Vizyonda bu hafta: Tarihin en güzel seslerinden biri; “Pavarotti”

Mehmet Erduğan Independent Türkçe için vizyondaki filmleri yazdı

İkonik kişilerle ilgili en iyi belgeseller, halka mal olmuş ve onların nazarında bir idole dönüşmüş bu insanların zaaflarını, kırgınlıklarını ve iç karmaşalarını deşifre eden yapımlar oluyor genelde.

Ancak Ron Howard’ın bu hafta vizyona giren, tarihin en güzel seslerinden biri olan Pavarotti’yle ilgili belgeseli bu klişeye pek uymuyor ve hatta belki de bilinçli olarak bu kuraldan kaçınıyor.

Yönetmenin bu tercihi elbette taraflı görünebilir ancak bu yaklaşım belgeselin yapısına zarar veriyor mu diye soracak olursak, benim cevabım kesinlikle hayır; zarar vermiyor olur.

Çünkü taraflı bile olsa yönetmen nihayetinde karşımıza yine oldukça etkili ve başarılı bir belgesel çıkarmayı başarıyor.


Tarihin en güzel seslerinden biri; “Pavarotti”

Yönetmen: Ron Howard / Katkıda Bulunanlar: Adua Veroni, Angela Gheorghiu, Bono, Cristina Pavarotti, Giuliana Pavarotti, Harvey Goldsmith, José Carreras, Lorenza Pavarotti, Madelyn Renee, Nicoletta Mantovani, Plácido Domingo / 114 dakika
 


Her ne kadar futbola dair pek bir ilgim olmasa da 90’lı yıllarda dünya kupası finallerinin fırtınalar estirdiği bir ortamda gündemden uzak kalamayışım sayesinde tanışmıştım operayla ve onunla.
 


Yaşıtlarım ve daha eski kuşağın bu bağlantıyı rahatlıkla kuracağını biliyorum. Fakat yeni kuşağın “futbol ve opera; ne alaka?” diye sorabileceğini de tahmin edebiliyorum.
 


Oysa, Pavarotti’nin seslendirdiği Nessun Dorma’nın İtalya Dünya Kupası’nın resmi şarkısı olması sayesinde eminim sadece ben değil benim gibi pek çok kişi karakteristik olarak samimiyeti ve şirinliği ile ayrıca dikkat çeken bu güçlü sese hayranlık duymuş ve opera diye bir sanatın varlığından onun sayesinde haberdar olmuştur.

İtalya’nın küçük bir kasabası olan Modena’da doğup büyüyen, bir fırıncının oğlu olan Pavarotti çocukken hep bir kaleci olmanın hayalini kurmuş.
 


Ancak onun müzikle tanışmasına vesile olan kendisi de amatör bir tenor olan babasının kendi yaşadığı zorlukları yaşamaması için ona verdiği tavsiyeler doğrultusunda geçimini ilkokul öğretmeni olarak kazanmaya başlamış.

Ta ki annesi onu teşvik edip operaya yönlendirene kadar.
 


Oscar ödüllü sinemacı Ron Howard’ın yönettiği bu belgesel, bir müzik efsanesi olan Pavarotti’nin hayatına dair sıcacık ve şefkat dolu bir bakış sunuyor.

Onun hikayesini bir ikona dönüşmeden öncesinden alıyor ve müzikal kimliğinin ötesindeki Luciano’yu ortaya çıkarmayı amaçlıyor.
 


Böylelikle belgesel, aile arşivlerinden çıkan fotoğraflar ve onunla ilgili anlatılmamış hikayelerle bize zamanda nostaljik bir yolculuk, Pavarotti ile bir dünya turu ve görünenin ötesine bakma fırsatı sağlıyor.
 


Kendi yaşadığı dönemde onu öne çıkaran eşsiz yeteneğini sergilediği sahne çalışmalarından arta kalan zamanlarında resim yapan, kariyerinde kendine sıra dışı bir yol çizen, operayı tüm dünyaya sevdiren ve bunu yaparken de yüreğinin götürdüğü yere gitmekten asla vazgeçmeyen bu dev adamı bize yeniden hatırlatıyor.


Sanatçıya bir saygı duruşu

Ron Howard’ın yayınlanmamış dosyalara ve onun hayatına dokunmuş insanların tanıklığına dayanan bu belgeseli sayesinde, İtalyan tenor Luciano Pavarotti’nin hayatı ve kariyeri hakkında bilmediğim pek çok yeni şey öğrendim, ona dair hayal meyal hatırladığım çocukluğumdan kalma bazı görüntüleri bu vesileyle yeniden tazeledim.
 


Bu arada ille de olması gerekmiyor tabii ki ama belgesel; zamanında, fanatik opera tutkunları tarafından ünlü pop yıldızlarıyla düet yaptığı ve operayı haddinden fazla popülerleştirdiği için fazlaca eleştirilen sanatçının öyle sansasyonel anılarına ya da bir baba ve eş olarak aile içinde iz bırakmış olan yaşanmışlıklarına çok da değinmiyor.
 


Bu açıdan baktığımda bu belgesel için bir araya gelenler belli ki sanatçıyı gömmek değil, onu övmek amacını taşıyor.

Ve bu amaçla yönetmen bu olağanüstü sesi tanımayanlara onu sevdirmek için elindekileri nasıl duygusal ve çekici hale getireceğini gayet iyi biliyor.
 


İlk ve ikinci eşinin yanı sıra asistanı, öğrencisi ve eski sevgilisinden tutun da kızlarına ve aynı sahneyi paylaştığı arkadaşlarına varıncaya dek önemli bir söyleşi kadrosuna sahip olan belgeselde aslında söyleşi verenlerin dilinin altındaki baklayı çıkartmak gibi bir tavrı varsa da nihayetinde herkes Pavarotti’nin en iyi davranışlarıyla ilgileniyor.
 


Hiç kimse, kendi kuşağının en önemli ses sanatçılarından biri olan bu büyük adam hakkında tartışmaya sebep olabilecek herhangi bir konuya girmiyor ve ortalığı bulandırmıyor.
 


Belgeselin en ilginç röportaj anları ise Clive James ve Russell Harty ile konuşan Pavarotti’nin eski arşiv görüntülerinden geliyor.
 


Televizyon programlarında yapılan röportajlara ait görüntülerin yanı sıra daha önce görülmemiş ev yaşantısına ait film çekimlerini ustalıkla kurgulayan yönetmen sanatçının profesyonel ve kişisel yaşamındaki çok yönlülüğüne dikkat çekiyor. 
 


Ayrıca film yeni bir hayran kitlesi yaratabilecek kadar harika ve heyecan verici kliplerle dolu.

Sanatçıya olan saygının izlerini de taşıyan belgeseldeki Tosca, La Bohème ve Pagliacci eserlerine ait müzikal bölümler o kadar temiz bir ses kalitesiyle aktarılıyor ki sonunda kendinizi benim gibi konserde hissedip “bravo!” demek için ayağa kalmak isterken bulabilirsiniz. 
 


Brezilya’daki Amazon yağmur ormanlarının kalbinde yer alan Manaus Opera Binası’nın sahnesinde ve Carreras, Domingo, Pavarotti üçlüsünün Üç Tenor konser kayıtlarındaki Nessun Dorma’ya ait o müthiş performanslar o kadar güçlü bir etkiye sahip ki bu görüntüleri seyrederken benim gibi göz yaşlarına engel olamayabilirsiniz.
 


Belgeseldeki en unutulmaz anlardan biri de Pavarotti’nin Manaus’taki Amazon Tiyatrosu’nu ziyaret ettiğinde çekilen o amatör video görüntülerine ait.
 


Bir avuç meraklı seyircinin önünde Pavarotti sahneye tırmanıyor ve kendi idolü olan Enrico Caruso’nun en sevilen parçası olan “A Vucchella”yı söylüyor.

Bir süperstar-tenordan yeni kuşağa kalacak ne hoş bir hediye.
 


Pavarotti’nin güzelliği ve ihtişamı

Pavarotti’nin tanrı vergisi olan yeteneğini doğru nefeslerle zorlanmadan sergilemesi onu eşsiz bir tenor olarak tarihe altın harflerle kazıdı, ama onun karşı konulmaz karizmasının bunda payı olduğu da bir gerçek.
 


Howard, Pavarotti’nin cazibesini, neşesini, espri anlayışını ve ailesi, hayranları ve bir dönem yakınlık kurduğu Prenses Diana gibi ünlü arkadaşlarını kendisine hayran bırakan o müthiş doğasını belgeselde kusursuz bir şekilde yakalıyor.
 

 


Opera tutkunları ve sanatçının fanatik hayranları bu belgeselde belki çok yeni bir şey bulamayabilir.

Ancak Pavarotti'nin o sıcacık gülümsemesinin arkasındaki insanlığı, insanları kendisine hayran bırakan o çekiciliği, hayırseverliği, tüm gelirini ihtiyacı olanlara bağışladığı o hayır konserlerine ait görüntüleri böylesi bir kurguyla yeniden seyretmek bile eminin hayranlarını memnun edecektir.
 


Ancak diğer taraftan Pavarotti’nin kendisine edindiği “sadece seçkinlere aitmiş gibi görünen operayı onların elinden çıkarıp herkese sevdirmek” misyonu gibi Howard da bu belgesel ile Pavarotti’yi tanıtarak onu ve operayı herkese sevdirmek gibi benzer bir misyonla aynı yolculuğa çıkmış gibi görünüyor.
 


Ron Howard’ın biraz taraflı ve şefkatli ama yine de her şeye rağmen dürüst olduğuna inandığım bu belgeselinde onu tanıyan tanımayan tüm izleyiciler için bir şeyler var.

Pavarotti kendi sesini operaya gitmemiş milyonlarca kişiye ulaştırdı. Ve bu milyonlar sesiyle kendilerine zevk ve neşe getiren bu yüreği kocaman insanı sevgiyle kucakladı.
 

Sanatçının insanlarda bu etkiyi nasıl bıraktığını bize gösterecek daha derine inen bir film olsa ne güzel olurdu; ama sanırım böyle bir film için beklememiz gerekecek.

Ancak o zamana kadar bu film elbette bize Pavarotti’yi hatırlatmaya devam edecek.


Haftanın diğer filmleri

Hapşuu
 

TRT Çocuk’un çizgi karakteri Hapşu ile arkadaşlarının yeni maceraları bu kez beyazperdede seyirciyle buluşuyor.

Hapşu ve arkadaşları Meli, Vızz, Taka Tuka’nın yepyeni maceraları hızla devam ediyor. Bu kez, bir de misafirleri var; Lemi Filozof. Lemi ağabeylerine başlarından geçenleri heyecanla anlatırken, birlikte çok eğleniyorlar.

Okul öncesi yaş grubuna hitap eden ve 5 sezondur aralıksız olarak izleyiciyle buluşan Hapşuu’nun sinema versiyonunda yine TRT Çocuk ekranlarından tanınan Lemi Filozof da rol aldı.

Çocukların ilgiliyle takip ettiği Hapşuu ve Lemi Filozof’u buluşturan sinema filminin yapımcılığını Siyahmartı Animasyon Stüdyosu yapıyor.

Daha önce “Köstebekgiller”, “İksir”, “Pırdino” gibi gişe başarısı yüksek işlere imza atan ajans, Hapşuu animasyon filmi ile bir kez daha izleyici karşısına çıkıyor.

Onun Adı Petrunya

Teona Strugar Mitevska’nın yönettiği God Exists, Her Name Is Petrunija, Kuzey Makedonya’da Teofanya Bayramı kutlamaları sırasında sadece erkeklerin katılması adet görülen ritüelde süregelen düzene çomak sokan Petrunya’nın hikâyesini anlatıyor. 

Kuzey Makedonya’nın küçük bir kasabasında Teofanya Bayramı kutlamalarında onlarca adam pederin suya attığı tahta haçı çıkartmak için kıyasıya yarışırken Petrunya nehrin diğer yakasından suya dalıp haçı kapar.

Bereket ve uğur getireceğine inanılan tahta haçı sudan bir kadının çıkarması görülmüş şey değildir, ama Petrunya’nın mücadeleden vazgeçmeye hiç niyeti yoktur. Haçı geri almak için peşine düşen erkekleri, kolluk kuvvetlerini, kiliseyi ve aradığı sansasyonel haberi yakalayan medyayı atlatmaya çabalar.

Recep İvedik 6

Şahan Gökbakar’ın başrolünde yer aldığı serinin altıncı filmi, arkadaşı Nurullah ile birlikte kendilerini Konya yerine Kenya’da bulan Recep İvedik’in hikayesini anlatıyor. 

Recep İvedik evinde televizyon izlerken, kapıya gelen postacının teslim ettiği davetiyeyi görünce çok heyecanlanır.

Konya’da kuru fasulye festivaline davet edilen Recep, vakit kaybetmeden en yakın arkadaşı Nurullah’ı da yanına alıp yola çıkmak ister.

Ancak henüz gezi başlamadan talihsizlikler başlar ve seyahat acentesinin hatası sonucu Recep ve Nurullah kendilerini Konya yerine Kenya’da bulurlar.

Kenya’ya vardıktan sonra tek amaçları Türkiye’ye geri dönmek olan iki kafadar için artık heyecan dolu bir macera başlamıştır.

Afrika’nın uçsuz bucaksız vahşi bozkırlarında Recep ve Nurullah, ne olduğunu anlayamadan iki düşman yerli kabilenin arasında kalırlar.

Bu alışık olmadığı vahşi dünyada karşılaştığı tüm zorluklara karşı kendine has yöntemleriyle mücadele eden Recep’in başına yine birbirinden ilginç ve komik olaylar gelecektir.

Şahan Gökbakar’ın yarattığı rekortmen Recep İvedik serisinin yeni filmi, izleyicilerine her zamanki gibi bol kahkaha ve eğlenceli vakit geçirme garantisi veriyor.

Yaralı Keklik

Yaralı Keklik, kardeşine verdiği sözü tutmaya çalışan küçük bir çocuğun hikayesini konu ediyor.

Veysel, hasta olan kız kardeşi ile yakından ilgilenen, onu mutlu etmek için çabalayan küçük bir çocuktur. Bir gün dedesi ile köyde dolaşan Veysel, yaralı bir keklik bulur.

Veysel, keklik ile ilgilenebilmek için onu alarak eve götürür. Yaralı kekliğin haline üzülen Veysel’in kız kardeşi, ağabeyinden bir söz vermesini ister.

Veysel, kardeşinin isteği üzerine kekliği iyileştirip salmak için söz verir. Bu sırada küçük kızın durumu iyice ağırlaşınca hastaneye kaldırılır.

Kardeşinin iyileşip geleceği günü bekleyen Veysel, bu sırada kardeşine verdiği sözü tutmak için harekete geçer.
 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU