Güçlülerin iklim krizini ciddiye aldığı bir dünya hayal ediyorum, bize anlattıkları masallar miadını doldurdu

Atlantik'in yarısını gemiyle geçtikten sonra ABD Kongresi'nde konuşan Greta Thunberg’ün ABD senatörlerini harekete geçirmeye çalışan konuşmasının bir nüshası...

ABD Kongresi'ne hitap eden Greta Thunberg, "İktidardaki insanların ve de medyanın, krizi olduğu gibi, yani varoluşsal bir acil durum olarak ele almaya başladığını hayal ediyorum" demişti (AFP)

Benim adım Greta Thunberg, 16 yaşındayım ve İsveçliyim. Burada, Amerika'da sizinle birlikte olduğum için minnettarım. Burası birçokları için hayaller ülkesi.

Benim de bir hayalim var: hükümetlerin, siyasi partilerin ve şirketlerin iklim kriziyle ekolojik krizlerin aciliyetini kavraması ve tıpkı diğer acil durumlarda yaptığımız gibi, farklılıklarına rağmen bir araya gelerek dünya üzerindeki herkesin onurlu bir yaşam süreceği koşulları sağlamak için gerekli önlemleri alması.

Çünkü o zaman biz, okul grevindeki milyonlarca genç, okula geri dönebiliriz.

İktidardaki insanların ve de medyanın, krizi olduğu gibi, yani varoluşsal bir acil durum olarak ele almaya başladığını hayal ediyorum. Böylece eve, kız kardeşime ve köpeklerime dönebilirim. Çünkü onları özlüyorum.

Aslında birçok hayalim var. Ama artık yıl 2019. Artık hayallerin ne yeri ne de zamanı. Artık uyanma vakti. Tarihin tamamen uyanık olmamız gereken anı geldi.

Elbette hayallere ihtiyacımız var, hayaller olmadan yaşayamayız. Ama her şeyin bir yeri ve zamanı vardır. Ve hayaller olanı olduğu gibi söylemenin önünde duramaz.

Yine de nereye gidersem gideyim kendimi peri masallarıyla çevrelenmiş buluyorum. İş dünyasının liderleri, siyasi yelpazenin her tarafından seçilmiş yetkililer zamanlarını bizi yatıştırıp tekrar uykuya gönderecek uyku öncesi masalları uydurup anlatmaya harcıyor.

Bunlar her şeyi nasıl çözeceğimiz hakkında "boş umutlar veren" hikayeler. Her şeyi “çözdüğümüzde” her şey ne kadar da harika olacak. Ancak karşımızdaki sorun hayal kurma becerimizin olmaması veya daha iyi bir dünyayı tasavvur edemememiz değil. Şu anda sorun şu: uyanmamız gerek. Gerçekle, bulgularla, bilimle yüzleşmenin zamanı geldi.

Ve bilim genelde “hep istediğimiz toplumu yaratmak için harika fırsatlardan" bahsetmiyor. İnsanlığın çektiği, dile getirilmeyen acılardan bahsediyor. Öyle acılar ki eylemi ertelediğimiz her gün daha da korkunçlaşacak -tabii eğer şimdi, hemen harekete geçmezsek. Ve evet, tabii ki sürdürülebilir şekilde dönüştürülmüş bir dünyanın birçok yeni faydası olacak. Ama şunu anlamanız gerek. Bu öncelikli olarak yeni yeşil iş olanakları, şirketler veya yeşil bir ekonomik büyüme yaratma fırsatı değil. Her şeyden önce bu acil bir durum ve öyle herhangi bir acil durum da değil. Bu insanlığın karşı karşıya kaldığı en büyük kriz.

Ve insanların durumun aciliyetini kavrayabilmesi için buna göre hareket etmemiz gerekiyor. Çünkü bir krize, kriz olarak yaklaşmadan o krizi çözemezsiniz. İnsanlara her şeyin yoluna gireceğini söylemeyi bırakın, hele de şimdi göründüğü üzere gerçekte hiçbir şey yolunda gitmezken. Bu paketleyip satabileceğiniz ya da sosyal medyada "beğen" tuşuna basabileceğiniz gibi bir şey değil.

Siz, sizin iş fikriniz, siyasi partiniz veya planınız her şeyi çözecekmiş gibi davranmayı bırakın. Henüz bütün çözümlere sahip olmadığımızın farkına varmamız gerekiyor. Bunun çok ötesinde. Tabii bu çözümler bazı şeyleri yapmaktan öylece vazgeçeceğimiz anlamına gelmiyorsa.

Yıkıcı bir enerji kaynağını daha az yıkıcı olanıyla değiştirmek ilerleme değil. Emisyonlarımızı yurt dışına ihraç etmek emisyonlarımızı azaltmıyor. Yaratıcı muhasebe bize yardım etmeyecek. Aslında sorunun özü de tam olarak bu.

Bazılarınız 1 Ocak 2018 itibariyle karbondioksit salınımımızı yarıya indirmek için 12 yılımız kaldığını duymuş olabilir. Ama sanırım neredeyse hiçbiriniz küresel sıcaklık artışını sanayi devrimi öncesi seviyelerin 1,5 santigrat derece üstünde sınırlamak için yüzde 50 şansımız olduğunu duymamıştır. Yüzde 50 şans.

Ve elimizdeki mevcut en iyi bilimsel hesaplamalar bile doğrusal olmayan taşma noktalarını ve de hızla eriyen kuzey kutup dairesi permafrostlarından (kalıcı olarak donmuş toprak Ed.n.)  salınan fazlasıyla güçlü metan gazları gibi öngörülemeyen birçok geri beslenim döngüsünü içermiyor. Ya da toksik hava kirliliğinin gizlediği ısınmaya çoktan hapsolduğumuzu. Ya da hakkaniyet yönünü; iklimsel adaleti.

Bu yüzden yüzde 50 şans, yazı tura istatistiği, kesinlikle yeterli olmayacak. Bu, savunması ahlaken imkansız bir şey. Yüzde 50'den fazla düşme şansı olduğunu bildiğiniz bir uçağa hanginiz adım atardı? Hatta konumuzla daha isabetli olsun diye şöyle sorayım: Çocuğunuzu o uçağa bindirir miydiniz?

Ve 1,5 derece sınırının altında kalmak neden bu kadar önemli? Çünkü iklimin dengesini bozmaktan kaçınmak için United in Science'ın (bir araya gelerek  BM'ye konuyla ilgili bir rapor sunan iklim değişikliği uzmanları Ed.n.) çağrıda bulunduğu şey bu, öyle ki insan kontrolünün ötesinde, geri alınamaz zincirleme bir reaksiyonu tetiklemekten uzak durabilelim. Bir derece ısınmada bile kabul edilemez bir can ve geçim kaynağı kaybı görüyoruz.

 

 

Öyleyse nereden başlıyoruz? Eh, geçen yıl yayımlanan IPCC (Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli) raporunun 108. sayfasındaki ikinci bölümüne bakarak başlamamızı öneririm. Tam orada diyor ki küresel sıcaklık artışını 1,5 santigrat derecenin altında sınırlamak için yüzde 67 şansımız olması için 1 Ocak 2018'de mevcut karbondioksit bütçesinde salınabilecek yaklaşık 420 gigaton (Gt) CO2 kalmış durumda. Ve elbette bu rakam bugün çok daha düşük. Arazi kullanımını da dahil ederseniz her yıl 42 gigaton CO2 salıyoruz.

Bugünkü emisyon seviyesiyle elimizde kalanlar 8 buçuk yıldan daha az sürede tükenir. Bu rakamlar benim görüşlerim değil. Kimsenin fikri veya siyasi görüşü de değil. Bu elimizdeki mevcut en iyi bilim. Çok sayıda bilim insanı bu rakamların bile fazlasıyla ılımlı olduğunu öne sürse de IPCC aracılığıyla bütün ülkelerin kabul ettiği rakamlar bunlar.

Ve lütfen bu rakamların küresel olduğunu unutmayın ve dolayısıyla küresel çapta yürürlüğe girmesi şart olan Paris Anlaşması'nın tamamında açıkça belirtilen hakkaniyet yönüyle ilgili bir şey söylemeyin. Hakkaniyet yönü şu anlama geliyor: zengin ülkeler üstlerine düşeni yapmalı ve sıfır emisyona daha hızlı ulaşmalı ki fakir ülkelerde yaşayanlar bizim çoktan inşa ettiğimiz altyapılarını inşa ederek yaşam standartlarını yükseltebilsin. Yol, hastane, okul, temiz içme suyu ve elektrik gibi altyapılardan bahsediyorum.

ABD tarihteki en büyük karbon salıcısı. Aynı zamanda dünyanın bir numaralı petrol üreticisi de ABD. Yine de dünyada Paris Anlaşması'ndan ayrılma yönündeki güçlü niyetinizi bildiren tek ülke de sizsiniz. Çünkü alıntılıyorum, “Bu ABD için kötü bir anlaşmaydı."

Küresel sıcaklık artışını 1,5 derecenin altında tutmada yüzde 67 şansımızın olması için 1 Ocak 2018'de salabileceğimiz 420 gigaton CO2 kalmıştı. Şimdi bu rakam halihazırda 360 Gt'nin altında.

Bu rakamlar çok rahatsız edici. Ama insanların bilmeye hakkı var. Ve çoğumuzun bu sayıların varlığından dahi haberi yok. Hatta tanıştığım gazeteciler bile onların varlığından habersiz görünüyor. Siyasetçilerden bahsetmiyorum bile. Yine de hepsi siyasi planlarının krizin tamamını çözeceği konusunda o kadar emin görünüyorlar ki.

Fakat tam olarak anlamadığımız bir problemi nasıl çözebiliriz? Nasıl olur da resmin tamamını ve elimizdeki mevcut en iyi bilimi bir kenara bırakabiliriz?

Böyle davranmanın çok tehlikeli olduğuna inanıyorum. Ve bu krizin arka planı ne kadar politik olursa olsun bunun partizan bir siyaset sorunu olarak kalmaya devam etmesine izin veremeyiz. İklim ve ekolojik kriz parti politikalarının ötesindedir. Ve şu anda asıl düşmanımız siyasi hasımlarımız değil. Artık asıl düşmanımız fizik. Ve fizikle “anlaşma” yapamayız.

Herkes biyosferin hayatta kalması - ve dolayısıyla gelecek ve şimdiki nesillerin yaşam koşullarını güvence altına almak - için fedakarlık yapmanın imkansız olduğunu söylüyor.

Amerikalılar daha önce korkunç ihtimallerin üstesinden gelmek için büyük fedakarlıklar yaptı.

Normandiya Çıkartması'nda (D Day) Omaha Sahili'ne vuran ilk dalgayla karaya akın eden cesur askerleri düşünün. Martin Luther King'i ve Selma'dan Montgomery'ye yürümek için her şeyi riske eden diğer 600 insan hakları önderini düşünün. Başkan John F. Kennedy’nin 1962’de, Amerika’nın “bu on yılda aya gitmeyi ve diğer şeyleri yapmayı kolay oldukları için değil, zor oldukları için seçtiği" açıklamasını düşünün.

Belki de imkansızdan bahsediyoruz. Fakat bu rakamlara bakarken -her devletin imzaladığı elimizdeki mevcut en iyi bilime bakarken- düşünüyorum ki bu tam da bizim karşı durduğumuz şey.

Fakat tüm zamanınızı hayal kurmaya harcamamalı ya da bunu kazanılacak başka bir siyasi mücadele olarak görmemelisiniz.

Ve havaya madeni bir para atarak çocuğunuzun geleceği üzerine kumar oynamamalısınız.

Bunun yerine bilimin arkasında birleşmelisiniz.

Harekete geçmelisiniz.

İmkansızı gerçekleştirmelisiniz.

Çünkü pes etmek asla seçenek dahi olamaz.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

https://www.independent.co.uk/voices

Independent Türkçe için çeviren: İrem Oral

© The Independent

DAHA FAZLA HABER OKU