Sosyal medya lincine uğradıktan sonra Marmara Üniversitesi'nden istifa eden ilahiyatçı Mustafa Öztürk, yurtdışında bir üniversite ile anlaştı

Marmara Üniversitesi'nden istifa eden Prof. Dr. Mustafa Öztürk, akademik çalışmalarını bir süreliğine yurtdışında sürdürme kararı aldığını açıkladı

Prof. Dr. Mustafa Öztürk

Kur'an ayetlerinin mahiyetine ilişkin görüşleri nedeniyle hakkında başlatılan sosyal medya lincinin ardından Marmara Üniversitesi'ndeki görevinden istifa eden Prof. Dr. Mustafa Öztürk, akademik hayatını Avrupa'da sürdürecek.

Bir Batı ülkesindeki üniversiteden davet aldığını belirten Öztürk, doktora grubunun çalışmalarını koordine edeceğini söyledi.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)


Kişisel YouTube kanalında Türkiye'deki akademi hayatıyla ilgili yorumlarını da yayınlayan Öztürk, akademisyen ve üniversite sayısının katlandığını ama dünyanın ilk 500 üniversitesi listesindeki Türkiye merkezli üniversite sayısının azaldığını belirtti.

"Doktorada dil şartı neden değişti?"

Üniversitede en kritik aşamanın doktora olduğunu ifade eden Öztürk, geçmişte doktora şartları için öngörülen yabancı dilin görece zor sınavlar olan Kamu Personeli Yabancı Dil Bilgisi Seviye Tespit Sınavı (KPDS) ve sonrasında Üniversitelerarası Kurul Yabancı Dil Sınavı (ÜDS) ölçüldüğünü ama sonrasında bu durumun değiştiğini anlattı.

"Aşağıdan gelen yüksek lisansını yapmış kadroların yetersizlikleri o kadar arttı ki dil barajını geçemeyenlerin yığılmasını çözmek zorundalardı" diyen Öztürk, "YÖKDİL diye tabiri caizse 'uyduruk' diyebileceğimiz bir sınav konuldu. Yoldan geçen herkes yabancı dil sınavını vermiş oldu, doktoranın önü açıldı. Doktora bittikten sonra buyurun kürsüde hoca…" dedi.

"Akademide hocalar özel odalarında bile konuşmaktan çekiniyor"

Medrese usulü tahsili yapmış fakat akademinin yazma, üslup, kaynak kullanma, bir meseleyi ele alıp inceleme alışkanlığı edinmemiş, sadece iyi klasik metin çözümlemesi yapan insanların Arapça üzerinden doktoraya alındığını kaydeden Öztürk, bunun bir proje olduğu görüşünde:

"Belli meşreplerdeki, belli cemaatlerdeki adamların oraya birer kurşun asker yetiştirme projesi gibi görünüyor. Git gide bunların rengini fakültelere vermeye başladılar ve ilahiyat fakülteleri üzerinde müthiş bir dini grup, cemaat vesayetleri oluştu. Artık akademik kürsü özgürlüğü, fikir özgürlüğü hak getire… Öyle bir şey yok. Artık herkes yanındaki arkadaşıyla özel odasında bile bir meseleyi aykırı bir yönüyle ele almaktan ve konuşmaktan çekinir hale geldi. Acaba kim bizi bir yerlere jurnaller diye."

"28 Şubat'tan bu yana değişen bir şey yok"

Son rektör atamalarıyla ilgili fikirlerini de paylaşan Öztürk, 28 Şubat sürecinde Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in 19 Mayıs Üniversitesi'nde 20 kat oy alan Osman Çakır'ın değil de daha az oy alan Ferit Bernay'ı rektör olarak atadığını hatırlatarak, "28 Şubat'ın pilot üniversitesi olarak kullanılan 19 Mayıs'ta doktorasını bitirmiş ve yardımcı doçentlik bekleyen 70-75 'sağcı, İslamcı, milliyetçi' doktor araştırma görevlilerinin hepsinin işine son verildiği 2000-2001 yıllarında bu Mustafa Öztürk de soluğu kendisini Avustralya'daki kadar yabancı hissettiği Çukurova Üniversitesi'nde almıştı. O zamanların sancısını çekmiştik. Ama şimdi görüyoruz ki yine değişen bir şey yok" ifadelerini kullandı.

"Siyasette istihdam edemedik bari rektörlük verelim"

"Hani biz gelince başka türlü olacaktık" diye soran Öztürk, "Hani bizim adalet terazimiz nalıncı keseri gibi sürekli kendimize yontmayacaktı? Bir rektörün siyasi geçmişinin olması anormal bir durum değil. Ben de bir siyasi partiye girmiş çıkmış olabilirdim. Fakat bu 10 küsur üniversitenin rektörlüğüne bir siyasi partide milletvekilliği yapmış, olmadı aday olmuş kazanamamış, olmadı aday adayı olmuş… Hatta bazı rektörler biliyorum ki, kah belediye başkanı olmuş-olmamış, kah bir dönem vekil rektör olmuş bir daha olmamış, kah milletvekilliği adaylığı olmamış, olmamış… 'Ya bu çocuğa artık bir yer bulalım, siyasette istihdam edemedik madem rektörlük verelim de telafi cihetine gidelim, bütün Türkiye'yi kendimize benzetelim' tarzının adalet, insaf ve izan anlayışıyla ölçülebilir makul bir tarafı var mı?

"5 sene sonra esamen okunmaz"

Akademideki nepotizm tartışmalarına da değinen Öztürk, şunları söyledi:

"Bütün bunları görünce insan dönüp bakıyor: Beyazıt Meydanı'nda Kemal Alemdaroğlu'nun yaptığı işlerden dolayı o başörtülü kızlar çırpınırlarken, mazlumlarken biz neyin davasını sürüyorduk biliyor musunuz? Biz eğer söz sahibi olursak özgürlük neye deniyormuş, adil olmak neye deniyormuş, ehliyet neye deniyormuş, liyakat neye deniyormuş, ahdimiz olsun bunu göstermezsek diye arabamıza benzin koyup, video makinelerini alıp birkaç idealist arkadaşla köy köy, kıraathane kıraathane dolaşıp bir kişiyi ikna etmek için saatlerce dil döküyorduk. Bunu yaparken ben alttan gelirim yukarıya doğru tırmanırım, milletvekili olurum diye bir beklentim olmadı. Benim 33 yıllık mesleki hayatımda ortaokul ve lisede müdür yardımcılığı dahi yok. Ne dekanlık ve rektörlük var, ne bu yönde bir talebim oldu, ne siyasetin kenarından köşesinden bir gün bulaşmışlığım oldu… Niye 'ben olmadım' diye bir derdim de olmadı. Çünkü Allah bana başka bir sevda vermiş.

Sen bugün dekan olmuşsun, yarın rektör olmuşsun... 5 sene sonra esamen okunmaz. Biz neler gördük bu memlekette. Ama bak bir rahmetli Elmalılı Hamdi Yazır'ın yazdığı bir tefsir onu cümle insanın hem zihninde hem gönlünde yaşatıyor. Ben daha büyük, daha ulvi, daha az günah içeren bir işe adamışım kendimi. Bugün senin önünde danışmanların, gelen geçen, kadro isteyen, iş takibinin peşine düşen insanlar yaka iliklerler, 4 sene sonra yoldan geçerken kimse seni tanımaz, üstüne üstlük arkandan söverler."

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU