Çete beşten büyüktür!

Hakan Gülseven Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Twitter

Buradaki yazılara başlayalı neredeyse üç sene olacak. Türkiye'nin kaçınılmaz olarak iktisadi bir felakete ve çöküşe sürüklendiğini, Türkiye'nin dünya ülkeleri arasında birkaç küme birden düşeceğini, toplumsal standardımızın Bangladeş seviyesine doğru gerilemekte olduğunu, açlıkla sınanacağımızı yazdım durdum.

Arkadaşlarımdan da, okurlardan da zaman zaman, "O kadar da abartma" diye tepkiler aldım. Şimdi o günleri yaşıyoruz...

Peki, nasıl yaşıyoruz?

Bugün size önce kendimden bahsedeceğim. 18 yaşında Ayvalık'ta bir otelde işçi olarak sigortalı çalışmaya başladım. Sonra başka bir otelde çalıştım.

Öğrencilikte ve sonrasında dönem dönem sigortasız işlerde çalıştım. Boya, alçıpan işlerinden çevirmenliğe kadar türlü iş.

Sonra Radikal gazetesinde işe başladım. Neredeyse dokuz yıl...

Başlarda maaşımız iyi sayılırdı. Sonra krizler patronlara medyada ucuz emek kullanımı için bir fırsat yarattı. Maaşlarımız giderek geriledi.

Daha da acayibini sonradan öğrendim. Patronumuz Aydın Doğan bizim maaşların üçte birini gerçek maaşımız olarak gösterirken, üçte ikisini 'telif' diye yatırırmış. Vergiden 'tasarruf'!

İnsan bunu emekli olup emekli maaşıyla baş başa kaldığında, yani hiç de hoş olmayan o 'sürpriz'le karşılaştığında anlıyor!..

Radikal'in sonrasında LeMan Dergisi, Dem TV ve Yurt gazetesinde çalıştım.

Emekli olduğum esnada, Yurt gazetesinin sorumlu yazıişleri müdürüydüm.

Berkin Elvan komadayken, yani yasal olarak hâlâ hayatta olduğu dönemde, 18 yaşından küçük kişinin haberlerde adı açık yazıldığı için gazeteye cezalar gelmişti.

Gazete patronu bunları ödememiş, bütün cezalar benim üzerime kalmıştı. Bu yüzden iki defa hapse girdim. Ancak bir kısmını ödeyebildik, şimdi faiz bine bine 200 bin liraya doğru ilerliyor borç.

Aslında yine hapse atılmam ve günlüğü 20 lira karşılığı hapis yatmam gerekiyor ama devletimiz hapiste fazla gazeteci bulundurmak istemediğinden olsa gerek, adli para cezalarıma 'vergi borcu' muamelesi yapıyor.

Param, malım, mülküm olsa el koyacaklar. Allah'tan emekli maaşına el konulmuyor!

Evet, yıllarca çalıştıktan sonra emekliliğe hak kazandım ve emekli oldum. 2 bin 823 lira 51 kuruş emekli maaşım var.

Anlayacağınız, emekli maaşıma hiç dokunmasam ve hepsini devlete versem, 10 yıl kadar sonra gazetecilikten dolayı üzerime kalan cezalar ve faizleri ancak ödenmiş olur.

Ha, tabii bu arada, devlete bir şekilde borçlandırılmışsanız 'Nas' falan olmuyor. Misal, büyük holdinglerin milyarları bulan vergi borçlarını bir çırpıda sıfırlayan devlet, iş 'normal' vatandaşa gelince bal gibi "faiz yemektedir".

Milyonlarca kişi devlete vergi ve türlü cezalar üzerinden borçlandırılmıştır...

Borç faslı böyle...


Peki, gelelim benim emekli maaşına... Bırakın bir aileyi, bir insan 2 bin 823 lira 51 kuruş gelirle nasıl yaşar?

Bakın, hani Avrupa'da kıtlık var, bizden perişan haldeler ya, Avrupalı bir markanın Vietnam'da ürettirdiği ve bizim memlekette sattığı iyi bir spor ayakkabısı benim maaşa denk.

Hatta modellerden daha pahalı olanı alabilmek için öbür ayı beklemem gerekir.

İki evladı alıp, hele şöyle lüks bir otelin iftar mönüsünü tadalım bakalım desem onlar yer, ben bakarım.

Aylık 2 bin 823 lira 51 kuruş aylık geliri olan bir insan sağlıklı bir evde oturup, beslenip, giyinemez.

Asgari ücret de öyle. Bir aile asgari ücretle geçinemez.

Milyonlarca işsiz gencin yükünü bu gelirlere sahip aileler çekemez.

Bu ülkede milyonlarca insan tam da bu nedenle sefil ve aç yaşamaktadır.

İnsanlık onurundan her geçen gün uzaklaşarak, kuyruklarda bekleşerek, icabında dilenerek ömür dolduran milyonlardan söz ediyorum...

Birbirini dolandırarak, borç takarak, akla gelmeyecek düşkünlüklere tenezzül ederek yaşayan milyonlar...

Hırsızlık yapan, köşe başlarında torba tutan mahalle delikanlıları... Fuhşa sürüklenen gencecik kadınlar...

Mesela siz üç aylık bebeğini sokağa terk edip fuhuş yapan 20 yaşındaki Ebru'da "vicdansız bir anne" mi görüyorsunuz?

Ben 17 yaşında imam nikahıyla evlendirilmiş, hemen çocuk doğurmuş, eziyet görmüş, ayrılmış, sığınma evinde kalmış, süresi dolunca kapı önüne konmuş, ailesinin evine döndüğünde tekrar evlendirilmek istenmiş, kaçmış ve fuhuştan başka hiçbir yaşama koşulu bırakılmamış, tekrardan hamile kalmış ve doğurmuş ve tüm bunlar olurken hayatının ancak iki yılını reşit geçirmiş bir genç kadın görüyorum.

Sokaklarda o biçare Ebru'dan o kadar çok görüyorum ki...

Sokaklar bu haldeyken, milyonları biraz ferahlatabilecek tedbirler almak yerine ucuzca enflasyon rakamlarıyla oynayıp cebimizdeki paranın geri kalanına da göz diken iktidar, o paralarla saray ziyafetleri düzenlemektedir.

Gözümüzün önünde milyarlarca liralık ihaleleri adrese teslim alarak ve hiç kuşkusuz o ihaleleri birileriyle bölüşerek AKP iktidarı boyunca inanılmaz servetler biriktirmiş, bu servetleri yurt dışına uçurmuş müteahhitlere garanti ödemeler sürmekte, yeni ihaleler yaratılmakta, dış borçlara dünyanın en yüksek faizleri çatır çatır ödenmekte, milyonluk makam araçları, duble maaşlar, icat edilmiş devlet gezileri, harcırahlar havada uçuşmakta, bu fukara millet her gün biraz daha sefalete sürüklenmektedir...

Sonra?

Sonrası, "Beşli Çete lafını kullanmayın"...

Sebep? Müteahhitler incinir mi?

Yazık onlara!

Öte yandan, kendi adıma 'Beşli Çete' lafını kullanmıyorum. Doğru bir tabir değil.

Zira 'Çete' beşten büyüktür!

Ve o büyük çetenin günahı da vebali de her geçen gün büyümektedir.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU