Son 5 yılda 114 hapishane yapıldı

Son yıllarda Türkiye gündeminden hiç hapishaneler düşmüyor. Özellikle açlık grevlerinde ölen insanlar, tecrit koşulları, tutuklu bebekler, çocuklar ile mahkumların emek sömürüsü...

Fotoğraf: AA

Hapishaneler, göründüğü kadarıyla daha pek çok konuyla gündem olmaya devam edecekler. Sadece son 5 yılda 114 hapishane yapıldı. 2025 yılına kadar 193 cezaevi daha yapılması planlanıyor. Şu anda 271.919 kişi de cezaevinde tutuluyor.

İnsanları hapsetmenin çözüm olmadığını bilen ve bunun için emek harcayanlar da var. Münker Odabaşı'nın geçtiğimiz günlerde çıkan kitabı Hapishanesiz Toplum Arayışı, son yıllarda medyanın hapishanelere bakışı üzerine odaklanıyor. Kitap Odabaşı'nın master tezinden oluşuyor.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Odabaşa'ya göre hapishane insanların ıslah edilmesi için insanların kapatıldığı bir mekan ancak ıslah konusunda ne kadar başarılı olunduğu konusu son derece tartışmalı... Bunu gören bazı toplumlar hapishanesiz toplum olma arayışına çoktan girdiler bile… Öncelikle "Hapishanesiz Toplum" kavramının ne demek olduğunu açıklayan Odabaşı, "yakıtı insan insan" bu mekanların beklenilen sonuçlar vermediğini vurgulayarak sözlerine başlıyor:

"Hapishanesiz toplumun özcesi şudur aslında, Yaratıcı tarafından özgür yaratılmış olan insanın daraltılmış bir mekâna kapatılarak cezalandırılmadığı ve bireyi hapsederek 'terbiye' etmenin olmadığı bir arayıştır. Ayrıca hapsetme dışı alternatif tedbirlerin uygulandığı, onarıcı adalet sisteminin benimsendiği ve insan odaklı bir düşünce sistemidir. Yeri gelmişken şunu hemen ifade edeyim, Reha Ruhavioğlu'nun ifadesiyle, hapishanesizlik cezasızlık demek değildir. Ki cezasızlık zaten başlı başına bir ihlaldir. O apayrı bir mevzu. Ancak buradaki esas nokta cezanın, hapsederek, kişiyi toplumsal yaşamdan kopararak uygulanmasını eleştirmektir. Çünkü hapsetme, bir ceza yaptırımı olamayacak kadar ağır ve insanlık dışı bir yöntemdir. 'Tutsaklık suçun kendisi kadar barbarcadır' sözü aslında tam da bunu ifade eder. Yani kapatılma, insan türünü hem fiziksel hem de psikolojik olarak 'sakatlayacak' kadar ağırdır. Yusuf Ekinci'nin tabiriyle söyleyecek olursam, 'yakıtı insan olan' bu mekânları yakıtsız bırakarak, 'yakıtı insan olmayan' bir sistem arayışına yönelmektir hapishanesiz toplumculuk. Mahpus bebek ve çocukların hapsedildiği bir coğrafyadayken, hapishanelerini kapatan veya başka ülkelere kiralayan bir Hollanda gerçeği, bende ciddi bir beyin hummasına neden oldu. Bu kadar kolay kapatılmamalı insanlar, hele ki çocuklar…  

Avrupa Konseyi'ne üye kimi ülkelerin mesela Hollanda, Estonya, İsveç, Letonya, Finlandiya, Polonya, Almanya, Lüksemburg, Danimarka vs. mahpus nüfuslarını ciddi oranda giderek azaltan ülkelerdir. Ki bu ülkeler Birleşmiş Milletler Hapsetme Dışı Alternatif Tedbirlere İlişkin Birtakım Asgari Standart Kurallar diğer adıyla Tokyo Kurallarını dikkate alan ülkelerdir. Ev hapsinden elektronik kelepçeye, şartlı tahliyeden tutun denetimli serbestliğe, zorunlu kamu hizmetinden imza yükümlülüğüne kadar birçok seçenek yaptırım mevcut. Son olarak şunu ifade edeyim bundan 300 yıl öncesine gittiğinizde hapishane diye bir sistem yok. Son 300 yıldır aslında hapishaneler hayatımızın merkezinde yer alıyor."

görsel (9).jpeg
Münker Odabaşı / Fotoğraf: Independent Türkçe

 

Odabaşı tezinde Cumhuriyet tarihi boyunca 50 binlerde seyreden mahpus sayısının son 15 yılda 300 binlere dayandığını belirtiyor. Dünyada mahpus nüfusunun en fazla olduğu 7. ülke olan Türkiye'de kampüs 'cezakent'lerin sayısının da her geçen gün  arttığını ifade eden Odabaşı, sebepleri şöyle sıralıyor: "Tek kelimeyle ifade edecek olsaydım, tutukluluk derdim. Mahpus sayısındaki artışın en büyük nedeni tutukluluğun artmasıdır. Tutukluluk esasında son çare olarak uygulanması gerekir. Geçici tedbir niteliğindedir. Ki zaten aksi durumda her önünüze çıkanı 'makul şüpheli' olarak addedip 'içeri tıkmanız', 'senin aklın başına gelsin' demeniz, masumiyet karinesinin yani 'kişi suçu ispat edilene kadar masumdur' kaidesinin ciddi anlamda ihlal edilmesi demektir. Her birimiz birer mahpus adayıyız aslında. Tutukluluk her an ihtimal dahilinde. Bir sabah gözünüzü demir parmaklıkların ardında açabilirsiniz.  Cumhuriyet tarihi boyunca ortalama 80 yıl boyunca mahpus sayısı 50 ile 70 bin arasında seyretmiştir. Fakat 2000'li yıllardan itibaren özellikle de son 15 yılda 70 binlerden 300 binlere sıçrayan bir mahpus nüfusu var karşımızda. Son 15 yılda suç oranı arttı demek yargı jargonuyla söyleyecek olursak, 'hayatın olağan akışı'na ters bir durum. Çok naif kalır bu ifade. Öyleyse 80 yıl boyunca hep aynı oranda mı suç işlendi? Son yıllarda suç oranı artmış olabilir ancak bunu sadece bununla açıklayamazsınız. Her yurttaşın, hukukçu, vekil, hak savunucusu vs. herkesin bu girdabın nedenlerini konuşması, tartışması gerekiyor. Anti-demokratik veya insan haklarının, hukukun üstünlüğünün önemsenmediği toplumlarda mahpus sayısı elbette fazladır. Çünkü cezalandırıcı kültüre sahip toplumlarda hapsetme, kapatarak cezalandırma 'karakteristik' bir özelliktir. Çünkü bu toplumlardaki bireylerin veya iktidarların vicdanları, içleri ancak fail hapsedildiğinde 'soğur'" şeklinde konuşuyor.

görsel (3).jpeg
Hapishanesiz Toplum Arayışı kitabı

 

Toplamda 370 ceza infaz kurumu var

Şu an 265 kapalı ceza infaz kurumu, 78 müstakil açık ceza infaz kurumu, 4 çocuk eğitimevi, 9 kadın kapalı, 7 kadın açık, 7 çocuk kapalı ceza infaz kurumu olmak üzere toplam 370 ceza infaz kurumu var. 193 yeni cezaevinin yolda olduğunu ifade eden Odabaşı konuşmasını şöyle sürdürüyor:

"Bu veriler, ceza ve tevkifevleri genel müdürlüğüne ait verilerdir. Tekrar ifade edecek olursak, son 15 yılda hem hapishane sayısı hem hapishane kapasitesi hem de mahpus nüfusu ciddi bir artış gösterdi ve göstermeye de devam edecek gibi duruyor. Çünkü, 2024-2025 yılına kadar toplam 193 yeni 'cezaevi' yapılmasının planlandığı duyurulmuştu. Bu da demek oluyor ki her yıl ortalama 38 yeni 'cezaevi' daha hayatımıza dahil olacak. Basit bir hesap yapacak olursak, mevcut 300 bine yakın mahpus var zaten. 193 yeni 'cezaevi'nin her birinin kapasitesinin bin olduğunu varsaydığımızda toplamda 500 bin civarında bir mahpus nüfusu karşımıza çıkıyor. Yarım milyon insanın kapatılması demek… Mahpus garantili devasa halde kampüs 'cezakentler' inşa edilmeye devam ediliyor. 10 bin, 20 bin nüfusa sahip ve birçok ilçeden daha büyük kampüs 'cezakentler'imiz var. Mevcut iktidarın kapatmaya yönelik bir politika izlediği söylenebilir. Ki geçen günlerde Adalet Bakanı Gül'ün İstanbul Havalimanına gerçekleştirdiği bir ziyaret vesilesiyle havalimanına da bir adliye açıldığını öğrenmiş olduk. 7/24 hizmet 'müjdesiyle' duyurulan mahkeme sanırım 2020 yılında faaliyete geçmiş. Bu uygulamanın dünyada ikinci bir örneği yok. Velhasıl, hapishanesiz toplum arayışı sürdürülürken, öte yandan bu tarz 'reform'ların gerçekleştirilmesi kaygı verici. Ne diyeyim böyle giderse otogarlara da açılması kaçınılmaz. Ki zaten şu an 70-80 bin civarında kapasite üstü aşırı bir doluluk oranı var. Üçüncü kat ranza çıkmadan tutun yerde yatan mahpuslara kadar. Pandemiden dolayı martta ki tahliyeler, adli mahpuslarda kısmen rahatlama sağlasa da siyasilerde durum değişmedi. Kapatılmanın daha da artacağı yönündeki göstergeler gerçekten üzüntü verici."

 

"Türkiye'de giderek bir cezaevi endüstrisi oluşuyor"

Hükümetin cezaevlerine yönelik politikası hakkında da konuşan genç yazar, "Mahpus garantili 'cezakent'lerin dışında şunu söyleyebilirim. Türkiye'de giderek bir 'cezaevi endüstrisi'nin oluştuğunu ve bunun sektörel bir boyut kazandığını görüyoruz. Ülkenin dört bir yanına devasa kampüsler inşa ediliyor ve bunlar iktidara yakın firmalara 'arpalık' olarak sunulduğu söylenebilir. Ayrıca kimi inşaatların devasa bütçelerle yapıldığını ve bunun da devlete, hazineye ekonomik anlamda ciddi külfete neden olduğu ve 'yatırım'ların bu alana doğru kaydığı söylenebilir" diyerek anlatıyor.

 

"Hapishaneler medyada 'modern' mekânlar olarak sunuluyor"

Odabaşı tezinde hapishane haberlerinin medyada veriliş biçimi üzerinde de çok duruyor. İktidar ve bazı muhalif medyanın, özendirici ve övücü bir dille anlattıklarına dikkat çeken Odabaşı, "Hapishanesiz Toplum Arayışı kitabında daha detaylı olarak ele almaya çalıştım bu konuyu. Ama kısaca söyleyecek olursam, incelediğim haberlerin hemen hemen hepsinde kapatılma mekânları övülmüş ve okuyucuya 'modern' mekânlar olarak sunulmuş. Gazeteler farklı yayın politikalarına sahip olmalarına rağmen aynı söylemsel dili kullanarak kapatılma mekânlarını yüceltmişler. Hatta işi daha da ileri taşıyıp, kapatılma mekânlarını 'fabrika'ya benzeterek, 'fabrika gibi cezaevi' metaforunu kullanarak kapatılmayı olumladıklarını gördük. Kısacası hapishanelere yönelik mevcut egemen söylem olduğu gibi okuyucuya aktarılmış. Hapishanelerde yaşanan ihlaller ve sorunlara ise neredeyse hiç değinilmemiş ve kapatılma mekânları güllük gülistanlıkmış gibi sunulmuş. Alternatif medya için şunu söyleyebilirim. Hak odaklı bir yaklaşım sergileniyor, ihlaller dile getiriliyor ve en önemlisi 'cezaevleri' fabrikaya benzetilip yüceltilmiyor. Dolayısıyla anaakım medya içerisinde de mahpus odaklı habercilik anlayışının geliştirilmesi ve uygulanması gerekir" şeklinde konuşuyor.

 

Milyonlarca 'ciro' yapan hapishaneler

Hapishanelerde ciddi bir emek sömürüsünün olduğunu belirten Odabaşı, milyonlarca 'ciro' yapan hapishanelerden bahsederek şöyle konuşuyor:

"Bildiğiniz üzere hapishanelerin çoğunda işyurtları, iş atölyeleri mevcut. Ve mahpuslar buradaki atölyelerde çalışıyorlar, birçok alanda üretim gerçekleştiriyorlar. Ve bunun karşılığında çok cüzi bir ücret alıyorlar. Asgari ücretin çok çok altında bir ücret alan işçi mahpusların ciddi oranda emeklerinin sömürüldüğünü söyleyebiliriz. Hatta incelediğim bir haberde işçi mahpusların 400 lira ücret alması lütuf şeklinde sunulmuştu. Haberin yapıldığı yıla baktığımda, asgari ücret miktarı 1,400 liraydı. Fakat diğer taraftan 'cezaevi'nin üretilen ürünlerin satışından çok ciddi oranda ciro yaptığı söylenebilir. Öyle ki bir haberde 'fabrika gibi para basan cezaevi' ifadesi kullanılmıştı. Ve haberin devamında ise "cezaevinin" 5 yıl içerisinde 18 milyon ciro yaptığı bilgisi verilmişti. Dolayısıyla, işçi mahpusun ucuz iş gücünü ve emek sömürüsünün boyutlarını siz düşünün artık."

"Bireyi dört duvar arasında 'terbiye' etmeye çalışmanın kişiyi 'ıslah' etmediği anlaşılıyor"

Son zamanlarda modern cezaevlerini sık sık duyuyoruz. Bunun ne anlama geldiğini yorumlayan Odabaşı, "Sanırım 'modern'den kasıt şu, hapishanelerin daha yüksek güvenlikli olması, termal kameralar ile 7/24 izleme yapılması, içerisinde halı sahaların olması, 3-5 kişilik daraltılmış hücrelerin varlığı vs... Tüm bunlar kapatılma mekânını 'modern' yapmaktaydı. Fakat mahpusun fiziksel ve ruhsal sağlığı, ıslahı, kapatılmanın çözüm olup olmadığı hep ikinci planda kalmaktaydı. Foucault, hapishanelerin, gerçekleşen sayısız reforma rağmen bir türlü beklenen işlevi yerine getirmediğini vurgular. Ve hapishane sisteminin, yani insanları her an gözetleyen, kapalı binalarda tutan sistemin tamamen yenilgiye uğradığını da belirtir. Çünkü bireyi özgürlüğünden mahrum bırakarak, istenildiği kadar 'modern' olsun, dört duvar arasında 'terbiye' etmeye çalışmanın, kişiyi 'ıslah' etmediği anlaşılıyor. Yine Foucault ile bitireyim, ceza sisteminde veya ceza yasalarında reform yapmadan 'cezaevi' sisteminde reform yapmanın 'modern' binalar inşa etmenin pek bir şeye yaramayacağını ısrarla vurgulamıştır" şeklinde konuşuyor.

"800 bine yakın mahpus bebek ve 3 bine yakın çocuk mahpus bulunuyor"

Çalışması boyunca pek çok yerde hayretler içinde kaldığını ifade eden Odabaşı, 800 civarında mahpus bebek ve 3 bine yakın çocuk mahpus örneklerini veriyor. Türkiye'nin hapishane alanında önümüzdeki dönemden beklentilerini de açıklayan Odabaşı sözlerini şöyle tamamlıyor: Bernand Shaw'ın enfes bir ifadesi var, der ki: 'Hapishanelerimiz olduğu sürece hücrelerinde hangimizin yattığı çok fazla önemli değildir.' Kimin olduğunun bir önemi yok, kapatılma başlı başına ağır bir yöntemdir. Umarım çok yakın bir gelecekte tıpkı idam ve işkence de olduğu gibi kapatılmanın da insanlık dışı bir yaptırım olduğunun anlaşılması ve hapsetme dışı alternatif tedbirlerin geliştirilip uygulanmasını ümit ediyorum. Hapishanesiz bir toplum birçoğuna imkânsız bir 'ütopya' olarak gelebilir fakat unutulmamalı ki işkence, idam da çok değil on yıllar öncesine kadar sıradan ve genel kabul görmüş birer yaptırımdı ve meydanlara darağacı kuruluyordu. Ama şimdi yoklar. Her ne kadar Türkiye'nin hapishane karnesi kaygı verici boyutta ilerlese de özgürlüğün, mücadelenin ve insanın kazanacağını düşünüyorum. Çünkü, bu sistemi biz insanlar icat ettik ve yine bizler değiştireceğiz…"

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU