Firavunların laneti ve zamanın yapıları

Yaşadığımız cehennemi yaratan, bilinçaltımıza yerleşmiş ve süregiden bu günlük karşılaştırmadır. Bu tarihin yasal mirasçıları olarak her sabah hayallerimizi piramitlerin zirvesine çıkaran hayal gücümüzün ürettiği bir cehennemdir

Fotoğraf: Reuters

Çocukluğumu Firavunların laneti hakkında dünyayı dolduran ve korku filmlerine benzeyen anlatılar işgal etmiştir.

Biz çocukları öğle veya gece vakti dışarıya çıkma konusunda uyaran hikayeler dinlerdik.

Öğle vakti geceden de daha tehlikeliydi çünkü yakıcı güneş, köyümüzün ve komşu köylerin sokaklarının tamamen boşalmasına neden olurdu.

Bu saatlerde at sırtında bir adamın köyleri dolaşarak dışarıda dolaşan çocukları Krallar Vadisi'ndeki mezarlıklarda kurban etmek için kaçırdığına dair hikayeler anlatılırdı.

Firavunların hazinelerinin kapısını açmak için çocukları kurban ettiği söylenirdi.

Anlatılanlara göre, her kapının, horoz veya siyah kedi vb. bir hayvan ya da kuş şeklinde bir koruyucusu vardı.

Her koruyucunun da kapıdan geçmeye izin vermesi için yerine getirilmesi gereken bir isteği vardı.

Rahip ya da büyücüler eski kitaplardan bir şeyler okuyup kaçırmış oldukları çocuğu kurban ettiklerinde kapılar onlara açılırdı.

Köylerimizde kuzeyde Dendera’dan güneydeki Krallar Vadisi’ne kadar çevremizdeki her yeri kazan yabancı arkeoloji heyetleri ile çalışan işçiler olurdu ve elbette ölen insanlar olurdu.

O zaman insanlar, bu kişileri yakalayan ve kendileri ile gömülen altın ve gümüşü aramak için bu eski insanları mezarlarında rahatsız eden herkesi yakalayacak lanetten bahsederlerdi.

O dönemde bu gelenek hala devam ediyordu. Yani birisi öldüğünde kendisi ile birlikte bazı şeyler gömülürdü.

Eğer ölen kişi evlenmemişse düğün günündeki bir damat gibi giydirilip süslenirdi.

Alaca (Suriye’de üretilen, ipek ve pamuk karışımı kumaştan yapılan kıyafet) veya ipekli ve simlerle süslü kıyafetler giydirilirdi.

Sahip olduğu değerli eşyalar mezarına konup onunla birlikte gömülürdü.

Yaşıtlarım, ki bu çok da uzun bir zaman önce değil, zira 1961 doğumluyum, bazı insanların ölülerinin mezarları ve çevre düzenlemesi tamamlanana kadar kimi zaman bir hafta veya daha fazla zaman boyunca onların mezarlarında uyuduklarını hatırlayacaktır.

Çünkü mezar hırsızları ölülerle birlikte gömülenleri çalmaya çalışırlardı.

Basit ve sıradan insanların mezarları bile hırsızların elinden kurtulamazken Firavunlar ve prenslerin mezarlarının yağmalanmaktan kurtulamamaları çok doğal.

Tüm bu anlattıklarımda önemli olan, köyümüzde ve komşu köylerde insanların, topraklarının altın ve gümüş dolu zengin bir tarihin ucunda yer aldığını düşünmesiydi.

Birisi birden bire zenginleştiğinde hemen insanların dikkatini çeker ve filan kişinin evinin temellerini kazarken som altından bir insan ya da hayvan heykelinin başını bulduğu, kendisini satarak zengin olduğu anlatılırdı.

Bu tür hikayeler çoktu ve herkesin içindeki zengin olma hayalleri için zengin bir kaynaktı.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Peki ama bu küçük yerel hikayelerin, bayındırlık ve şehir planlaması, bunun insanların farkındalıkları, kendilerine ve onları çevreleyen dünyaya, ülkelerinin siyasi rejimine yönelik bakış açıları, hükmeden ile hükmedilen arasındaki ilişkiyle ne ilgisi var?

Bu, yaptığım iki geziden önce benim için de net değildi. Bu gezilerin ilkinde, Nil’in doğusundaki Karnak tapınağı veya tapınak kompleksini, ikincisinde Gize’deki piramitleri ziyaret etmiştim.

Bu iki gezi sonrasında benim için tablo daha tam olarak netlik kazanmamıştı ama aklımda yer etmişti.

Siyasi bilimler alanındaki doktoramı tamamlamamın ardından ABD’den döndükten sonra canlı bir şekil aldı.

O zaman bir kez daha piramitleri ziyaret ettim. Zamalek Caddesi'nde bulunan otelimden bir taksiye atlayarak Gize’ye oradan da piramitlerin bulunduğu bölgeye gittim.

Kalabalık ve yıkık dökük cadde ve sokaklardan, kimisi yüksek kimisi de daha inşaatları devam ederken insanların yerleşmiş oldukları binaların önünden geçtim ve sonunda Faysal Caddesi'nin bulunduğu bölgeye ulaştım.

Burası, Zamalek’te kaldığım otelin kuzeyinde kalan İmbaba gecekondu bölgesine benzer bir gecekondu bölgesiydi.

Yolun sonunda Büyük Piramit gözümün önünde belirir belirmez Firavunların lanetinin ne demek olduğunu anladım.

Çevresindeki gecekondu kentleri ile zamana ve aşınma faktörlerine meydan okuyarak orada duran dev yapıyı birbirinden ayıran hayali çizgide şoförden durmasını istedim.

Bir kuzeyimdeki sefalete bir de güneyimdeki görkeme baktım.

Gururlu geçmiş ile küçük düşürücü bugünün komşuluğuna bakıp kendi kendime 'İşte lanet tam olarak budur' dedim.

Bu piramitlere ve görkeme komşu olan insanlar şüphesiz her gün bu laneti hissediyorlardır.

Keops’un görkemli dünyası ile Gize’nin gecekondu dünyası arasındaki farkı görerek bu laneti yaşıyorlardır.  

Bana göre lanetin tanımı; evinin duvarının ataların Firavunlara, piramit ve tapınaklar gibi ölümsüz eserlerine bitişik olması, bu azamet, görkem ve yüksekliğin sana yaşadığın bugünün küçüklüğünü, onların seçkin dünyalarına kıyasla senin dünyanın düşüklüğünü hatırlatmasıdır.

Bana sorarsanız lanet tam olarak budur.

Hidiv İsmail döneminde Kahire şehri için yapılan şehri planlamasına baktığımızda, Abidin Sarayı’nın merkezde yer aldığını, Tahrir, Opera ve Özbekiye bölgesinin mekansal açıdan başkentin dünyevi ağırlık merkezini, Hüseyin ve Hz. Zeynep bölgelerinin ise manevi ağırlık merkezlerini temsil ettiklerini görürüz.

Bu merkezler, yaşam ve hizmet bölgeleriyle çevrelenmiştir. Mekansal planlama bu şekildedir.

Ne var ki, zaman ekseninden baktığımızda, Gize piramitleri ve sfenksinin kesinlikle zamansal ağırlığın merkezini oluşturduklarını ve çevrelerindeki her şeyin zamanın uçlarında yer alan varoşlar sayıldığını görürüz.

Bu durumda tüm planlamaları ile Kahire ve onunla birlikte Gize, piramitlerin bulunduğu vadi ile karşılaştırıldıklarında tarihsel gecekondulardan veya tarihin kenarında yer alan varoşlardan ibarettir.

Evet, Kahire’nin yaşı bin yılı aşkın bir şehir olduğu doğru ama piramitler ile taşıdıkları mimari ve mumyalama sırlarıyla karşılaştırıldığında bu bin yıllık şehir bir metnin kenarına yazılmış kısa bir not gibi tali öneme sahiptir.

Lanetlenmiş olduğumuz duygusuna kapılmamızın en önemli nedeninin, bu övünülesi geçmiş ile aşağılayıcı bugün, piramitlerin ait oldukları görkem ile günümüzün temsil ettiği küçüklük arasındaki aşırı yakınlıktan kaynaklanıyor olmasını şaşırtıcı bulmuyorum.

Yaşadığımız cehennemi yaratan, bilinçaltımıza yerleşmiş ve süregiden bu günlük karşılaştırmadır.

Bu tarihin yasal mirasçıları olarak her sabah hayallerimizi piramitlerin zirvesine çıkaran hayal gücümüzün ürettiği bir cehennemdir.

Bu nedenle akşam olduğunda, hayallerimizin değersiz ve bitkin bir biçimde yeniden piramitlerin eteklerine yuvarlanmış olduğunu görürüz.

Bilinçaltındaki bu cehennemin yanı sıra Faysal bölgesi veya çevredeki herhangi bir gecekondu bölgesi ile dünyanın her yerinden insanların ziyaret ettikleri piramitler arasındaki uçurum, modern Mısırlıyı ne zamansal ne de mekansal olarak medeni kimliğini belirleyemez hale getiriyor.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu

Şarku'l Avsat

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU