Biden, Obama ve Trump politikalarının bir karışımını sunuyor

Biden'in başarabileceği bir şey varsa, o da Trump döneminde oldukça zarar gören ülke dış politikasının bürokratik temellerini yeniden inşa etmektir

Fotoğraf: Reuters

Joe Biden önümüzdeki kasım ayındaki seçimleri kazandığı takdirde dış politikadaki en uzun bağlantıya sahip ABD başkanı olacak. Zira kendisi gerek doğrudan gerekse de dolaylı olarak bu alanda ayrıcalıklı bir konuma sahip.

Nitekim Biden, yaklaşık 30 yıl boyunca Senato üyeliği yaptı ve bu süre içerisinde Dış İlişkiler Komitesi Başkanlığı görevini de üstlendi. Dolayısıyla kendisinin dış ilişkilerin takibi konusunda ayrıcalıklı bir konumu var.

Ayrıca Biden, Barack Obama'nın sekiz yıllık görev süresi boyunca yardımcılığını yaparak hatırı sayılır bir deneyim kazandı. Bundan dolayıdır ki dış politika söz konusu olduğunda kendisine kulak verilmesi gerek biridir.

Başkanlık kampanyasının son kerteye yaklaşmasıyla birlikte onun da yaptığı konuşmalar sırasında bu niteliğiyle övündüğüne tanık oluyoruz.

Burada sorulması gereken soru şudur: Bütün bunlardan ne öğreniyoruz?

İlk olarak Biden'in yeni haber avcılarını harekete geçirecek yeni fikirler üretmediğini görüyoruz. Biden çoğu zaman Obama'nın politikalarına geri döneceğini ve Trump'ın başkan olarak yaptıklarının daha az tartışmalı versiyonu ortaya koyacağını söylüyor.

Biden, Trump destekçilerinin hoşnutsuzluğunu üzerine çekmeden ve Obama taraftarlarının da desteğini kazanarak orta yolu bulabilecek bir kişi olarak kendisini lanse edebilir.

Diğer taraftan göz önünde bulundurulması gereken bir diğer husus ise, savaş sonrası dünya düzeninin bir krizden geçtiğini fark etmesine rağmen, bunu yapısal bir sorun olarak değil; kısmi çözümler ve yeniden düzenlemelerle düzeltilmesi gereken bir dizi kusur olarak görüyor olmasıdır.

Ayrıca Biden'in Birleşmiş Milletler ve önemini yitirmiş olan diğer 30'dan fazla kuruluşun reformuyla ilgili olarak söyleyecek çok az şeyi var.

Trump'ın, bazı konularda geri durmaktan ziyade her ne kadar bir çözüm sunmasa da sorunu açıkladığını görüyoruz.

Bununla birlikte Biden'in bu düzeydeki belirsizliği anlaşılabilir. Çünkü kendisi muhafazakar bir politikacıdır ve radikal seçenekler konusunda ihtiyatlı davranıyor olabilir. Bu durum Bernie Sanders hayranlarının öfkesini celp edebilir.

Biden, terimleri ele alırken de oldukça ihmalkar. Mesela Çin ve Rusya ile ilişkiler hakkında konuşurken, bu ilişkileri nasıl tanımlayacağından emin görünmüyor.

Bazı durumlarda bu ilişkileri bir meydan okuma gibi görürken, bazı durumlarda ise bu ülkeleri rakip veya düşman ülkeler olarak tanımlıyor.

Biden, Çin’in ciddi bir risk olduğu konusunda Trump’la hemfikir olduğunu ifade ediyor. Yani Çin’in ticari konularda hile yaptığı, şirketlerine destek fonları verdiği, başkalarının fikri mülkiyetlerini çaldığı ve ABD'deki milyonlarca işi ortadan kaldığı gibi hususlarda farklı düşünmüyor.

Ancak Biden’in Trump'ın Çin'e karşı olan sert politikasına da saldırdığını görüyoruz.

Biden ne yapmak istiyor?

Biden, Çin'den ‘daha fazla şeffaflık’ talep edecek.

Ayrıca ortak bir politika belirlemek için ‘müttefiklerle ile birlikte çalışmak’ niyetinde.

Fakat bunun için liderlik rolüne sahip olması ve müttefiklere sunulacak bir strateji ortaya koyması gerekiyor. Ancak bunların hiçbiri şu anda mevcut değil.

Ayrıca Biden, Rusya’nın ‘Batılı demokratik sistemlerin temellerine saldırdığı’ konusunda da Trump’la hemfikir. Peki, Biden bu konuda ne yapmayı amaçlıyor?

Biden, Rusya’ya gerçek bir bedel ödetecek yaptırımlar uygulamak için müttefiklere danışmayı öneriyor. Bazı konularda Biden, Obama'nın erteleme yöntemini takip ediyor.

İran ile ilgili olarak belirtmediği bir dizi şartın yerine getirilmesi halinde nükleer anlaşmayı yeniden canlandırmak istiyor.

Ayrıca Trump'ın ABD'nin İran'ın nükleer silah elde etmesine izin vermeyeceği taahhüdünü de yineliyor.

Trump'ın İran'ın bölgede istikrarsızlaştırıcı bir faktör olduğu yönündeki fikrini kabul ediyor, fakat savaşa girilmemesinde ısrar ediyor.

Aynı şekilde Kasım Süleymani’nin öldürülmesi kararının ‘oynadığı rolün doğası gereği adil bir karar’ olduğu konusunda Trump’ı onaylıyor.

Biden, Venezuela konusunda da aynı yaklaşımını sürdürüyor. Nitekim Nicolas Maduro’yu tiran olarak nitelendiriyor ve Juan Guaido’yu ülkenin meşru lideri olarak kabul ediyor.

Peki, Washington burada ne yapmalı?

Bir kez daha Biden müttefiklere danışılması önerisinde bulunuyor.

Biden NATO'yu ‘tarihteki en uzun süreli ittifak’ olarak tanımlıyor. Bu bize Richard Nixon'un Çin Seddi önünde yaptığı şakayı hatırlatıyor: Çin Seddi harika!

Fakat Biden, müttefik saflardaki etkinliği yeniden canlandırmak için herhangi bir fikir önermiyor.

Özellikle Türkiye'ye yönelik sert eleştirilerde bulunuyor ve başkan seçilmesi halinde ABD’nin nükleer silahlarını oradan geri çekeceğini söylüyor.

Türkiye'nin ağır bir bedel ödemesi gerektiğine dikkat çekerek, Erdoğan'ın muhaliflerini destekleyeceğini belirtiyor.

Biden’in sürekli kullandığı ‘müttefiklerimiz’ kelimesi de belirsizlikler barındırıyor. Bu bağlamda Biden Avrupa’yı zikretmeksizin ABD, Çin ve Rusya gibi büyük güçler arasındaki rekabetin geri dönüşünden bahsediyor.

Biden, Çin'de 1,2 milyon Uygur’un hapsedildiğinden dem vuruyor, fakat bu suçu tanımlamak için ‘kabul edilemez’ cümlesinden öteye geçemiyor.

Şimdi ne yapmalı?

Biden'in bu soruya cevabı yine müttefiklere ve Birleşmiş Milletler'e danışılması yönünde. Oysa ABD bu konuda liderlik rolüne sahip olmalıdır.

Biden, Obama’nın listesinde de yer alan Trans-Pasifik Ortaklığı’nı canlandırmak istiyor.

Çin tehditleri karşısında Japonya, Endonezya, Avustralya ve Güney Kore'yi savunmayı bir görev biliyor.

Ancak Çin'in Filipinler ve Vietnam için de tehdit oluşturduğunu unutuyor. ABD'nin özel savunma düzenlemelerinin bulunduğu Tayvan'dan bahsetmiyorum bile.

Kuzey Kore ile ilgili olarak Trump'ın şahsi diplomasisini takip ederek Pyongyang ile daha fazla görüşme teklifinde bulunurken, Kim Jong-un ile görüşmeyeceğini taahhüt ediyor.

İsrail-Filistin meselesiyle ilgili olarak iki devletli çözümü destekliyor, fakat İsrail üzerinde herhangi bir mali baskı yapmama konusunda ısrar ediyor. Ayrıca Trump'ın ABD büyükelçiliğini Kudüs'e taşıma kararını da onaylıyor.

Trump gibi Biden de ABD'nin Afganistan ve Irak'taki askeri varlığını sona erdirmek istiyor. Afganistan ile ilgili olarak Trump'ın Taliban ile anlaşmaya varma çabalarını sürdürmek istiyor.

Irak konusunda ise geri çekilme anlaşmasının George W. Bush tarafından onaylandığını unutmuş görünüyor.

Öte taraftan Biden, Suriye'den çekilme konusunda Trump’tan farklı düşündüğünü ifade etti. Bu türden bir geri çekilmeyi ‘ihanet’ olarak nitelendirdi. Ancak Obama'nın Suriye içine dahil olmamak istediğini unutuyor.

Biden, askeri alanda daha fazla harcama yapılması konusunda Trump’la hemfikir. Fakat aynı zamanda hayati çıkarların korunması haricinde güç kullanmayacağını söylüyor.

Biden'in hayati çıkarlar karşısında tehdit olarak gördüğü tek şey petrol akışının durmasıdır. Ancak petrol ihraç eden müttefiklerle ilişkileri zedeleyebilecek adımlar atmakla tehdit ediyor.

Terörizme karşı savaş ise Obama başkanlığında olduğu gibi insansız hava araçlarıyla ve hava saldırılarıyla devam edecek.

Biden, Obama ve Trump’ın politikalarının karışımını sunuyor gibi görünüyor. Bu, ABD'yi dört yıl daha belirsiz bir yolda bırakabilir.

Biden'in başarabileceği bir şey varsa, o da Trump döneminde oldukça zarar gören ülke dış politikasının bürokratik temellerini yeniden inşa etmektir.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu

Şarku'l Avsat

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU