi bir derdi hiç olmadı. O yüzdendir ki, yanı başındaki Ortadoğu’ya oryantalist ve üsten bakışını muhafaza etti.

Resmi ve yarı-resmi medyamız ise daha şanslıydı. 99 yıllık haber kalemiz Anadolu Ajansı (AA) iktidar ile ilişkisini bağımlı ama mesafeli olmayı koruyabilmişti. Özerk yapısı onu yarı-resmi kılıyor ve kamu yararına haber üretiminin verimli olmasına yol açıyordu.

Uzun yıllardır haberciliğe emek vermiş gazetecilerle yetiştirilmiş genç nesil haberciler, AA’nın Kemal Öztürk döneminde atılım yapmasının isimsiz kahramanlarıydılar. AA, dünyanın ilk 5 ajansının arasına girmek gibi bir hedef belirlemiş, Ortadoğu’dan Afrika’ya birçok ülkede temsilcilikler açmış, birçok dilde bizzat o bölgelerde haber üreterek, dünya haber ağına girmişti. Öyle ki AA özellikle Ortadoğu ve Afrika ülkelerinde AFP (Agence France-Presse), AP (Associated Pres) ve BBC ile yarışır hale getirilmişti.

AA haberciliği hem bölgesel hem de haber üretilen ülkenin iç kamuoyunda tercih edilir olmuştu.

Resmi yayın organı TRT’de benzer bir atılım yaparak, İngilizce yayınıyla umut olmuştu. Aynı şeyi TRT Arapça için söyleyemeyeceğim, lakin kötü bir çıkıştan sonra toparlanmaya başlaması umut vericiydi.

Ancak bu çıkışlar, değişen yönetimler ile yerini içe kapanmayı getirdi. Haber kalitesindeki düşüş ve uluslararası habercilik sahasından geri çekiliş yarı-resmi ve özerk AA’nın tamamen resmileşmesini ve habercilikten ziyade propaganda aygıtına dönüşmesini de beraberinde getirdi.

Yurtiçi medyamıza dönersek; herkesin malumu üzere Türkiye’de yayın yapan iktidar yandaşı medya organları genellikle komplo teorileri, popülizm ve gündelik propaganda “haberleri” üretmekle meşguller. Köşe yazılarında “analiz” diye kasılan şeylerin çoğunun hakkaniyetli değerlendirmelerden çok kitleleri korkutmak, kışkırtmak, hedef seçilen kişi ya da kesimleri itibarsızlaştırmak gibi ucuz yöntemler için kullanıldığını görüyoruz. 

Uydurma haber, vatandaş rolü yapan figüran/oyuncu, sahte/hayali uzman, abartıya da haberi kasten görmeme gibi habercilik başarılarını(!) saymıyorum bile.
Araştırmacı gazeteciliğin teröristlik, vatan hainliği vb. suçlamalarla sonu hapishanede bitebilecek bir risk olması da cabası. Örneğin yaşanan bir facianın sorumlularını araştırmak, bir yolsuzluk davasını araştırmak gibi gazetecilik faaliyetleri politize edilerek bastırılmaya çalışılabilmektedir.  

Türkiye’deki haberciliğin böylesi çorak bir dönemde geçiyor olması, elbette artık sınırsız dijital yeni nesil haberciliğin yükselişe geçtiği dünyada yeni bir “pazar” ve manevra alanı oluşturuyordu.

Enformasyonun kamu diplomasisi açısından önemli bir güç olduğunu AA’nın açılım hamlesinde görmüştük.

Ama bu hamlelerin gerilemesi, karşı hamleleri beraberinde getiriyordu. 

Açık toplumlarda, hele ki internet haberciliğinin kurumların ötesinde kişiselleştiği bir dönemde, uluslararası haberciliğin Türkiye ve diasporasında etkin olmaması düşünülemez. 

Burada sorun olan şey, böyle bir gelişmeyi genellemeler ve komplo teorileriyle toptan bir “tehdit”, “ulusal güvenlik sorunu” olarak görmek ve otoriter yönemlerle engellenebileceğini düşünebilmektir.

Oysa yapılması gereken, Türkiye merkezli haberciliği geliştirmek, özgürleştirmek ve savunma/muhafazakarlık pozisyonundan yeniden açılma/yenilenme pozisyonuna dönmektir.

Neden +90 girişimi?

Ayrıca uluslararası medyayı düşmanlaştırmak/şeytanlaştırmak yerine, bu yayın kurumları arasında detaylı analiz yapmak ve dünyada yalnız olmadığımız gerçeğini kabullenmek olmalıdır.

Öncelikle Türkçe yayın yapan kurumların bir kısmı resmi devlet kurumları. Örneğin; uluslararası 4 kamu yayın kuruluşu Deutsche Welle (DW), VOA, BBC ve France 24 tarafından Türkçe içerik sağlanacak YouTube kanalı +90 yayın hayatına başladı.

Bu resmi kurumların ortak Türkçe kanal açması elbette politik bir amaç içeriyor. Devletlere ait kamu kurumlarının, bağımsız habercilik yapmasını beklememek gerek. +90 projesinin iki amacı olduğunu düşünüyorum: İlki; Avrupa'daki Türk diasporasını etkilemek. Çünkü Erdoğan yönetimi, Avrupa’ya göçmen olarak giden Türk toplumunu, azınlık milliyetçiliği/kimlik siyaseti üzerinden etkileyebiliyor ve o ülkelerin içişlerinde bir kart olarak istifade edebiliyor. İkinci politik hedef ise; Türkiye içerisindeki muhalif güçleri, kendi siyasal ideolojik söylemi içerisine çekebilmek. Böylece, Erdoğan'ın Avrupa'da yapmaya çalıştığı kamu diplomasisini tersine çevirebilir. Bu bağlamda, devlet kurumlarının medyayı araçsallaştırması pragmatist bir karşı hamledir. 

Aynı durum Rus Sputnik, Çin Uluslararası Radyosu’nun 2016’da kurduğu CRI Türk ve İran rejimine ait çok sayıda resmi Türkçe sayfa için de geçerli. Örneğin; Çin, Doğu Türkistan sorunu konusunda gerilim yaşadığı Türkiye makamlarını bu kamu diplomasisi sayesinde zorlayabilir. Sputnik de, Suriye ve Çeçenistan, Kırım gibi konularda benzeri bir işlev görmekte. İran'ın Türkçe sayfaları ise Türkiye'deki Şii/Caferi toplumunu ve Tahran rejiminin dönüştürme stratejisinin hedefindeki Alevi toplumunu muhatap alırken Suriye krizi konusunda Türkiye'de lobi faaliyeti yapmakta.

Aynı durum Suudi Arabistan için Şarku'l Avsat üzerinden de yapılabilir, ancak hem Riyad yönetiminin Türkiye'de reel bir tabanının olmaması, hem de gazetenin haber üretmemesi/sadece bir tercüme sayfası olması etki alanını baştan pasifize ediyor. Bir diğer husus da, Avsat'ın resmi değil özel bir yayın kuruluşu olması.

Erbil (Hewler) yönetimine yakınlığıyla bilinen özel haber kanalı Rudaw'ın da Türkçe yayınları göz dolduruyor. Rudaw'ın haberciliği, çoğu Türkiyeli haber kanalından daha ileride... 

Avrupa Birliği ile ilişkilerin daha iyi olduğu dönemde Türkiye, Euronews'e ortak olmuş; açılışı dönemin başbakanı Erdoğan tarafından yapılan Euronews'in Türkçe yayınları, AB ile yaşanan gerilimin ardından 2018'de durdurulmuştu. Kanalın Türkçe servisi Avrupa üzerinden yayın yapmaya devam ediyor.

Haber kanalları arasında katılan yurt dışı merkezli yeni kurumlardan biri de Haber Global. Kanal, Azerbaycan merkezli Global Medya Group’un girişimi. Resmi bir hüviyeti yok.

Erivan yönetiminin de Ermeni Haber Ajansı ile Türkçe yayınlar yaptığını biliyoruz. 

Yanlış anlaşılmasın, ben bu faaliyetleri normal görüyorum ve yasaklanmasının ters tepeceğini düşünüyorum. Açık toplumlar, rekabeti ve hukuku esas alır ve hukuka aykırı her durumu da yerli ya da uluslararası ayrımı yapmadan değerlendirir.

Türkiye'nin haber güven endeksinde aşağı sıralarda olması, "yalan haber" konusunda dünya listesinde üst sıralarda yer alması, Doğruluk Payı ve Teyit.org gibi çalışmaların popülerleşmesini sağladı.

Bir başka husus da şu: Özellikle Batılı resmi kurumların yayınları konusunda oldukça hassas olduğu görülen iktidar yanlısı yayın organlarının kendilerinin, bu yayın organlarıyla işbirliği içinde olduğunu da bir çelişki olarak not etmek gerek. 

Örneğin, TGRT Amerika’nın Sesi VOA ile partner. “Pelikan yazarlar” olarak tanımlanan isimlerin CRI Türk’te program yapıyor oluşu da cabası…

Madem uluslararası medya düşman askeri(!), madem ulusal güvenlik sorunu(!), neden Çin Komünist Partisi’nin pravdası CRI Türk bu sınıfta değil? 

Aynı tutumu, bu ülkeler de Türkiye merkezli olan ama uluslararası yayın yapmaya çalışan TRT WORLD gibi kanallara takınırlarsa ne diyebiliriz?

Diğer bir boyutu ise şu: Düşünce özgürlüğünün son dönemde olabildiğince kıskaca alınması ve alanının daraltılması, alternatif çalışma olanakları arayan Türkiyeli gazetecilerin beyin göçü yaşamasına yol açıyor. 

Sınırlarımız ötesinden yayın yapan kuruluşların genellemelerle kategorize edilmesi de başka bir yanılsama. Her yayın kurumunun kendine has bir çizgisi var. 

Bir diğer acı gerçek ise, resmi kurum olmalarına ve kendilerine göre politik ajandaları olmalarına rağmen, Batılı kamu kurumlarının Türkiye’deki özel kurumlara nazaran daha özgür, ciddi ve kaliteli haberciliğe sahip olmalarıdır. 

Herkesi kendi gibi bilme, psikolojik bir hastalıktır. Yansıtmalı özdeşim ya da projektif identifikasyon da deniyor. 

Projeksiyon da hastalar kendilerinin rahatsız oldukları (istemedikleri) uyum bozukluklarını, duygularını başkalarına yükler. 

Dünyadaki tüm resmi haber kuruluşlarının Türkiye’deki gibi parti bülteni olduğunu ve açıkça partizanlık yaptığını zannedebilirler. Belirttiğim gibi, elbette resmiyet politik hedefleri de içerir, ama bunu yaparken bile habercilik kalitesini gözetirler. 

Resmi-özel ayrımını silikleştirmek

Yayın yapan tüm dış kaynaklı yayın organları resmi de değiller. Buna Independent Türkçe gibi, herhangi bir devlet politikasını temsil etmeyen özel yayın kuruluşlarını örnek verebiliriz.

İngiliz gazetesi olmasına rağmen, Rus-Suudi sermaye ortaklığının sahibi olduğu gazetenin editoryal politikası her üç devletin de, resmi çizgisinin kontrolünde değil. Ayrıca gazete hem İngilizce, hem Türkçe sayfalarında çoğulcu bir çizgi izliyor. Bu da son dönemde Türkiye’de görülmeyen bir renklilik olduğundan, gazetenin sermaye ortaklıkları öne sürülerek eleştiriliyor. 

Oysa Independent Türkçe’de haber ve makale bazlı eleştiri yapmak, hem adalet hem de insaf için gerekli. Çünkü birbirinden farklı dünya görüşlerine, perspektiflere sahip pek çok muhabir ve köşe yazarı bulunuyor. 

Bir diğer yansıtmalı özdeşim ise, bir kurumda çalışan herkesi o kurumun her şeyine kefil, temsilci vb. algılamaktır. Oysa haberciler, minimum basın ahlakına göre zaten müstakil şahsiyetlerdir. 

Gazeteci kimsenin piyonu, amigosu, trolü, adamı olmamalıdır. Maaşı için hiçbir çıkar grubunun tetikçisi hiç olmamalıdır. Türkiye’de bu utanç normalleştirildiği için aksi bir mesleki duruş akla getirilemediğinden, herhangi alternatif bir yayın kurumunda çalışmak negatif olarak algılanmakta, öyle gösterilmeye çalışılmaktadır.

Eskiden Almanya'dan çikolata geldiğinde sevinirdik, büyük bir şeydi bizim için. Çünkü ülkemizdeki çikolatalar kalitesizdi, ama bugün çikolata sanayi bu farkı kapattığından böyle bir şey yaşamıyor çocuklarımız; hatta ürünlerimizi o ülkelere ihraç ediyoruz, mevzu biraz da bu...

Biraz beyinden bahsedelim: 

1. Katman: Reptilian sistem-Sürüngen beyin-İlkel beyin- R-Kompleks: Bu beyin bölgesine, sürüngenin İngilizcesinin (reptilian) ilk harfinden hareketle R-kompleks de denilmektedir. Düşünmez, içgüdüseldir. Yeni şeyler öğrenmeyi sevmez. Başkaları ne der diye düşünmez. Güçlüyse saldırır, güçsüzse dedikodu yapar. Sabit fikirlidir. Siyah-beyaz görür detaya girmeden yaftalar.

2. Katman: Neo-korteks-Düşünen beyindir. Mantıklı, düşünen tarafımızdır. Beynimizin %70'ini kaplar. Dürtü kontrollerini yapar. Sosyal psikoloji araştırmalarına göre, bir insanın beyinin R-kompleks seviyesine indirgemenin en iyi yollarından biri onu bir gruba dahil etmektir. İnsanları “biz ve onlar” diye ayırmaktır. Bu amaçla kullanılan ikinci yol, kitleleri “korku kültüründe” yaşatmaktır. Aynı şekilde “dış düşmanlar” göstererek ya da abartarak korkuya dayalı politik propaganda yapılarak da kitleler R-kompleks seviyesine indirilebiliyor. Gerçek dış düşmanlar yoksa da, hayali dış düşmanlar yaratılır.

Velhasılıkelam, İnternet çağında uluslararası medyayı düşmanlaştırmak ve engellemeye çalışmak beyhude bir çaba. Yapılması gereken şey, dünya standartlarında mesleğini iyi yapmak, habercilik kalitesini arttırmak ve bir dönem yapıldığı gibi uluslararası arenada rakip olacak bir ufukla açılım yapabilecek idealizme geri dönmektir. 

Türkiye içine kapanarak kendini koruyamaz, aksine dışa açılarak özgüven ve nitelikle yani habercilikte liyakatle kendi çıkarlarını gözeten uluslararası medyaya karşı ülke çıkarlarını koruyabilir.

Gazetecileri hedef göstererek, haberciliği şeytanlaştırarak değil, aksine haberciliğe daha çok alan açarak ve varsa eleştiri; haberin niteliği ve içeriği üzerinden, habercilik kriterlerini esas alarak eleştiri yapmaktır ahlaklı olan.

Ülke medyasının ana akım kısmını adeta bir propaganda çöplüğüne dönüştürenlerin, kendi yaydıkları kokuları bastırmak için başkalarını suçlamasının, Türkiye’nin yararına değil zararına olduğunun umarım kamuoyu da farkına varır…

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU