Devrim, Marc Chagall’ın gözünde bir felaket olduğu vakit

Chagall, sanatındaki birçok ifadede de açıkça anlaşıldığı gibi Yahudi olmasına rağmen İncil ve Hz. İsa’nın hayatından kana kana içmiş, üzüntü ve sitemleri bir kenara bırakarak yüzünü daima bahara çevirmiştir

Marc Chagall’ın 1937 tarihli “Devrim” adlı eseri / Fotoğraf: AFP

Pablo Picasso’nun küçük bir İspanyol kasabasında Franco’nun Nazi müttefikleri ve faşistler tarafından işlenen katliamı resmettiği “Guernica” adlı meşhur tablosunu yaptığı yıl, o sırada Fransız vatandaşlığına geçen Marc Chagall da meslektaşının söz konusu eserinin elde edeceği ilginin bir kısmına bile erişemeyecek olan “Devrim” adlı tablosunu tamamlıyordu. Nitekim Picasso’nun siyasi tutumu radikal sağa karşıtlığının sembolü haline gelen bu tablosunda net bir şekilde ifade edilirken Chagall’ın tutumu ise onu ülkesinden kaçmaya zorlayan devrime ortak olmayı reddeder şekilde ve belirsizdi.

Yaşamın tatlılığından devrimin karanlığına

Sonuç olarak siyasetteki yeri net olmayan Chagall, hayatın tatlı yüzünün, çocukluk anılarının, sevgi ve yaşam ruhlu kutlamaların, sahneleri bir efsane haline getirmenin, yani ferahlığın sanatçısı olarak tanınır. Sanatındaki birçok ifadede de açıkça anlaşıldığı gibi Yahudi olmasına rağmen İncil ve Hz. İsa’nın hayatından kana kana içmiş, üzüntü ve sitemleri bir kenara bırakarak yüzünü daima bahara çevirmiştir. Buna rağmen, Pompidou Merkezi’ndeki “Devrim” adlı tablosu, siyasi ifadeleri de içinde barındırıyor. Moskova'nın Stalinist politikalarını kınamak yerine devrimin kendisini, beraberindeki açlığı, salgınları ve soykırımı kınamaya yönelik bir yaklaşım sergiliyor.

Tabloda Lenin tepetaklak duruyor, insanların sefalet içindeki halleri göze çarpıyor ve Bolşeviklerin silahlarının bu insanlara doğrultulduğu görülüyor. Tüm bunlar ve daha fazlası, cevaplarını Chagall’ın hayatında bulabileceğimiz sorulara dönüşüyor.

Fakir ve dindar Yahudi bir ailenin dokuz çocuğundan biri olarak Rus şehri Vitebsk yakınlarında, 1887’de dünyaya gelen Chagall çocukluğunu masal, hayal ve efsanelerin kucağında, şamatalı bir toplumsal yaşamın sakin kıyılarında geçirdi. 1907’de 20 yaşına geldiğinde sanatsal ve edebi meyli onu yaşıtlarından ayırıyordu. Aynı yıl St. Petersburg’a taşınması gerektiğinde bu alanda çalışmak üzere Sanat Destekleyicileri Topluluğu'na ait okula girdi. İlerleyen yıllarda girdiği okulda ise meşhur Leon Bakst ile birlikte çalıştı. Kısa süre sonra, 1910’da,  daha büyük hayallerin ve isteklerin peşinden koşarak Paris’e seyahat etti. Bu seyahat, onun için gerçek bir başlangıç oldu.

La Ruche

Chagall, Paris’te dönemin çok sayıda ünlü yazar ve sanatçısının yaşadığı bina olan “La Ruche”de oturdu. Böylece sanat çevresi genişlemiş, birçok sanatçının arkadaşı haline gelmişti. Burada yaşadığı dört sene, hayatının ve sanatının en değerli yılları haline geldi. Chagall aynı zamanda söz konusu dönemde çizdiği resimlerde Rus memleketine olan muazzam özlemini yansıtıyordu. Belki de 1914’te onu Rusya’ya geri götüren de hayatının son anına kadar onu yalnız bırakmayacak olan bu özlemdi. Ertesi yıl ise önceden tanıştığı bir kadınla dünya evine girdi. 

Sonraki birkaç yıl da Rusya’da kalan Chagall, hem zenginliğinin ona tecrübe sunduğu Batı'ya açılan hem de hem kökenine bağlı ve entelektüel bir yazar-çizer haline geldi. 1917’de Rus Devrimi başladığında, Vitebsk’e Güzel Sanatlar Bakanı olarak atandı, aynı zamanda şehrin akademik alandaki sorumlusu seçildi. Ancak iki sene sonra görevlerinden istifa ederek Moskova’ya taşındı. Burada kendisinden devlete ait Yahudi tiyatrosuna duvar resmi çizmesi istendi.

Bu görevi 1922’de tamamlayan Chagall, başkentteki siyasi iklimin artık ona uygun olmadığını hissederek Rusya’yı bir daha geri dönmeyecek şekilde terk etti. Önce Berlin’e, oradan da Paris’e taşındı. Fransa’da uzun bir zaman geçirdikten sonra İkinci Dünya Savaşı yıllarında ABD’ye geçti.

Evliliği ve memleket hatıraları

Chagall'ın eserlerini yakından incelediğimizde Rus folklorunun sanatçı üzerinde ciddi bir etkisi olduğunun farkına varırız. Bu yoğun etki, hayatının erken döneminde, yani 1908’de çizdiği “Ölen Adam” tablosunda da ortaya çıkmıştır.

Sanatçının 1914’ta Rusya’ya döndükten sonraki çizimlerinde renklerin soğuduğu gerçeği gözden kaçmamalıdır. Ancak çizdiği şekiller, ona hiç bitmeyecek bir zenginlik kazandırmıştır. Aynı zamanda çok sayıda tablosunda ressamın kendi evliliğine özel bir yer ayırdığı, nitekim bu gelişmenin onu çok etkilemiş olduğu ve evlilik, aşk gibi konuların eserlerinin ana temalarını teşkil ettiği görülüyor. Moskova’daki Devlet Tiyatrosu’nda köy hayatından folklora kendi dünyasını yansıttığı duvar resimlerinde dahi mutluluk, düğün ve sevinç temaları ön plana çıkıyor.

Chagall’ın kitap ve posterlere de basılan oyma eserleri de mevcut. Ancak bunları çoğunlukla istek üzerine yapmıştır. Çizimleriyle beraber tüm bu çalışmalarında eşsiz renkler kullanmış, neşe, inanç ve hayat akışının hakim olduğu temalara başvurdu.

Bu yüzden şu soru oldukça fazla sorulur: Chagall, “Savaş” ve “Devrim” tablolarındaki kasvetli havayı nasıl ve neden resmetti?

“Savaş” tablosu her ne kadar hayatının son yıllarında (1966-1964) çizilmiş olmasıyla gerekçelendirilebilir olsa da “Devrim” tablosunu haklı çıkaracak net hususlar yok. Zira 1937’de Halk Cephesi tarafından yönetilen ve aynı zamanda vatandaşlığını da aldığı Fransa’da, yani hayatın ona gülümsediğinin anlaşıldığı sırada çizilmişti. “Devrim” tablosu, devrimin Fransa’da tekrarlanabileceğine olan korkusunu mu yansıtıyordu yoksa 1917’de memleketi Rusya’da çıkan, kendisinin de kaçtığı devrimden mi bahsediyordu?

 

*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Elif Turan

independentarabia.com/node/115451/

DAHA FAZLA HABER OKU