Özgür Özel: Türkiye'de Kürtlerin sorunları varsa, Kürt kadınlarının ve gençlerinin daha çok sorunları vardır

“Kürtlerin taleplerini bağıra bağıra söylemek benim vazifem”

Fotoğraf: AA (Arşiv)

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Rudaw Türkçe YouTube kanalında Rawin Sterk’in sunduğu “Gel Anlat” programına katılarak gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu.

Partisinin Cumhurbaşkanı adaylığı stratejisi ile ilgili tartışmalara değinen Özel, “Ben Mansur Başkan’ı konumlandırmam açısından onu işte Ekrem yedeği pozisyonuna koymak istemem. Bu doğru da olmaz” dedi.

“Bir kez adaylık bir toplumsal kabul meselesi. Kişinin kendisini hazır hissetmesi, istemesi ve bu konuda bir toplumsal kabulün olup olmaması meselesi” diyen Özel şöyle devam etti:

Bu mesele en doğru yerden de kamuoyu anketleriyle yaklaşmak gerektiğini düşünüyorum. Ve bizim kaybedecek bir aday göstermek yerine anketlere bakıp, halka sorup, seçmenlerin kırılımlarını inceleyip, hangi siyasi partiye yakın olanlar nasıl bakıyor diye, en doğru adayı tespitini yapmak lazım. Gelecek olan adayın da niçin geldiğini çok iyi biliyor olması lazım. Yani hiçbir şey yokmuş gibi yönetmeye devam edecek bir adayımız olamaz. Bizim adayımız gelecek ve Türkiye'de çok büyük yapısal değişiklikler yapacak. Yani yargı sistemini onaracak, bağımsız yargıyı sağlayacak. Bağımsız radyo, televizyon, gazetecilik yapılmasını, basın özgürlüğünü sağlayacak, sosyal adaleti sağlayacak. En başında da bu Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi dedikleri tek adam rejiminden bizi lağvedip yerine bir güçlü parlamentoya dayanan...

Parlamenter sisteme dönüş ile ilgili soruya yanıt veren Özel, “Parlamenter sisteme geçmeyi ve halkın esas olarak yürütmenin başını seçmesini, bakanların onun tarafından belirlenmesini, meclisten güven oyu alıp başlamalarını, bir yanlışlarında meclise karşı hesap verebilir olmalarını, yargılanmalarının, hesap vermelerinin bu kadar zor olmamasını, mecliste sözlü soruyla haftalık mülakatların yapılabildiği süreçlerin olmasını savunuyoruz” dedi.

Özel’in açıklamaları şu şekilde:

Son dönemlerde özellikle CHP içindeki bir kanadın belki ve özellikle CHP'ye yakın medyada giderek artan bir süreç karşıtlığı görüyoruz. Bu CHP'nin bu manadaki politikasını nasıl etkiler? Öteyandan koşulsuz destek açıklamasıyla birlikte CHP bugüne kadar aslında bu meselelerle ilgili programatik bir formül de önerebilmiş değil. Biraz sanki zemin tartışmasına mı indirgendi?

Aslında tabii sormakta haklısınız ama son söylediğinizi söyleyeyim. Örneğin DEM Parti'nin Sayın Eş Genel Başkanları bize geldiğinde ben 7 tane hukukçudan, 2 siyaset bilimci ve 1 iletişimciden, 10 kişilik adalet ve demokrasi komisyonumuzun bu konuya yönelik yaptığı hazırlıklar hakkında bilgi verdim. 8 ana başlık ve tespit ve 26'dan fazla alanda kanuni düzenleme gerektiren meseleler. Sayın Eş Başkanlar mesela bunları duyunca bu çalışmanın çok değerli olduğunu ve bunun çok önemli olduğunu İfade ettiler. Çok iyi bir hazırlığımız var. Ama bunları konuşabilecek uygun zemini arıyoruz. Şimdi biraz daha başa doğru geleyim. Bu zemin nedir dediğinizde zemin parlamento zeminidir. Çünkü yürütme bütün yetkileri Adalet ve Kalkınma Partisi'nin elinde tuttuğu bir yer. Yargı dediğinizde o da bağımsız değil. Zaten bizim yargıyı etki etmemiz de mümkün değil. Burada yasama zemini dışında bir başka zemin yok ve Türkiye'de şu anda çoğulcu olan tek zemin yasama zemini. Yani yürütmede tamamıyla artık devlet-parti birleşmesinin de yaşandığı bir süreç var.

Hatırlayın geçen çözüm süreci olarak ifade edilen süreçte AK Parti bu işi hiç kimselerle paylaşmadı ve tüm aktörleri dışladı, karşı çıkanları şeytanlaştırdı, destek vermek isteyenleri dışladı. Şimdi haksızlık yapmayalım. Önceki dönem Cumhuriyet Halk Partisi çözüm sürecine karşı çıkmamıştı. Ama şimdi olumlu duygularla hatırlamıyoruz oradaki süreci. İlk başta Sayın Genel Başkanımız o zaman “ben bu sürece kredi veriyorum” dedi. Erdoğan “al kredini başına çal” dedi o gece. Hani üç ay sonra olsa deriz ki önce kredi vermiştin ama sonra tutmadı. Yedi saat sonra “al kredini başına çal” dedi. Ve orada bir toplumsal mutabakat yerine bir partinin yaptığı görüşmeler, devlet-parti birleşmesi vardı. Oysa bizim burada masanın etrafında tüm siyasi görüşten insanları oturtmamız ve herkesi katmamız lazım. Açıkça şunu söyleyeyim; Şimdi masa dediğiniz şöyle bir masa olmaz zaten. Destekleyen, desteklemeyen gelsin otursun, burada kavga edelim masası değil. Bunun bir çözüm masası olması lazım.

Sayın Bahçeli'nin önerdiği, bütün partilerden üyelerin olacağı 100 kişilik komisyon var. Meclise aslında taşınmış oluyor durum. Buna nasıl yaklaşıyorsunuz?

Şöyle ifade edeyim. “Biz bu meseleye katkı vermek isteyen tüm siyasi partileri bu masaya davet ediyoruz” dersiniz. Bir siyasi parti masaya karşı olabilir, o eleştirilerini dışarıda yapar. Yani masanın kavga masası diye değil, çözüm masası diye kurulması lazım ve mutabakatın sorunu tespit etmek ve çözmek olması ve orada ilerlemesi lazım. Bazen şöyle anlaşılıyor; Sanki bir komisyon kuracağız, içeride herkes gelecek, kavga yapılacak, ve sonuç alınmayacak. Buna ihtiyaç yok. Çözüm masası kurmak lazım. Onun için o masaya herkes davet edilir. Ama o yol almak, katkı sağlamak, çözüm üretmek isteyenler masada olur. Eleştirmek isteyenler dışarıda siyasetini yapar.

Masa derken komisyon için mi?

İşte onu söylüyorum. Masa dediğin komisyon. Şimdi bu komisyon fikrinin sahibiyiz biz zaten. Bunu ilk biz söyledik. Yıllardır söylüyoruz. Bizim dediğimiz komisyonun tüm siyasi partilere çağrı yapıldığı, bütün partilerin temsil edildiği ama rakamın da Sayın Bahçeli'nin söylediği kadar da fazla olmadığı bir komisyon. Çünkü 100 kişilik bir komisyonda kolay kolay gündem takip edemezsiniz. O bir meclis olur. Bizim bir meclise değil, hızlı şekilde çalışmalar yapacak bir komisyona ihtiyacımız var. O yüzden rakam çok ama fikir tamam. Yani Sayın Bahçeli'nin önerisiyle niteliksel olarak bağdaşıyoruz, niceliksel olarak ayrışıyoruz. Sayının 100 gibi bir rakam olmasını ben abartılı bulurum. O bir meclis anlamına gelir. Komisyon yetkinliğini kaybetmiş olur.

Peki. Söyleminizin tamamını CHP'nin kurucu parti olduğu zemini üzerinde kuruyorsunuz. İkinci yüzyıla geçerken CHP'nin üzerinde kurucu parti olma rolünü AK Parti'ye kaptırmak gibi bir gerginlik var mı? Öte yandan önceki soruyla bağlantılı olarak, tırnak içerisinde beyaz Türklerin Kürtlerle eşitlenme korkusu olarak tabir edilen bir durum var. Bu korku CHP'nin çözüm süreci konusundaki tavrına etkiler mi? Ve bahsettiğim rolün 2. yüzyılda CHP'den AK Parti'ye geçmesi gibi bir kaygınız var mı?

Şimdi birincisi, biraz önce de söylediniz; biz ilk olarak bu işler başladığında çok net bir tavır koyduk. Sayın Bahçeli bir şey söyledi. Ben de dedim ki, “Sayın Bahçeli ben el yükseltiyorum. Kürtlere devlet vaat ediyorum.” Hatta bunu Türkiye'deki bazı siyasi partiler, biraz da başını kesip sonunu yapmayıp, “Özgür Özel Kürtlere devlet vaat ediyor, bölücülük yapıyor” falan dediler. Oysa ben devamında çok net bir şekilde diyorum ki, “size Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin sahibi olmayı, benim kadar devleti kendinize ait hissetmeyi ve bu devletin eşit yurttaşları olarak Türküyle, Kürdüyle, Lazıyla, Çerkeziyle, Alevisiyle, Sünnisiyle herkesin eşit olduğu bir Türkiye Cumhuriyeti Devleti vaat ediyorum”. Bugün için baktığınızda Kürtler, “kardeşim herkes eşit ama ben daha az eşitim” diyorsa orada bir sorun var. Kürt sorunu bu.

Şimdi burada kurucu parti olma rolünü AK Parti'ye kaptırma gibi bir durum değil. Aksine AK Parti bir yerlerden tam tersine bölücü parti olmaya doğru kendini ilerletiyor. Çünkü bugün bir Beyaz Türk arıyorsanız, Cumhuriyet Halk Partisi'nin kadrolarında, anlayışında, söyleminde bulamazsınız. Bugün Beyaz Türkler AK Partililer. Bugün AK Partililer kendileri devletin sahibi görüyorlar. Bu tamamen AK Parti'de şu anda. Bazı televizyon kanallarında bazı yorumcuların, bazı köşe yazarlarıının bazı ifadelerine gerçekten yıllarca hiç katılmadığımız halde bizim sırtımıza yük edildi. Cumhuriyet Halk Partisi çok eskinden beridir ama özellikle son dönemimizde bu anlayışı yıkıp atan, eşitlikçi ve hakkaniyetli bir söylemin içinde.

Bunun içerisinde örneğin mevcut anayasada vatandaşlık tanımın nötr görülüyor. Özellikle de sizin parti programınızın da ileri demokrasi ile uyumlu olduğu yerden bakarsak, örneğin ana dilde eğitimin önündeki engellerin kalkması, vatandaşlık tanımının herkesi kapsayacak bir genişlikte tasarlanmasına destek verir misiniz? Yeni anayasa çalışmaları başlayacak, o anlaşılıyor. Sayın Erdoğan bir ekip görevlendirmiş. Özellikle bu meselelerle ilgili CHP'nin tavrı ne olur?

Şimdi Pervin (Buldan) Hanım ve Ahmet Türk şahittir, Sırrı Süreyya Önder’e - Allah rahmet eylesin - geldiklerinde dedim ki Türkiye'nin elbette sivil, özgürlükçü, kapsayıcı bir anayasa ihtiyacı var. Ama ben anayasaya uymayanlarla, her gün anayasayı çiğneyenlerle oturup da anayasa yapacak halim yok. Kediye ciğer emanet edilmez. Ben Tayyip Erdoğan'a “gel seninle anayasayı yapalım” dediğimde veya o bana dediğinde buna olumlu bir yaklaşımda bulunduğumda büyük kitlelerin büyük desteğini kaybederiz.

Kürt meselesinde anayasaya gelmeden, mevcut anayasayla atılabilecek dünya kadar demokratik adım, çıkarılabilecek kanunlar var hatta mevcut kanunların doğru uygulanmasını talep etme noktası var. Sırrı Süreyya bana dedi ki, Pervin Hanım'la Ahmet Türk de şahittir; “Kesinlikle bir anayasa yok. Biz oturduk, konuştuk. Ne yapılacaksa yasal zeminde yapılacak bir anayasa pazarlığı yok. Ben buna kefilim, biz buna şahidiz” dedi. Bizim yeni bir anayasayı Tayyip Erdoğan'la yapabilmemiz için Tayyip Erdoğan'ın mevcut anayasaya uyuyor olması lazım. Tayyip Erdoğan AİHM kararına rağmen 8 yıldır Kavala’yı (Osman Kavala) içeride tutuyor. Sırf “Seni başkan yaptırmayacağız” dediği için Selahattin Demirtaş'ı Anayasa Mahkemesi kararlarına rağmen içeride tutuyor. Seçilmiş milletvekili Can Atalı'yı meclise getirmiyor. Şimdi “gelin anayasa yapalım” diyor.  Onunla menemen bile yapmam dediğim bu.

Ama Türkiye'de bir anayasa yapacak mıyım? Bu seçimde AK Parti'ye oy veren seçmenlerle, seçimden sonra anayasa yapacağız tabii. Veya öyle bir taahhüt içine girecek ve yerine getirme süreci başlatacak ki Tayyip Erdoğan, anayasayla uyumsuz tüm tutumlarını teker teker ve hızla ortadan kaldıracak. Göreceğiz ki siyasi tutsaklar çıkmış, AİHM kararlarına uyulmuş, Anayasa Mahkemesi kararlarına harfiyen uyuruyor, Anayasa Mahkemesi'nin bozduk dediği kanunları arkasından dolaşarak gerçekten düzeltiyor. Her şeyi yapıp bir toplumsal güven sağlayacak. Ben de döneceğim en son seçimde bana 17 milyon 500 bin oy vermiş seçmenime rızan var mı diyeceğim. Onlarla “razıyım” dedikten sonra herkesle anayasa konuşulur. Ama bugünkü atmosfer ve şartlarda anayasa konuşmak demek güzelim ciğeri kediye “al ye” diye vermek demek.

İhtimallerden biri olarak bir erken seçim olur ve CHP iktidar olursa siz Kürt sorununun çözümü konusunda yakalanmış olan bu havayı nereden devam ettirirsiniz. Ve özellikle ana dilde eğitimle ilgili CHP'nin yaklaşımında bir değişim olacak mı?

Ben kendim Cumhuriyet Halk Partisi'nin genel başkanı olarak, hem ana dilin özgürce konuşulması, meclis zemininde bu tartışmalar yapılıyor ve ana dilde eğitimin belli şartlar içinde gerçekten verimli şekilde yapılabileceği noktada oturulup konuşulmasına hiçbir zaman karşı olmadım. Bu başka bir mesele. Bugün Türkiye'de örneğin Kürtçe öğrenme, Kürtçe eğitim meselesi üzerinden meseleyi erkenden çıkmazlara, karşılıklı çatışma alanlarına, kavgalara doğru yaklaştırmak doğru değil. Doğru olan kapsayıcılık, doğru olan kimsenin dilini reddetmemek, doğru olan kimsenin dilini hor görmemek. O dilde kültür yapılması, sanat yapılması, sonuçta bilim yapılması da önemlidir. Yani bir kişi sanatını en iyi aktarabildiği, kültürü en iyi aktarabildiği ya da en iyi bilim yapabildiği dil kendi ana dili ise bunun önündeki yasaklamanın, engellemenin, kriminalize etmenin bir anlamı yor.

Ama bir yandan da şöyle bir şey oluyor; Bir tarafta bir terör, terör sorunu ve o terör örgütünün işte dil üzerinden ortaya koyduğu yaklaşım, işte gelen şehitler, akan kanlar oldukça bu sefer sen Kürtçe dediğinde terör örgütü propagandası gibi anlayan bir anlayış var. Arapçada da aynı sorun yok mu? Türkiye'de 6 milyon Arap kökenli vatandaşımız yaşıyor. Her birinin dili son derece kıymetli, önemli. Annesinin dili sığınmacı sorunu üzerinden Arapça kriminelleşiyor boşu boşuna.

Bu yüzden sorunun demokratik yollarla çözümünde büyük bir cesaretle kararlılıkla başlayıp terör bitip kan akmayıp bundan sonra şehitler gelmeyip Kürtlerin talepleri noktasında artık çok iyi bir noktaya gelindiğinde zaten Türkiye'de efendim Kürtçedir, ana dildir, böyle bir sorun kalmaz.

Hem örgütün kendini fesh etmesine ve hem de Türkiye'deki bu çözüm süreci dediğimiz sürecin geldiği nokta ciddi bazı değişimleri de bünyesinden barındırdığına dair işaretler barındırıyor. Yani Sayın Bahçeli'nin el açtığı yerden baktığımızda devlet bir takım köklü değişimlere hazırlık yapıyor. Bu kapsamda sizin bu sürece dair bundan sonra sadece AK Parti hükümetinin alacağı tavra göre mi bir reaksiyonunuz olacak yoksa bir formül önerecek misiniz? Sizce Sayın Genel Başkan, Sayın Devlet Bahçeli ya da Sayın Cumhurbaşkanı Kürt sorununu bu şekilde telaffuz etme noktasına neden geldi? Bölgesel durum ve içeride neler buna neden oldu sizce?

Mutlaka bölgesel etkileri vardır ama açık olarak kendi kanaatimi söyleyeyim; Erdoğan ve Bahçeli geçen seçimlerde sadece ve sadece seçimi kazanabilmek için Cumhuriyet Halk Partisi'nin Cumhurbaşkanı adayını DEM Parti'nin destekliyor olmasına, Kürt seçiminin destek olmasına en ağır şekilde saldırıyorken, DEM Parti'ye en ağır şekilde saldırıyorken, Kürt siyasetçisine, Kürt sanatçısına, Kürt aydınına, Kürt gençlerine en ağır şekilde saldırıyorken, hapislerde tutuyorken, bir anda ne oldu da buraya gelindi? Bir kere burada Erdoğan'ın anayasa meselesine getirmesinde de öyle, kendisiyle ilgili bir takım talepleri olduğuna ilişkin şüpheleri çok güçlendiren emareler var ortada. İkincisi bölgesel dengeler var. Suriye'deki mesele var. İlk başlarda söyledikleri yaklaşım işte “kayıtsız şartsız PKK silahı bırakacak o kadar, bundan başkası yok” dediler.

Nasıl değerlendirdiniz örgütün kendini feshetmesini?

Memnuniyetle değerlendirdim. Örgütün kendisini fesh etmesi çok doğru. Silahların bırakılması çok doğru. Demokratik adımları talep etme noktasında bundan sonra artık Kürt siyasetçiler, Kürt vatandaşlar çok daha rahat olacaklar. Bu konuda hepimizin bir yandan silahların bırakılması ve PKK'nın kendini fesh etmesini, bir yandan da demokratik adımların mecliste hızlı şekilde atılmasını takip etmemiz lazım.

Umut hakkı ve genel haf konusu gündeme gelirse...

Özgür Özel: Benim gündemimde bunlar yok. Bu umut hakkı sözünü kim ortaya koyduysa, onunla konuşmak lazım. Genel af meselesi de bizim gündemimize olmuş ya da getirilmiş bir cümle değil. Ama siyasi tutsakların affedilmesi ve özgür kalmaları noktasında tavrım net. Öbür türlü suç, gene laf dediğinizde devlet sadece kendine karşı işlenmiş suçları değil, şahıslara karşı işlenmiş suçları, işte örneğin kadın cinayetlerine, çocuk tecavüzcülerine ne diyeceksiniz ve onların mağdur ailelerine ne diyeceksiniz? Gene laf dediğiniz, cezaevinde bir kişinin kalmadığı oraya tavuğun atılıp avluda gezdiği bir şeydir. Ama işte Ahmet Minguzzi’nin kaykay malzemesi almak için gittiği yerde bıçaklandığı yerde annesine ne söyleyeceğiz? Rabia Naz’ın babasına ne söyleyeceğiz? Öbür tarafta evladının katilleri bulunsun diye bekleyenlere, artık bu tarihten önceki suçlar affedildi denilemez. Bu yüzden bu genel af meselesi çok toplumda vicdanı kanatacak işler de yaratabilir. O yüzden ben siyasi tutsakların affedilmesi, onun dışında bir af konuşulacaksa toplumsal mutabakat zemininin, en doğru yerden kurulması ve aranması gerektiğini düşünüyorum.

Hem bu süreç hem de iktidarla olan diğer meseleler için yeniden Cumhurbaşkanı ile görüşme, o normalleşme sürecine dönüş yapmak gibi bir arzunuz olur mu? Böyle bir planınız var mı?

Özgür Özel: Şimdi ben normalleştirmiştim zaten. Demokratik zeminde kalmayı, partiler arasında görüşmeyi, Cumhuriyet Halk Partili belediyelerle AK Parti yönetimini, hatta “belediyeler birliğini biz kazandık, gelin birlikte yönetelim” dedim onlara, istemediler. DEM Parti'ye verdik, İYİ Parti'ye verdik, Yeniden Refah’a verdik. Büyük Birlik’e bile teklif ettik 14 kişilik yönetimi. Ben zaten elimi uzattım ve dedim ki “kavgasız, dövüşsüz, siyasi rekabet olsun tabii ama kavga olmadan bu işi yapalım” dedim ve oturduk. Sayın Erdoğan'ın elleri böyleydi bir ara ellerini aşağı indirmişti ve baktım balta çıkardı. Bana balta çekti. Yani şu anda yaptığı balta çekmektir. Şimdi önce o baltayı bir gömsün.

Bu metafor muydu?

Metafor tabii. Gerçek balta çıkarmadı canım.

Çünkü öyle algılayamak isteyenler çıkabilir.

Ama siz Türkiye'nin siyasetini o kadar yakından takip ediyorsun ki bunun da Tayyip Bey tarafından yapılmasının mümkün olduğunu düşünen bir gazetecisiniz. Öyle değil mi?

Onunla ilgili ben yorum yapsam doğru olmaz.

Tamam yok. Şimdi sizin zorlu sorularınıza ben kaçmadan cevap veriyorum. Siz de sorumdan kaçmayın. Yani Erdoğan balta çekse yeridir diyorum, siz “gerçek balta var mı?” diyorsunuz. Bunu da seyircilerimizin takdirine bırakıyorum.

Ben aslında şunun önünü almak istedim. Bu sözünüz trend olur ve sanki gerçekten balta çekilmiş gibi algılanır. O yüzden tekrardan sordum size.

Eksik olmayın.

Genel Başkan olarak sizin önümüzdeki dönemde Erbil'e bir ziyaretinizin olma ihtimali var mıdır?

Süleymaniye'ye de Erbil'e de ziyaretimiz olabilir. Bizim oralara gitmeyiz, gelmeyiz diye bir yaklaşımız kesinlikle yok. Zaman ve takvimlendirme sorunu dışında hiçbir sorun yok. Türki cumhuriyetleri için de aynı şeyi düşünüyorum. Ortadoğu coğrafyası için de aynı şeyi, Balkanlar için de aynı şeyi düşünüyorum. Sadece dış ilişkiler Avrupa'dan ve Amerika'dan ibaret olmamalı. Bizim bu konuda da bu sene Balkanlarda, Ortadoğu'da, Türki cumhuriyetlere de bir takım ziyaretlerimiz olacak. Bu sene olmasa gelecek sene. Yani eğer seçim daha ilerilere kalırsa inanın seçimden önce bu tip ziyaretleri yapmayı çok isteriz. Çünkü orada düşmanlarımız yaşamıyor, kardeşlerimiz, dostlarımız yaşıyor.

Son olarak, bunu size sormasam iki kişinin üzerimde hakları kalır. Biri sabah uğradığım berber, ona sizinle görüşeceğimizi söylediğimde var mı söylemek istediğiniz bir şey diye sordum. “Lütfen söyleyin bize bağırmasınlar, biz bağırılmasını istemiyoruz” dediler. İkincisi annemle görüştüğümde yine aynı şeyi sordum. O da kalabalık bir yerdeydi ve toplu halde kadınlar oturuyorlardı. “Lütfen söyle sesli bir şekilde, bizim de haklarımızı savunsunlar” dediler. İkisi için ne söylemek istersiniz?

Bağırma derken, benim şahsıma değil de Türkiye'deki bütün siyasetçilere söylüyorsa doğru. Siyasetin çok bağırmaması lazım. Bana söylüyorsa “bağırana değil bağırtana bak” derim. O da Tayyip Erdoğan'ın kendisidir. Ondan sonra “canım yanıyor anneciğim” derim. Berber kardeşime derim ki, “Canım yanıyor, kardeşlerimi almışlar, arkadaşlarımı almışlar, haksız yere içeri atmışlar.” Bağırana değil, bağırtana baksın. Ama eğer kardeşim Kürt kimliği üzerinden bunu söylüyorsa, kimseye, kendi kimliği üzerinden kimsenin bağırmaya hakkı yok. Hatta onun taleplerini bağıra bağıra başkalarına söylemek benim vazifem. Anne eğer kadınlar üzerinden söylüyorsa annenin ricası başım gözüm üstenedir. En doğrusu. Çünkü Türkiye'de eğer Kürtlerin sorunları varsa, Kürt kadınların daha çok sorunları vardır. Gençlerin sorunları varsa, Kürt gençlerinin daha çok sorunları var. Yani bir sürü çarpışık bir iç içe geçmiş sorun birbirini katlayan sorunlar var. Ama Türkiye'de hem kadın olmak hem Türkiye'de anne olmak hem değerli ama çok ciddi sorunları var. Ellerinden öpüyorum hepsinin.

Röportajın tamamını buradan okuyabilirsiniz

 

Rudaw

DAHA FAZLA HABER OKU