41 yıl önce tutulduğu hücreden fotoğraf paylaştı… Miroğlu: Diyarbakır Cezaevi birçok kötülüğe açılan kapı oldu

"25-26 yaşında girdiğim cezaevinden çıkıp 70'ine merdiven dayamış biri olarak kaldığım hücreye tekrar girmemin verdiği hüznü tahrif etmek o kadar kolay değil"

Bir dönem uygulanan işkence yöntemleri nedeniyle cezaevi "cehennem", gardiyanları ise "zebani" diye nam salmıştı.

Diyarbakır Cezaevi'nde yaşananların derin travmalara yol açtığı inkar edilemez bir gerçek.

Cezaevinde tutuklu kalan yazar ve eski AK Parti Mardin Milletvekili Orhan Miroğlu o günleri şöyle anlatmıştı:

"Hücrelerin olduğu bölüm… 35 ile 36 ismiyle anlına 2 adet hücre bölümü vardı. Her katta 10 hücre vardı ve 4 kattan oluşuyordu. Birinci katın ilk hücresi tamamen lağımla doldurulmuştu. O gün gelen herkes istisnasız o lağımın içerisine sokuluyordu. Ona da banyo diyorlardı." 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Sadece Orhan Miroğlu değil, pek çok Kürt, Diyarbakır Cezaevi'nde işkenceye maruz kaldı. 

Diyarbakır Cezaevi'nin "hafıza müzesi" ve kültür merkezi olacağı sözü verilmişti. 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Diyarbakır'da verdiği sözünü hatırlattı ve şöyle konuştu: 

Son ziyaretimde Diyarbakır Cezaevi'ni boşaltma ve kültür merkezi yapma sözünü vermiştim. Sözümüzü tuttuk. Geçmişte nice acılara, zulümlere konu olan Diyarbakır Cezaevi binası artık hem hafıza hem de farklı alanlarda faaliyet yürütme imkanı sağlayan bir eser olarak hizmet verecektir. Şimdiden Diyarbakır'ımıza hayırlı olmasını diliyorum.

Erdoğan'ın verdiği talimatın gereği yerine getirildi. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, cezaevinin kapısına kilit vurdu.

Bakan Bozdağ, kilidin anahtarını Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy'a teslim etti.

 

Diyarbakır Cezaevi
Diyarbakır Cezaevi / Fotoğraf: AA

 

Yapılacak çalışmaların ardından Diyarbakır Cezaevi müze olacak.

Nice acıların yaşandığı cezaevi kütüphane, sanat ve gösteri alanlarıyla artık hizmet verecek.

Dünkü anahtar tesliminde görünmeyen ancak cezaevini ziyaret eden bir isim daha vardı. 

O kişi bir zamanlar en acı işkencelerin yapıldığı dönemde cezaevinde tutulan kendisi de şiddete maruz kalan Miroğlu'ndan başkası değildi. 

AK Parti Merkez Karar Yönetim Kurulu (MKYK) Üyesi Miroğlu, Independent Türkçe'nin sorularını yanıtladı. 

Miroğlu hem o dönem yaşadıklarını hem de 41 yıl sonra bir zamanlar kaldığı hücrenin demir parmaklıklarının arkasında fotoğraf verirken neler hissettiğini anlattı. 

"En çok koğuşları merak ediyordum, büyük değişikliğe uğramış"

12 Eylül sonrası Diyarbakır Cezaevi'nde 6,5 yıl yıl kaldınız. Bir zamanlar tutulduğunuz hücrede fotoğraf paylaştınız. Ziyareti dün mü gerçekleştirdiniz? 

Evet, Dün Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın mitinginden önce Adalet Bakanı Bekir Bozdağ ile Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy'la beraber cezaevini ziyaret ettik. Bu benim 41 yıl sonra gerçekleştirdiğim ilk ziyaret. 1981'de girdiğim cezaevini 41 yıl sonra 2022 yılında ziyaret etmiş oldum. En çok merak ettiğim şey kaldığım koğuşlardı. O koğuşlar büyük bir değişikliğe uğramış. Çünkü belli bir tarihten sonra oda sistemine geçilmiş. Oda sistemi koğuşları bir hayli küçültmüş. Havalandırmaları küçültmüş. Hücreler kısmında da tabii ki değişiklikler olmuş ama kısmen olmuş. O değişiklikler yansıyan hücre ve benim içinde fotoğraf çektiğim hücre 1984 yılındaki cezaevi direnişinden sonra içinde tutulduğum hücreydi. Bir yıla yakın bir zamanım orada geçti. 1985'te koğuşa gittim. 

 

Orhan Miroğlu
Orhan Miroğlu / Fotoğraf: Twitter

 

"Sağ kurtulduğum için şükrediyorum"

Tekrar o hücreye girip demir parmaklıklara dokunduğunuzda neler hissetiniz? 

Yarım yüzyıllık bir tarih gözümün önünden geçti. Orada neler yaşadığımızı herkes biliyor artık. Ama tabii o an çok önemliydi. Niye önemliydi? Tabii bir kere o cezaevinden sağ kurtulduğum için şükrediyorum. Bir de o cezaevinde yaşananları hiç unutmadım. Orayı Türkiye'nin gündeminde tutmak için çaba içerisinde oldum. Kitaplar ve sayısız makaleler yazdım. Düzenlenen konuşmacı oldum. 40 yılın ürünü olarak biri Dijwar isimli kitabım var biliyorsunuz. Bugünlerde yeni baskısı yapıldı. Yine durum normalleşince yani 1985'ten sonra anneme-babama mektup yazdığım mektuplar var. Annem onların hepsini saklamış. Annem o sakladığı mektupları bir torbanın içinde bana verdi. Onlardan bir seçme yaptım. Yine 12 yıl önce bir kitap olarak yayınlandı. Burayı anlattığım kitaplarımdan birisiyle ilgili bir senaryo çalışması yapıyoruz. Belki bir film veya Netflix dizisi gibi olabilir. 

"Sigarayı bile bir işkence aracına dönüştürmüşlerdi"

Pek çok kişi işkence gördü o cezaevindi. Onlara ve çektiklerine ilişkin neler söylersiniz? 

O hücrede Mehdi Zana ve Urfalı Süleyman Gülyeli ile birlikte kaldık. O hücrenin bende kalan en önemli hatırası sigarayı orada bırakmış olmamdı. Çünkü sigara orada silah olarak kullanılıyordu. Bir işkence aracına dönüşmüştü. Arada bir veriyor, bir vermiyorlardı. Bazen gardiyanların potinleriyle ezdiği artıkları toplayarak sigara içiyorduk. Bir de birlikte kaldığım arkadaşlarım astım hastasıydı. Sigara içmem onlara çok zarar veriyordu. Bu nedenle sigarayı hücrede bıraktım. 1980'de tam bir tecrit vardı. Çünkü direniş söz konusuydu. Ancak direniş sırasında daha kalabalıktı oralar. Başkaları geldikçe baskı da artıyordu. Gelen grupta Gülşen Aslan vardı. Aynı hücrede kaldığımız Türkiye solundan arkadaşlar vardı. Daha sonra 2 kişinin kalabileceği hücrede 10-12 kişiyi bazen daha fazla kaldığımız oluyordu. Sürekli cesaretimizi ve direnme gücümüzü ölçmeye çalışıyorlardı. Dün o hücre demirlerini tutarken Abdullah Yüzbaşı'nın yanımıza gelerek böyle tepeden bakıp, cesaretimizi ve direnme gücümüzü anlamaya çalışan tavırları aklıma geldi. 

"Yaşadığım hüznü tarif etmek o kadar kolay değil"

Sayısız anı var. Hücreyi görünce aklımdan bir sürü şey geçti. Sosyal medya hesabımda bir paylaşımda bulundum. "Hücremi Gördüm" ifadesi güzel bir kitap ve film ismi de olur. Bu farklı zamanların karşılaştırılması üzerinden gidebilir. Tabii ki bir mutluluk da hissetmedim değil. Mutluluk da şu tabii kişisel bir şey. Oradan sağ çıkmak, Mardin halkını temsil eden bir milletvekili olarak Meclis'te görev yapmak, bu görev sırasında cezaeviyle ilgili bir araştırma komisyonunun kurulmasına hizmet etmek ve o komisyonun başkanlığını yapmak... Bütün bunlar insanı güçlü kılan şeylerdir. 25-26 yaşında girdiğim bir cezaevinden çıkıp sonra 70'ine merdiven dayamış biri olarak girdiğim hücrede yaşadığım hüznü tahrif etmek o kadar kolay değil. Ama zamanı geldiğinde bunları da yapmayı herhalde düşünmüyor da değilim. 

 

Orhan Miroğlu
Orhan Miroğlu / Fotoğraf: Twitter

 

"Müze yapılması Kürtlerin talebidir"

Orası bir hafıza müzesi olacak… İçinde nelerin olmasını istersiniz? 

Hafıza müzesinde nelerin olması gerektiğine ilişkin örnekler var. Mesela Ulucanlar Cezaevi var. Demokrasi ve Özgürlükler Adası (Yassıada) var. Orada çok güzel şeyler yapılmış. O modellerden faydalanılabilir. Ne bileyim görüş ve mahkeme anları canlandırılabilir. Onun dışında eğitim anlarına yer verilebilir. Bunlara ilişkin kısa kısa mesela videolar da çekilebilir. Bu çalışmayı yapacak çok değerli arkadaşlar bulunuyor. Kültür Bakanlığı bu konuda gerçekten çok iyi. Sinop şimdi tamamlanmak üzere biliyorsun. Sinop Cezaevi'ni de Kültür Bakanlığı'nın bir deneyimi oldu. Dolayısıyla burada da cezaevinin bir bölümünün bir hafıza müzesi olarak düzenlenmesi tabii ki buradaki mağdurların ve genel olarak yani Kürt vatandaşlarımızı bir talebidir. Kimse merak etmesin, bu talep gerçekleşir. Bu gerçekleşecek ama mesele bundan ibaret de değildir. Artık bunun fikri yapılır, tiyatrosu yapılır vesaire. Bu iş biraz daha tartışılır. 

"43 insan can verdi, akıl sağlığını yitirenler oldu"

İşkencede kullanılan araç gereçler, Esad Oktay Yıldıran ve diğer işkencecilere ilişkin unsurlar olur mu? 

Onlar olur tabii ki.  Süleymaniye'de Saddam döneminde kalan bir hapishane var. Adı Enver Süreka. 1990'dan sonra Irak ordusu, Süleymaniye'den çekildikten sonra burası bir hafıza müzesi olarak düzenlendi. Çok çok güzel bir müzesi oldu. Sadece o cezaevinde olup bitenleri değil, Halepçe katliamıyla ilgili düzenlemeleri de görebiliyoruz. Hatırladığım kadarıyla onbinlerce can parçasından oluşmuş bir koridoru vardı. Koridorun içinden geçtik. O cam parçaları parlıyor. Onlar öldürülen insanları hatırlatıyor herkese. Burada tabii çok şükür böyle büyük bir şeyler yaşanmadı. Enfal katliamına ona benzetmek de yanlış. Ama burada da kabul etmek lazım ki 1988'e kadar çok şey yaşandı. 34 insan hayatını kaybetti. 9 insan nakil sırasında yaşamını yitirdi. Toplamda 43 insan can verdi. İşkence görenlerden akıl sağlığını yitirenler oldu. Sağlığı büyük oranda bozulmuş olanlar var. Mağduriyetler belki kısmen de olsa sürüyor. Yani bunlar tabii ileri dönemlerde konuşulacak.

"Cezaevindeki uygulamalar, PKK'yi büyüttü"

Çok büyük acıların yaşandığı Diyarbakır Cezaevi, dağa gitmelerin hızlanmasına da yol açtı mı?

Diyarbakır Cezaevi birçok kötülüğe açılan kapı oldu. Cezaevindeki uygulamalar, PKK'yi büyüttü. Abdullah Öcalan da zamanında açıkça ifade etti bunu. Ve burada bir taammüt (bir işi ya da suçu bilerek, tasarlayarak yapma, işleme) vardı. Bu taammüt bana kalırsa bir devlet taammüdüydü. Ya da devlet içerisindeki etkin bir grubun stratejisiydi. Bu strateji de başarıyla yürüdü. Başarıyla yürümese biz hala 12 Eylül Anayasası'yla idare edilen bir ülke olmazdık. Başarıyla yürümezse bugün hala askerlerimizin, polislerimizin, sivil insanlarımızın ve Kürt gençlerimizin hayatlarını sona erdiren bir çatışmanın bu ülkede yaşanmazdı. 

Mesela faili meçhul cinayetler diyoruz. Bu cezaevinde 500 tane samimi itirafçı yetiştirildi. Bu 500 samimi itirafçı, o dönemin istihbarat örgütleri arasında adeta paylaşıldı. Bir kısmını şu örgüt aldı. Bir kısmını diğer örgüt aldı. Maalesef bunlar faili meçhul cinayetlerde kullanıldılar. Bir kısmının da yine kendilerinin faili meçhule gittiği bilgilerimiz arasında. Dolayısıyla burası gerçekten Türkiye tarihini bu yönüyle bir dönüm noktası olmuştur. Ve bu dönüm noktasının içinde sağ salim çıkmak akıl yürütebilmek, siyasi alanda işte belki bazılarının beğenmediği ama benim içime çok sinen bir pozisyon almak kişisel hayatlar bakımından çok değerlidir.

"Burası sıradan bir cezaevi değil"

Sizin tabirinizle "birçok kötülüğün kapısını açan o kapının kapanmasına" toplumun sevinmesi gerektiğini ifade ediyorsunuz? 

Ben tabii ki seviniyorum. Ama bu yüzleşme Diyarbakır Cezaevi'nin bir hafıza müzesi getirilmesiyle tamamlanacak bir şey değil. Aydınlarımız, medya mensuplarımız yani bunun siyasi sonuçlarını konuşmalı. Biz bugün bir film projesi yapıyoruz. Bir hafta senarist arkadaşımızla çalıştım. Dedim ki 'Diyarbakır Cezaevi'ni bir merkez olarak kullanalım ve canlandırmaları ona göre yapalım. Bir mahkum ya da bir aydın, hikayenin anlatıcısı olsun. Gelsin bir kapıyı açsın. O kapı mesela 1990'lı yıllara açılsın. Gelsin bir başkası başka bir kapıyı açsın. O kapı ne bileyim işte 15 Temmuz'a açılsın. Başka bir kapı da ne bileyim ‘Çözüm Süreci'ne ve sonrasında yaşananlara açılsın. Çünkü dön dolaş ne anlatmak istesek isteyelim veya ne anlamak istersek anlayalım, son 50 yılında Türkiye'nin bu cezaevi son derece önemli bir yere oturuyor. Burası sıradan bir cezaevi değil. Türkiye bu cezaevinin siyasi sonuçlarını konuşmalı. Bu cezaevi hakkında yapılmış bir test çalışması yok. Böyle bir cezaevi dünyanın her yerinde olsaydı, onlarca, yüzlerce teze kaynaklık yapardı. Yazılabilmiş doğru dürüst bir romanımız yok. Rahmetli Yaşar ağabey, (Yaşar Kemal) çok sevmişti. 'Dijwar, başvuru kitabımındır' derdi. Bana 'Miroğlu siyaseti bırak, roman yaz. Sende hikaye çok derdi' diye tavsiyede bulunurdu. Evet bende hikaye çok. Sadece bende değil. Orayı yaşamış herkeste hikaye çok. Çünkü orası Türkiye'nin son ne bileyim 40-50 yılına ait çok hikayelerini barındırdı. Bunların bir şekilde paylaşılması, toplumu rahatlatır. Bu gerilimden şu ya da bu şekilde uzaklaşırız. Ve bunun Türkiye'de barış içinde bir arada yaşamaya çok büyük katkısı olur.

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU