Refik Hariri davasında karar

Böyle zamanlarda Refik Hariri’nin eksikliğini en çok Hizbullah içindeki söz konusu grubun hissedecek ve kendisini arayacak olması da kaderin bir cilvesi olacaktır

Fotoğraf: AA

7 Ağustos 2020, Refik Hariri’nin 14 Şubat 2005’te gerçekleşen suikastı davasında gerçeğin açıklanacağı gün değil.

Kararı açıklayacak mahkemenin yapacağı tek şey, Lübnanlıların bildiği gerçeği belgelemek olacak. Yani, Hariri’yi Hizbullah’ın öldürdüğü gerçeğini.

Mahkeme, bir örgütü, düşünceyi ya da ideolojiyi değil, belirli bir zamanda işlenen belirli bir suçtan doğrudan sorumlu kişileri, yadsınamaz delillere dayanarak yargılar.

Ne var ki bu davada yargılananlar, tabii ki hayatta olanları, Hizbullah içindeki derin hiziptir. Bu örgütün temel doğasını, rolünü, görevini ve misyonunu özetleyen gruptur.

Hizbullah, her şeyden önce, siyasi sıfatını askeri ve güvenlik işlevlerine hizmet edecek şekilde kullanan bir askeri ve güvenlik örgütüdür.

Temel faaliyet alanı olan “askeri ve güvenlik” alanı destekleyecek şekilde sosyal, propaganda, medya ve akla gelebilecek her türlü alandaki faaliyetlerde uzmanlaşmıştır.

Dolayısıyla, mahkemenin Refik Hariri ve arkadaşları suikastı davasında haklarında hüküm vereceği kişiler ile bağlantılı davalarda yargılamaya devam edeceği kişiler, Hizbullah’ın özü ve mahiyetinin pratikte somutlaşmış halidir.

Onlar Hizbullah’ın omuriliğidir. Mustafa Bedreddin, şu ana kadar net olmayan koşullarda Suriye’de öldürülmemiş olsaydı, 7 Ağustos’ta açıklanan karar, politik olarak Hizbullah’ın tamamı hakkında verilmiş bir karar olacaktı.  

Bu gerçeği Hizbullah’ın çevresi dahil bütün Lübnanlılar biliyor. Nitekim Hizbullah ve çevresi, insanları Refik Hariri suikastından İsrail’in sorumlu olduğu hikayesine ikna etme çabalarından uzun zaman önce vazgeçti.

Hatta tam aksine Lübnanlılara adeta şunu söyler oldu: Evet, biz öldürdük. Ne yapacaksınız?

Hizbullah’ın çevresi, bu pervasız meydan okumalarını sosyal medyada tekrar tekrar dillendirdi. Sosyal medya bugün olduğu gibi bir tartışma platformu olsaydı o meşum günde (Refik Hariri’nin suikasta kurban gittiği gün) bile bunu dillendirmekten çekinmezdi.

Hal böyleyken, mahkemenin açıklanması beklenen kararından siyasi etki açısından geride ne kaldı?

Bu soruyu sormayı, yasak bir bölgeye girmek, mahkeme ve faaliyetlerini siyasetten uzak tutmaya dönük saflığa varacak kertede idealist isteği bozmak olarak görenler olabilir.

Ancak burada inceleme şarttır. BM’ye bağlı Uluslararası Lübnan Mahkemesi’nin politika ile uğraşmadığı ve icraatlarını siyasi veriler ile kriterlere dayandırmaktan uzak olduğu doğru.

Keza birden fazla kez siyasallaştırılmaktan uzak olduğunu kanıtlamış olduğu da.

Bilhassa, ön dava hakiminin Uluslararası Ceza Mahkemesi’nden Lübnan yargısının Lübnan’daki yasalara dayanarak cinayetten hemen sonra tutuklamış olduğu 4 subayın “hemen serbest bırakılması” direktifi vermesini talep ettiği göz önüne alınırsa.

Söz konusu kişiler, eski güvenlik genel müdürü, şu anda da milletvekilliği yapan Cemil es-Seyyid, eski cumhuriyet muhafızları komutanı Mustafa Hamdan, eski iç genel güvenlik kuvvetleri genel müdürü Ali el-Hac, eski ordu istihbarat müdürü Raymond Azar idi.

Ancak, burada üzerinde durulması gereken nokta, mahkemenin kurulması, gerçeği arama ve adaleti gerçekleştirme kararının her şeyden önce, hükümetlerin siyasi bir organ olan BM Güvenlik Konseyi kanalıyla aldıkları siyasi bir karar olduğudur.

Adalet ve gerçek siyasallaştırılamaz; ama adaleti gerçekleştirme kararı siyasidir. Bu, bazıları ne kadar sakınırsa sakınsın veya hukukun soyut değerleri arkasına saklanırsa saklansın kararın siyasi sonuçları olduğu anlamına gelmektedir.

İlginç olan, Uluslararası Mahkeme’nin 4 subay hakkında verdiği serbest bırakma kararını Hizbullah’ın, tutuklamayı gerçekleştiren otoriteyi açıkça kınayan bir karar olarak görmesidir.

Kararın; intikam, fanatiklik, öç alma ve aldatma mantığının gerçeği ortaya çıkarmadığını ve adaleti gerçekleştirmeyeceğini onayladığını dillendirmesidir.

Peki, Hizbullah böyle yaparak, komplocu ve Siyonist olduğunu öne sürdüğü bir mahkemenin, sadece düşmanlarını kınayıp müttefiklerini beraat ettirdiğini düşündüğü için kararını desteklerken, kendi derin çevresini ve adamlarını yargıladığı zaman kararlarını kabul etmemiş olmuyor mu?

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Yukarıda sorduğum “Mahkemenin açıklanması beklenen kararından siyasi etki açısından geride ne kaldı?” sorusuna geri dönelim.

Hizbullah’ın siyasi rakiplerinin performansının, bilimsel ve siyasi olmayan uluslararası bir hukuki karar temelinde siyasi olarak hazırlanmamalarının, siyasi yönden kararın içini boşaltacağını düşünenler olabilir.

Ya da en azından Hizbullah karşıtlarının iyi niyetli olma, arzuları bir kenara bırakma düşüncelerinin, rasyonel tekerlemeleri tekrarlama, gurur ve intikama tenezzül etmeme, hoşgörü göstermeye meyletmelerinin veya Lübnan’ın çıkarlarını öncelemelerinin, mahkeme ve kararını değersizleştirmekte bir rol oynayacağını varsayanlar da olabilir.

Ancak, Lübnanlılar gelecekte Hizbullah ile aynı hükümette yer almanın zorluklarını aşsalar bile, kararın Hizbullah üzerindeki siyasi etkisinin uluslararası düzeyde veya bölgesel düzeyde hafif olmayacağı kesindir.

Lübnan’daki yankılarından bağımsız olarak kararın taşıdığı değer, varsayım, hikaye, siyasi görüş ya da analiz ile dünya hükümetleri ve kurumları düzeyinde kabul edilen bir yasal gerçek arasında bir dönüm noktası oluşturmasıdır.

Bu yasal gerçek, Hizbullah’tan üst düzey bir grubun eski Lübnan başbakanını öldürdüğü ve sadece Lübnan’da değil bölgede siyasi, sosyal ve ekonomik bir deprem gerçekleştirdiğidir.

Suikast, abartısız, Ortadoğu’daki istikrar kurallarının çoğunu yıkmıştır. Refik Hariri hayatta olsaydı birçok meselenin nasıl farklı bir bağlama bürüneceğini hayal etmemiz yaşanan depremi anlamamız için yeterlidir.

Fantastik olasılıklar dünyasında karar, Hizbullah'ın Lübnanlılarla uzlaşma yolunda bir adım atması için bir fırsat olabilir.

Kimin suçlu kimin de mahkum olduğu çok dar yasal tanımdan geçerek geri kalan vatandaşları ile arasında bir köprü kurmasını sağlayabilir.

Fakat Hizbullah bu tür bir adımı ne istiyor ne de atabilecek gibi görünüyor. Bu büyüklükte bir karar, sahip olduğu silahın kaderi, Lübnan ulusal yaşamı, devletin ve siyasi sistemin geleceğindeki konumu hakkında çok daha geniş bir tartışmayı arkasından sürükleyecektir.

Ayrıca direniş silahının aynı zamanda cinayet silahı olduğunu ve Lübnanlıların bir kez daha bu silahın kurbanları olmamasının bir garantisi olmadığını itiraf etmeyi de içerecektir.

Refik Hariri suikastı davasına bakan özel mahkemenin kararı, İran’ın bölge ve dünyadaki yıkıcı rolünün bir uzantısı olarak Hizbullah karşıtı bir uluslararası iklim ile aynı zamana denk gelmektedir.

Dolayısıyla aynı zamanda, İran ve Hizbullah’a daha fazla baskı ve yaptırım uygulama gerektiği kanaatini de pekiştirecektir.

Bu ise, Lübnan'a yardım etmeye yönelik zaten az ve zayıf olan fırsatların daha da zayıf ve kıt olacağı, bazılarının hem hastayı hem de hastalığı öldürmesini umdukları çöküşün hızlanacağı anlamına geliyor.

Lübnan’da, Lübnan’ın bu yazgıya terk edilemeyecek kadar önemli ve büyük olduğu yönünde hareket edenler var.

Sorun şu ki, böyle değil. Dünya, bu küçük ülkenin çöküşünü kaldırabilir.

Aynı şekilde, Hizbullah kusuru olmadan kendisini yeniden inşa maliyetine de katlanabilir. Hizbullah’ın imkansız projesinin bedelini kanlarıyla, hayalleri ve gelecekleri ile sadece Lübnanlılar ödeyecektir.

Böyle zamanlarda Refik Hariri’nin eksikliğini en çok Hizbullah içindeki söz konusu grubun hissedecek ve kendisini arayacak olması da kaderin bir cilvesi olacaktır.    

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu

Şarku'l Avsat

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU