'Kahve Yemen'den gelir, bülbül çimenden gelir'

Şeyhmus Çakırtaş Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: County Wicklow

Çocukluk yıllarımda kahve ile ilgili çok şey hatırlamıyorum. Ne kız istemelerde, ne de özel günlerde kahvenin pek bahsi geçmezdi çevremizde.

Kahve bize çok yabancıydı, belki de daha çok zengin işiydi. Zaman zaman beylerin, ağaların evlerinde kaynar, kısa süreliğine de olsa kokusu yayılırdı.

Daha çok çay içilir, çay ile ilgili hikayeler hayatımızda yer alırdı. 

Bugün savaşın bin bir kötülüğü altında inim inim inleyen Suriye’den getirilen çayın yolculuğu sırasına yaşanan olaylar ve mayınlara basan kaçakçılar çay sohbetlerinin temelini oluştururdu.

Kaçak çay deyimi de buradan gelirdi zaten. En iyi, en güzel çayı, en yaman kaçakçılar getirirdi.

Böylelikle doğduğum kentte güne çayla başlardık, gün boyu çay hayatın bir parçası olurdu.

Kahve ise çayın gölgesinde kalır, daha çok zengin meclislerin içeceği olurdu. Halen de öyle. Çay her yerde, her zaman amade.

Kaçakçılar kahve de getirirdi, ama biz görmez, duymazdık. Hem pahalı, hem de tadı bize uzaktı. Acıya çalardı, yeterince acı vardı zaten hayatımızda, rengi de bize çekici gelmiyordu.

Kaçak çay tartışmasız hayatımızın bir parçasıydı. Çayla büyüyor, çayla yatıyorduk.

Ama kahve de az değildi, sinsice hayatımıza girmiş, giderek yayılmaya başlamıştı. Kokusu fena çarpıyor, bağımlılık yaratıyordu. Zengin işiydi, ama az da olsa hayatımıza girmişti.

Oysa zenginleşmemiştik, belki de kahve bollaşmış, çayla rekabet etme düzeyine gelmişti. 
 

County Wicklow.jpeg
Fotoğraf: County Wicklow


Taneleri alıç tanelerine benziyordu. Biraz daha yeşil ve sanki içe doğru bükümlü. Çuvallarla geliyor, evlerde kavruluyor, bakır el değirmenlerinde çekilerek, toz haline getiriliyor ve sonra da tadını versin diye sıcak suda kaynatılıyordu.

Sert bir içimi, acı bir tadı vardı. Kimisi mırra diyordu, kimisi acı kahve. Sonra başka başka isimler.

Böylelikle kahve hayatımıza girmiş oldu. Ama ben çocukluk yıllarımda kahvenin tadını hatırlamıyorum.

Sanırım bana kahve içmek düşmedi, ağır misafirlerimize sunuldu. Bundandır ki kahve bana yabancı, tadına hala alışamadım.

Evimize kahve hiç girmedi desem yalan olmaz. Ne annem ne babam kahveyi sevdi. Zaman zaman evimize giren bir avuç kahve ise misafirler için kuytuda saklanırdı…

Ama biz sevmesek de kahve türkülere konu oldu, sokakta, evlerde oldukça fazla görünür oldu.

Kafeler giderek çoğaldı, yoksulluk kokan mahallelere kadar ulaştı.Kahve ticareti geliştikçe, evlere ulaşması da kolaylaştı. 

O yıllarda bir türkü yayılıyordu kahve kokusuyla birlikte. Bir kahveci çırağının hikayesiydi aslında. Yoksul ve kahveci çırağı olduğu için sevdiğine kavuşamayan bir gencin çığlığıydı.

Kahve Yemen'den gelir
Bülbül çimenden gelir,
Yari güzel olanın havar
Her gün hamamdan gelir
… 
Kahveyi kaynatırlar
Fincana damlatırlar
Sahipsiz aşıkları
Vururlar, ağlatırlar.
… 

(Anonim)


Hepimiz kahvenin Yemen’den geldiğine, orada yetiştiğine inanıyorduk. Oysa kahvenin vatanı Yemen değil, Habeşistan’dı.

Habeşistan’da doğal olarak yetişen kahve ağaçları varmış. Kahve oradan Yemen’e, Yemen’den de tüccarlar eliyle dünyaya yayılmış.
 

kahve çekirdeği - pixabay.jpg
Fotoğraf: Pixabay


Bugün dünya kahve üretimini en fazla Latin Amerika’daki ülkeler gerçekleştiriyor. Kahve ticareti o kadar gelişkin ki, çok uluslu şirketler, devasa kafe zincirleriyle dünya ticaret ağına dahil olmuşlar.

Her gün binlerce ton kahve yeryüzünü dolaşıyor, evlerde, sokakta, dağda, bayırda kaynıyor, içiliyor.

Hem de çeşit çeşit. Meyvesi oldukça acı olan bu ağacın yetişme alanları da ilginç. Tropikal ülkelerde yetişiyor, petrolden sonra en fazla ticareti yapılan ürün olarak kayıtlardaki yerini koruyor.

Yeryüzünde sudan sonra en fazla içilen içecek olarak gösteriliyor.

Tadı acı olmasına rağmen, yeryüzünde dolaşımı en fazla olan bu ilginç tohum insanoğlunun hayatına Güneybatı Habeşistan yani Etiyopya’da bir dağ çobanının keçileri kahve çekirdeklerini yediğinde girdi.

Anlatımlara göre Kaldi isimli bir dağ çobanı, sürüsünü otlatırken kahve çekirdeklerini yiyen keçilerin daha canlı ve zinde kaldığını fark etti ve bu durumu şeyhiyle paylaştı. 

Önce ağaçta yetişen meyvenin çekirdeğinin suyunu deneyen ve acı tadını beğenmeyip, ateşe atan şeyh, ateşten yükselen aromalı kokuyu alınca, bu kez kavurduktan sonra suyunu içer.

Şeyh zamanla kahvenin etkisinin farkını görür ve çevresine de ikram eder. Böylelikle kahve insanların hayatına girmiş olur.

Çoban, her zamanki gibi keçilerini otlatmaya devam eder, şeyh gece uykusunu yenmek için kahveyi yudumlar, ama bazıları kahvenin karşı konulmaz aroması ve kokusunu ticari meta haline getirerek, büyük paralar kazanma sürecini başlatır.

Kahve, 11'nci yüzyılda anavatanı Habeşistan’dan Yemen’e, oradan da Arap Yarımadasına yayılır ve “qahwah” ismiyle tanınır.

16'ncı yüzyıl başlarında ise önce Mısır’a ardından dünyanın değişik ülkelerine yayılır. Ulaştığı her yerde kök salar, sokaklardan evlere, evlerden meclislere taşınan kahve sohbetlerin vazgeçilmez içeceği olur.

Kahvenin dolaşımı öyle hızlı yayılır ki, yeri giderek büyür ve önemli bir ticaret ürününe döner.

Kahve artık bir nostaljik içecek olmaktan öte, her köşe başında ulaşılan bir içecek haline gelir.

 

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU