Yeni Şafak yazarı: Kur'an-ı Kerim’e göre anlama beynin değil kalbin işidir; Kur’an, anlamayanlara 'beyinsizler' diyor

“Senin okuduğun meal bu kelimeyi beyinsizler diye çevirdiği için sen de anlamayanların beyinsizler, anlamanın da beyinle olduğunu sanmışsın”

Fotoğraf: Türkiye Yazarlar Birliği

Diyanet İşleri Başkanlığı'na bağlı Din İşleri Yüksek Kurulu'nun üyelerinden Prof. Dr. Cağfer Karadaş’ın deizm ve ateizm düşünce akımına sahip olan kişilerin “Temel argümanının Kur’an çevirisi üzerinden olduğunu, meal çevirisinin bağlamı tam vermediğine” dair ifadelerini cuma günü köşesine taşıyan Yeni Şafak yazarı Faruk Beşer, Kuran-ı Kerim ile ilgili yeni bir yazı yazdı.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde profesör olarak çalışmalarına devam eden Beşer, “Kur'an-ı Kerim’i anlamakla Kur’an’dan anlamak ayrı şeylerdir” başlıklı köşe yazısında “Kur'an-ı Kerim’e göre anlama beynin değil kalbin işidir” dedi ve şu ifadeleri kullandı:

Hayır, beynin işidir, çünkü Kur’an, anlamayanlara beyinsizler diyor.

Bunu hangi ayet söylüyor?

A’râf/7, 155 te ‘içimizdeki beyinsizler yüzünden bizi helak eder misin Ya Rab’ denmiyor mu?

Orada geçen kelime ‘beyinsizler’ değil ‘süfeha/sefihler’ kelimesidir. Senin okuduğun meal bu kelimeyi beyinsizler diye çevirdiği için sen de anlamayanların beyinsizler, anlamanın da beyinle olduğunu sanmışsın.

Kuranıkerim’i anlamada muhkem ve müteşabih kavramları anahtar düzeyinde iki temel kavramdır ve bunların geçtiği ayetlerde Allah anlama ile ilgili üç önemli kavram daha zikreder: Rasihûn, tezekkür ve ulü’l-elbâb. Rasihûn, gereken bilgiyi sonuna kadar götüren âlimlerdir. Tezekkür, bilinenleri akla getirmekle anlamanın tefekkür boyutudur. Ulü’l-elbâb ise bu iki özelliği oluşturan âlimlerin birlikteliği ile oluşan ortak akıldır. Ya da ulü’l-elbâb’ın özelliği, ilimde râsih olma ve tezekkürle birlikte, ilimleriyle gururlanmadan, tevazu gösterip, Allah ne derse ona imanlarını vurgulamalarıdır. Bütün bunlarla birlikte ‘rasihûn’ ve ulü’l-elbâb’ olabilmek için münferit davranmama, ortak aklı kullanma gerekir. Belki buna işaret olarak bu kelimeler Kuranıkerim’de böyle yerlerde hep çoğul olarak kullanılır.

‘Rasihûn’ ve ulü’l-elbâb’tan olma kolay değilse Kuranıkerim’in tefekkür, toplum ve felsefi boyutunu anlamak da kolay olmasa gerektir. Her şeyden önce ilim, tevazu ve teslimiyet ister.

Beşer'in bahsettiği A’râf suresinin ilgili ayeti şöyle:

Mûsâ tayin ettiğimiz vakit ve yerde bulunmak üzere kavminden yetmiş adam seçti. Onları o müthiş deprem yakalayınca Mûsâ dedi ki: "Ey rabbim! Dileseydin onları ve beni daha önce helâk ederdin. İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden bizi helâk edecek misin? Bu iş, senin imtihanından başka bir şey değildir; onunla dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletirsin. Sen bizim velîmizsin. Artık bizi bağışla ve bize acı! Sen bağışlayanların en iyisisin.

Diyanet'in mealinde "beyinsizler" kelimesi için özetle şunlar yazıyor:

“Beyinsizler” diye çevirdiğimiz 155. âyetteki süfehâ’ kelimesi, “cahillik, ahmaklık, akılsızlık, beyinsizlik, malı boş yere harcama veya barbarlık, küstahlık” gibi anlamlara gelen sefeh kelimesinden sefîhin çoğuludur. Sefîh “akıllı, olgun ve ağır başlı davranışlarıyla uygar olduğunu gösteren kişi” anlamındaki halîmin, fıkıh dilinde ise “belli bir zihnî olgunluk düzeyine erişmiş kişi” mânasındaki reşîdin zıddıdır. Türkçe’de sefihin karşılığı olarak genellikle “akılsız, beyinsiz” deyimleri kullanılmaktadır. Âyette süfehâ’ kelimesiyle, buzağı heykeline taparak ahmak ve akılsız oldukları gibi tutum ve davranışlarıyla aynı zamanda küstah, hoyrat ve barbar olduklarını da ortaya koyanlar kastedilmiştir. 

 

Yeni Şafak, Independent Türkçe

DAHA FAZLA HABER OKU