Tarih ezeli bir tekerrürdür: Türk-Yunan savaşları (1)

Ömer Seyfettin'in tanımlamasıyla "tarih ezeli bir tekerrür" olarak karşımıza çıkıyor. Aradan sadece bir asır geçmiş olmasına rağmen, iki taraf da yaşadıkları acıları çabuk unutmuşa benziyor

Adaların silahlandırılması sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan sert bir açıklama yaparak bir asır evvel meydana gelen faciaları hatırlattı ve Yunan tarafını uyardı.

Komşumuz Yunanistan ile 1897, 1912 ve 1919'da şedit savaşlar gerçekleştirdik.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Ömer Seyfettin'in tanımlamasıyla "tarih ezeli bir tekerrür" olarak karşımıza çıkıyor.

Aradan sadece bir asır geçmiş olmasına rağmen, iki taraf da yaşadıkları acıları çabuk unutmuşa benziyor.

Eskiler, "Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür" demişeler, o yüzden hatırlatmakta fayda var.
 

1897 Teselya Savaşı

1877-78 Rus Harbi sonrası; Teselya ve Epir bölgesinin bir kısmı Yunanlılara Berlin Antlaşması ile bırakılmıştı.

Oysa Yunan tarafı Yanya ve Girit'in de kendisine verilmesi adına girişimlere başlamıştı.

Bölgede çıkardığı isyanlar sonrası Türk askerinin müdahalesini Avrupa kamuoyunda lehine kullanan Yunanistan, Osmanlı'yı savaşa çekmek adına büyük bir gayret gösterir.

1830'da bağımsız olan Yunanistan, Megali İdea adını verdiği planı çerçevesinde Girit başta olmak üzere, Osmanlı adalarını ele geçirmeyi hedeflediğini kamuoyundan gizlemiyordu.

1864 yılında İngilizlerin Ege'de bulunan yedi adayı Yunanlılara vermesi gerilimin daha da tırmanmasına neden oldu.

Girit'te Yunanlıların tahrikleri ile başlayan isyan sonrası korsan bir hükümet kuran Yunanlılar, 1866 yılında Girit'in Osmanlı'dan ayrıldığını ilan etti.

Oysa İngilizler, bunu çıkarları için henüz erken bir karar olarak görerek adanın Osmanlı'da kalmasına izin vermişti. 


1878 yılında Osmanlı'nın Ruslar karşısında aldığı ağır mağlubiyetten cesaret alan Yunan tarafı 1885 yılında Osmanlı sınırlarına ansızın ve hiçbir somut neden olmaksızın bir işgal akını başlattı.

Ahmet Eyüp Paşa'nın cesur müdafaası Yunan kuvvetlerini püskürttü. Bu sınır tecavüzü kabul edilebilir bir durum değildi. 

Oysa bu saldırı göstermişti ki Yunanlıların hedefi yalnızca Girit, Yanya ve Teselya değildi; Rumeli'de bulunan tüm Osmanlı toprakları Yunanlıların hedefleri arasındaydı.

Sultan Abdülhamid, savaşın getireceği yıkımların farkındaydı. Ordunun ve gizli cemiyetlerin savaş naralarına rağmen meseleyi sulh yoluyla çözmenin yollarını arıyordu.

1888 yılında meydana gelen Girit İsyanı sonrası Girit Meclisi'nin yetkilerini artırır ve bölgeye Hıristiyan bir vali atar.

Sultanın bütün amacı olayları yatıştırmak ve Rus harbi sonrası büyük yaralar alan devletin toparlanması için zaman kazanmaya çalışmaktı. 


Yunanlıların bölgeyi ilhak edeceği haberleri sonrası, Sultan Abdülhamid donanmayı 1897 yılında Girit'e gönderir.

Yunanlılar, özel eğitimli birlikleri adaya çıkartmayı başararak bölgenin ilhak edildiğini ilan eder.

Dikkatleri adadan uzaklaştırmak adına Teselya bölgesindeki Etniki Eterya milisleri büyük çaplı bir isyan başlatır. 

Sultan Abdülhamid, artık savaştan kaçmanın bir yolu kalmadığını anladı ve 5 Nisan 1897 yılında seferberlik ilan ederek Yunanistan'a savaş açtı. 

Tam bu noktada Yunanlıların hiç beklemediği bir gelişme yaşandı. İngiltere ve Fransa bu savaşta tarafsız kalacağını ilan etti.

Artık Türk ordusu ve Yunan birlikleri baş başaydı. Türk ordusunun başında Müşir Edhem Paşa ve Yunan birliklerinin komutasında General Kostantin bulunuyordu.
 

müşir edhem paşa.png
Müşir Edhem Paşa

 

Osmanlı ordusu sadece bir gün gibi kısa bir sürede Milona'yı almayı başardı. Hemen arkasında Yenişehir'de konuşlanan Yunan ordusuna saldıran Türk birlikleri büyük bir zafer elde etti.

Tüm bu gelişmeler sonrası Yunan birlikleri Vardar'a kadar çekilmek zorunda kaldı. Osmanlı ordusu yönünü Yunanistan içlerine çevirerek büyük zaferler elde ederek hızla ilerlemeye başladı.

İki ordu 15 Mayıs 1897 tarihinde bu kez Dömeke'de karşı karşıya geldi. Osmanlı ordusu burada cereyan eden meydan muharebesinde büyük bir zafer elde etti.

Artık Türk ordusu ile Atina arasında Türk ilerleyişini engelleyecek hiçbir kuvvet kalmamıştı. Girit'i almaya çalışan Yunanlılar başkentlerini kaybetmenin eşiğine gelmişti.

Şüphesiz bu zaferde Sultan Abdülhamid'in tizreftar davranmamasının büyük payı vardı.
 

Abdülhamid.jpg
Sultan II. Abdülhamid

 

Yunanlıların şımarık hamlelerine son dakikaya kadar sabreden Sultan, şartlar olgunlaştıktan sonra ordulara harekât emri vermişti.

Yunanlıların aksine savaşa davul zurna ile gidilmeyeceğini bilen Abdülhamid, sabrının meyvesini toplamıştı. 

Savaşta cephede kazanan Türk ordusu, masa başında kaybedecekti. Savaş, Girit Adası uğuna başlamıştı; ama İstanbul Konferansından çıkan karar sonrası Girit Adası, elden çıkmıştı. 

Birçok aydın ve şair bu savaş sırasında Sultan Abdülhamid karşıtlığını bir kenara bırakarak olayın sosyolojisini anlamamızı sağlayacak eserler kaleme alır.

Menemenli Tahir, Osmanlı'nın savaş gibi bir niyeti olmadığını dizelerine aktarır:

Kan dökmeye yoktu bizde niyet
Kan döktü fakat adi nihayet

Harp eyledi işte mülkü verdi 
Harp eylemede bizle neydi derdi


Sultan Abdülhamid karşıtlığı ile bilinen Tevfik Fikret, Peyami Safa'nın da aynı zamanda babası olan İsmail Safa ile beraber kaleme aldığı "Teşyiden Avdette" şiirinde Türk ordusunun zaferini şöyle nakleder:

Tüfek, top, süngü birden, bir uğurdan hamle-i fermandır
Çemenler işte mevc-i hun-i düşmanla muterradır


Türk-Yunan Savaşlarında beklenmeyen gelişme

İtalyanlar 1861 yılında siyasi birlikteliklerini tamamlamayı başardı, fütürist bir yaklaşımla güce tapan bir millet oluşturmuşlardı.

Sürekli ilerlemeyi ve yayılmayı büyük Roma hayali ile birleştiren bu yeni ulusun büyük pastadan pay kapmak için gözüne kestirdiği yer Osmanlı'nın Afrika'daki son vatan toprağı olan Trablusgarp'tı. 

İtalyanlar yardımsever bir kisve ile sızdıkları Libya'yı ekonomik anlamda desteklemek ve kalkındırmak için yoğun bir yatırım faaliyetine girişmişti.

Banca di Roma, Trablusgarp bölgesinde sayısız emlak satın almış, İtalyanların buraya ticari kaygılarla yoğun bir biçimde gelmelerini sağlamıştı.

Özellikle İtalya ve Trablusgarp arasında başlatılan vapur seferleri iki bölge arasındaki yoğun ticari ilişkiyi daha da güçlendirmişti.

Ticari ilişkiler kültürel sahaya taşınarak birçok İtalyan okulunun açılması Trablusgarp ve İtalya arasında daha da hassas bir ilişki kurulmasını sağladı. 

İstanbul hükümeti başlangıçta İtalyanların bu teşebbüslerini iyi niyetli faaliyetler olarak okumayı tercih etti.

İtalya ise her geçen gün Trablusgarp üzerinde yeni haklar elde ediyor, Osmanlı toprağı olan bölgeyi kendisine ait özerk bir yapıymış gibi davranıyordu.

İtalyanların ise siyaseten dikkat ettiği tek husus diğer Avrupalı devletleri kızdırmamaya ve gücendirmemeye dikkat etmekti. 


İkinci Meşrutiyet İtalyanlara Trablusgarp kapılarını açıyor

1908 yılında Makedonya bölgesinde dağa çıkan bir grup genç Osmanlı subayı Sultan Abdülhamid'e meclisi tekrar açarak meşruti sisteme fiilen geçilmesi için yoğun bir baskı uyguluyordu.

Güçlü bir istihbarat ağı oluşturarak devletin siyasi gücünü en ücra noktalara kadar ulaştırmayı başaran Sultan İkinci Abdülhamid, kendi subayları arasında meydana gelen örgütlenmenin sınırlarını fark etme konusunda gecikti.

Bölgeye gönderdiği üst düzey yetkililerin öldürülmesi veya kaçırılması bu küçük isyanın ülkenin dört bir yanından destek bulmasına neden oldu.


Genç bir subay olan Enver Bey, Selanik'ten İstanbul'a gönderdiği telgrafta tek taraflı olarak Meşrutiyet ilan ettiğini İstanbul'a bildirdi.

Bu telgraf, yurdun dört bir yanından gelen başka telgraflarla destek buldu. Sultan Abdülhamid örgütlü ve organize bir yapı ile karşı karşıya olduğunu anladığında iş işten çoktan geçmişti.

Sultan Abdülhamid devletin daha büyük bir zayiata uğramaması ve karışıklığın bir an önce son bulması için isyancı genç subayların meşrutiyet taleplerini kabul ettiğini bildirdi. 

Osmanlı başkentinde yaşanan bu hareketli gelişmeleri yakından takip eden bir odak daha vardı.

O da Trablusgarp bölgesinde oluşturduğu iktisadi ve kültürel hegemonya ile bölgeyi arka bahçesi olarak gören İtalyanlardı.

Bu gelişmelerden sonra İtalyanlar Trablusgarp üzerindeki baskı ve gücünü artırarak İstanbul ile olan ilişkileri iyice zayıflatmak adına harekete geçtiler.

Fakat bölgede hala çekindikleri güç tam anlamıyla Osmanlılar değil, Fransızlardı. Bu sebeple İtalyanlar Fransız yönetimi olan Fas bölgesine bir savaş gemisi gönderdi.

1911 Agadir krizi olarak nitelendirilen bu hareketle İtalyanlar aslında Fransızların tepkisini ölçmeye çalışıyordu.

Fransızlar ellerindeki bölgeleri riske atmak yerine İtalyanların Trablusgarp üzerindeki siyasi emellere karışmamayı tercih etti. Artık İtalyanların Trablusgarp hayali arasında yalnızca Osmanlılar kalmıştı.


1908 yılında ilan edilen Meşrutiyetten sonra kendi iç siyasetindeki sorunları bir türlü aşamamış Osmanlı Devleti'nde meclis ve Bab-ı Ali sürekli olarak bir gerilim halindeydi.

Kendi iç sorunlarıyla uğraşan hükümet bu sebeple Agadir krizini doğru okuyamamıştı.

İngilizlerin de İtalyanların Trablusgarp üzerindeki haklarını meşru gören bir açıklama yapmasından sonra işgal hazırlıklarına başlayan İtalyanlar için yalnızca bir sebep bulmak gerekiyordu.

Bu konuda ciddi bir gerekçe üretilemeyince Osmanlı Devleti'ne Trablusgarp'ta yaşayan İtalyanların kötü muameleye uğradığını iddia eden sert bir nota verildi.


Trablusgarp'ın sembolik anlamı

1911 yılı Ekim ayı ortalarında Osmanlı idarecileri İtalyanların Trablusgarp'ı işgal etmeye hazırlandığını ancak idrak etti.

Fakat nasıl bir tepki verileceği konusunda ciddi bir kafa karışıklığı söz konusuydu.

Bölge Afrika'daki son vatan toprağıydı; ama daha önemlisi Arap coğrafyası başta olmak üzere birçok halk Osmanlı idaresinin bir vatan toprağını kolayca terk etmesini müspet karşılamayacaktı. 

Meclis çoğunluğunu elinde bulunduran İttihat ve Terakki Partisi'nin genç subayları da anti-emperyalist tutumlarıyla bu sömürgeci devletine karşı sert muhalefet içindeydi.

Hükümet İtalyanlara karşı koyabilecek bir askeri güç ve ekonominin mümkün olmadığını biliyordu.

Fakat bir grup gönüllü subayın İtalyanlara karşı gayrinizami harp teklifini Genelkurmay Başkanlığı kabul etti.

Bu subaylar içinde Enver Paşa, Mustafa Kemal, Süleyman Askeri, Kuşçubaşı Eşref, Halil Bey, Fethi Bey gibi ileride Türki siyasal hayatında önemli işlere imza atacak genç isimler vardı.

Molla, tüccar ve öğretmen kılıklarında bu isimler İngiliz idaresi altındaki Mısır ve Fransız idaresindeki Fas yolunu kullanarak bölgeye geçiş yapmaya başladı.

Bu gençlerin içinde Enver, Süleyman Askeri ve Kuşçubaşı Eşref'in en önemli özelliği gerilla tarzı çatışma ve baskın yapma konusunda sahip oldukları tecrübelerdi; Enver Paşa, Selanik bölgesinde dağlarda önce çeteleri kovalamış, sonra bizzat kendisi bir isyancı olarak dağa çıkmıştı.
 

enver.jpg
Enver Paşa

 

Kuşçubaşı Eşref ise özellikle Hicaz bölgesinde uzun yıllar eşkıyalık yapmış; ancak Sultan Abdülhamid'in kendisini affettiğini bildiren irade-i seniyye ile Bursa'da bir çiftliğe yerleştirilebilmişti.

Bu iki isim İtalyanlara karşı girişilecek çatışmalarda belirleyici olacaktı. Hatta bilhassa Kuşçubaşı Eşref'in geliştirdiği baskın yöntemleri ilerleyen yıllarda Ömer Muhtar isyanında da yoğun bir biçimde kullanılacaktı.

Enver Paşa bölgedeki durumu 9 Ocak 1912 yılında yazacağı mektupta şöyle anlatacaktır:

Yeniden İtalyan toplarının gümbürtüsünü duyuyorum. Gördükleri her gölgeye, her Araba gelişigüzel ateş açıyorlar. Böylelikle Araplarımın başlangıçta korktukları bu zararsız topların gürültüsüne alışmalarına yardımcı oluyorlar. İtalyan askerler korkak ve savaşmak istemiyorlar ve ben kendini feda eden bu zabitlere hayranlık duyuyorum.

Topçu kuvvetleri ve piyadeler son savaşta düşmanın kararsızlığını fark ettiler. Muhafız bölüklerini bir gönderiyor, bir geri çekiyorlar. Onları tel örgüyle çevrili siperlerinden çıkmaya ittik. Bize 2 mitralyöz, 30.000 mermi, 250 tüfek ve 25 kasa havan topu mermisiyle 2 top ve 10 katır bıraktılar. Bu 10 katıra mitralyözler için ihtiyacım vardı doğrusu. 15 ölü verdik, 20 de yaralı var.


İtalyanlar tatile gelmişti karşılarında cihad için gelmiş Senusileri buldular

İtalyanlar gerekli koşullar sağlanıp da bölgeyi işgal etmeye karar verdiğinde herhangi bir zorlukla karşılaşacağını düşünmemişti.

Bu yüzden ilk etapta yapılan askeri çıkarmalar tören havası içinde bir şov şeklini almıştı. Gönderilen zırhlı birlikler ve askeri taburlar bir zorluk beklenmeyecek şekilde seçilmişti.

Trablusgarp içlerine doğru ilerleme başladığında İtalyan askerleri karşılarında Türk subaylarının emri altında örgütlenmiş yerel halkın sert direnişini buldu.

Yerel mücadelede Osmanlı'nın yanında yer alan Senusiler İtalyanların aksine direnişi yalnızca bir vatan savunması olarak değil, ayrıca dini bir mücadele olarak görüyordu.

Bu yüzden Trablusgarp isteksiz askerlerden oluşan bir işgal gücüne karşı kutsal bir savaş veren birliklerin mücadele sahasına dönüştü.

Ayrıca direnişte Şeyh Salih Tunusi ve Cezayirli Emir Ali Paşa gibi isimlerin bulunması Trablusgarp direnişinin Cezayir ve Tunus gibi bölgelerde de heyecan duyulmasına sebep oldu.

Trablusgarp cephesi Irak'tan Sudan'a Cezayir'den Tunus'a ve Anadolu'ya kadar uzanan bir bölgeden gelen gönüllü askerlerin mücadelesine sahne oluyordu.

Hatta Sudan'dan gelen Musa isimli siyahi bir gönüllü savaşta öylesine yararlılık göstermişti ki Milli Cephe komutanı Kuşçubaşı Eşref bu ismi emir eri olarak yanına alacaktı.


Direnişçiler karşı saldırıya geçiyor

İtalyanlar yaklaşık 34 bin kişilik bir kuvvetle Trablusgarp içlerinde ilerleyişine başladı.

Senusi liderlerinden Ahmet Şerif'in başını çektiği kuvvetler kısa sürede Enver Bey'in komutasında on binlerce kişiye ulaştı.

İtalyanlar Bingazi banliyölerinde kontrolü sağlamakta zorlanırken Derne'de Kuşçubaşı Eşref'in komutanlığındaki birlikler işgal ordularının ilerleyişini durdurmuştu.

Büyük bir şok yaşayan düşmanın kendisine gelmesini beklemek istemeyen Enver Paşa 11 ve 12 Şubat 1912 yılında Derne Vadisi ve Bingazi'nin düşmandan kurtarılması için saldırı emri verdi.

İtalyanlar, büyük zayiatlar verdiği bu saldırıları çok zor da olsa durdurmayı başarmıştı; ama Derne vadisi ve Bingazi'de saplanıp kalmıştılar.

Ayrıca gece baskınlarında İtalyanlara büyük kayıplar veriliyor, İtalyan ordusu büyük bir kibirle girdiği Trablusgarp'ta hareket edemez hale getirilmişti.


İtalya Trablusgarp stratejisini değiştiriyor

İtalyanlar ilk şoku atlattıktan sonra Trablusgarp komutanı General Caneva'yı görevden aldı. Fakat bu da İtalyan ordusunun durumunu değiştirmedi; ama savaş bölgesinden çok uzakta yaşanan gelişmeler direnişin kaderini değiştirecekti.

İtalyanlar İstanbul'u işgal etmek tehdidiyle bölgeye savaş gemileri göndermiş ve On İki Ada'yı işgal etmişti.

Balkanlar'da patlak verecek bir savaştan çekinen Osmanlı hükümeti İtalyanlarla 18 Ekim 1912 yılında Uşi Antlaşmasını imzaladı.

Buna göre İtalyanlar On İki Ada'dan çekilecek ve Osmanlı Sultan'ı Trablusgarp'ta halife olarak tanınacaktı. Osmanlı'da buna karşılık bölgedeki subaylarını geri çağıracaktı.

Osmanlı askerleri geri çekilmişti; ama bu subaylar ve Senusi lider Ahmed Şerif'in başlattığı direniş yalnızca Trablusgarp'ta değil; 700 kilometrelik bir alanda Tunus'tan Libya'ya kadar güçlü bir direniş hattı oluşturmuştu.

Bu hat, 1914 yılında başlayacak Birinci Dünya Savaşında çok daha güçlü bir direnişe sahne olacaktı. Yani Uşi Antlaşması ile sanıldığının aksine direnişi Osmanlı için bitmemişti.
 

ahmed eşşerif.jpg
Senusi lider Ahmed Şerif

 

Aksine Ahmed Şerif öncülüğünde bu direniş büyüyecek hatta İngilizlere karşı Mısır üzerine dahi büyük bir harekât başlatacaktı. 

Direnişi merkezden gelen emirle terk etmek zorunda kalan Enver Paşa bir mektubunda şunları söylecekti:

Harbiye Nazırı'ndan düşmanlığa son vermemi emreden ve bana Sultan'ın anlaşmayı imzaladığını bildiren bir telgraf geldi. Düşüncelerimi tahmin edersiniz. Bir an ne yaptığımızı düşünün Kadınlarıyla, çocuklarıyla bir yıl boyunca başarıyla savaşmış olan bu yiğit insanları düşmanın kollarına bırakıyoruz.

Onlara anavatanın yardıma geleceğine dair söz verip, savaşmayı öğütleyen ben, şimdi tarif edilmez zorluklar içine dalıyorum. Bu memleketi terk edecek durumda değilim ye memleketimin öbür yarısının bana ihtiyacı var. Burada iyi çalıştık, ama yeni iktidar partisi her şeyi ezdi. Böylece utanç verici bir sulhu kabul ettik.


Trablusgarp Cephesi Anadolu, Libya, Fas, Cezayir ve Mısırlı Müslümanlara işgalci güçlere karşı direnmeyi öğreten bir mektep olarak tarihe geçecekti.

Oysa bu savaşın asıl yıkımı 1912 yılında patlak verecek olan Balkan Savaşlarını tetiklemesi olacaktı.

Türk-Yunan gerilimindeki tarihi noktalardan birisi olan ve Türk devleti açısından büyük bir yıkıma neden olan bu savaşın ayrıntıları ise sonraki dosyamızın konusu olacak.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU