İran, Çin ile 'kağıt üzerinde' ittifak yaparak yaptırımlardan kaçmaya çalışıyor!

İki ülke neden yeni bir anlaşmayı duyurmak için bu anı seçti?

Fotoğraf: Twitter

İran ile Çin arasında 27 Mart'ta imzalanan stratejik iş birliği anlaşmasından söz ediliyor.

Peki, bu anlaşma hakkında ne biliyoruz? Aslında çok şey değil.

Çünkü anlaşmanın içeriği gizli tutuldu. Ancak anlaşma ile ilgili bir taslak metin İran basınına sızdırıldı.

Taslağa göre anlaşma iletişim ve elektronik aletleri geliştirme gibi ekonomi ile ilgili meselelerde ve İran'ın Cask ve Şabahar gibi sanayi bölgelerine Çin tarafından yatırım yapılması konusunda işbirliği yapılmasını öngörüyor.

Ayrıca Pekin'i İran petrolünün en önemli ve en iyi müşterisi olarak kabul ediyor ve İran'ın Çinli alıcıları cezbetmek için petrol fiyatlarında dikkate değer indirimler yapmaya hazır olduğunu belirtiyor.

Taslak metin, anlaşma kapsamında askeri ve savunma alanlarında işbirliği yapılmasına, askeri sanayiler için ortak komiteler kurulmasına, teknoloji geliştirme konusunda karşılıklı bilgi paylaşılmasına, ortak projeler ve tatbikatlar yapılmasına ve özellikle de terörle ilgili konularda işbirliği ve güvenlik bilgilerinin paylaşılmasına işaret ediyor.

Bununla birlikte dikkat çekici olan şey, taslak metnin İran ve Çin'in işbirliği yapabileceği konuları sıralarken, her iki taraf için de herhangi bir bağlayıcılığı içermemesi.

Bu da anlaşmanın iki ülkenin izleyebileceği yola ilişkin sadece bir metin olup anlaşma olmadığını gösteriyor.

Ayrıca bu anlaşma yeni ya da emsalsiz değil. Nitekim İran ve Çin 2016 yılında da belirsiz ve daha az katı olan bir stratejik ortaklık anlaşması imzalamıştı.

Bu ABD'nin İran'a uyguladığı yaptırımları artırmasından önce olmuştu ve İran'a mahsus bir anlaşma değildi.

Çünkü Çin Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) de dahil olmak üzere bölgedeki başka ülkelerle de bir ortaklık anlaşması imzalamıştı.


Ancak şu soruyu soranlar var: İki ülke neden yeni bir anlaşmayı duyurmak için bu anı seçti?

Çin konularında uzman olan Batılı konuşmacım ile bu konuda aramızda şöyle bir diyalog gerçekleşti:

- Çin tarafından bakarsak, çok uzun zamandan beri yani 2016 yılından beri bu anlaşmaya varmaya çalışıyor. Ancak kimse neden tam olarak şimdi yapıldığına dair net bir cevap veremez. Sadece dikkat çekici olan şey, 2015 yılında ABD Başkanı Barack Obama yönetimi İran ile Nükleer Anlaşma imzaladı. Anlaşma Eski ABD Başkanı Donald Trump yönetimi tarafından gelen sert bir tutumla sona erdi. Çin'in dış siyaseti ile ilgili gözümüze çarpan özelliklerden biri Pekin'in sürekli ABD'nin yarattığı boşluğu doldurmak için atlaması. Bunu Sri Lanka'daki iç savaş sırasında Çin'in Sri Lanka ile ilişkisinde gördük. Ayrıca 2014 Tayland darbesinden sonra Çin'in Tayland ile ilişkisinde de gördük. Yani ABD bir yeri bıraktığında Çin o yeri doldurmak için hazır oluyor.

Dolayısıyla ABD'nin Nükleer Anlaşma'dan çekilmesi, İran'ın Batı ile ilişkilerinin bozulması, yaptırımların artırılması; bunların hepsi anlaşmanın zamanlamasında rol oynadı diyebiliriz. İran'a gelecek olursak, Yaptırımların artırılmasının başında bu anlaşmanın yapılması ideal olacaktı. Bu yüzden anlaşmanın yapılması için çok zorluyordu. Ancak Çin tarafı buna henüz hazır değildi.

2018 yılında İran'ın lideri Hamaney bir açıklama yapmış ve Çin ve diğer asya devletlerinin İran'ın ideal ortakları olduğunu söyleyerek Batı'nın, ABD'nin ve hatta Avrupa Birliği'nin (AB) bile güvenilmez olduğunu ima etmişti. Bu, İran'ın ekonomik ve siyasi anlaşmalar için yüzünü Asya'ya döndüğünün apaçık bir göstergesiydi. Çin ile yapılan anlaşmanın o andan itibaren hız kazandığı düşünülüyor. O zamandan beri İranlılar Çin'in bu adımı atmasını bekliyordu.


- Peki, bunun İran'ı Nükleer Anlaşma'ya geri döndürme üzerinde ne gibi bir etkisi olur?

-Bu anlaşma, İran'ı anlaşmaya geri döndürmenin önünde bir engel olabilir. Çünkü Batı ile ilişkilerine ilişkin bazı problemleri düzeltmek için dış politikasında bir zafer kazanmayı bekliyordu. Çin'in müdahalesi İran'ın anlaşmaya geri dönmesini daha da zorlaştırabilir. Çin ile yapılan bu anlaşma Avrupa ve hatta ABD'nin İran üzerindeki etkisini bir dereceye kadar zayıflatacak. Ancak bu, Nükleer Anlaşma'nın tamamen bittiği anlamına gelmiyor. Nitekim İran'ın seçilmiş cumhurbaşkanı İbrahim Reisi bile İran'ın diğer imza atan taraflarla birlikte anlaşmaya geri dönmeyi tercih ettiğini söyledi. Ancak Çin ile yapılan anlaşma, İran'a Batı'nın baskısına boyun eğmeden hareket etme ve daha iyi şartlar elde etme fırsatı sağlıyor. Bu bağlamda anlaşma, yeni İran rejimini güçlendirecek ve onu yeni sert bir tutum benimsemeye itecektir.


- Öyleyse Çin ile yapılan anlaşma İran üzerindeki baskıyı hafifletip müzakerelerdeki konumunu güçlendirecek mi?

- İranlılar, İran'ın sıkıntı çektiği ekonomik baskıları hafifletmek istiyor. Bu, İran'ı Çin ile anlaşmaya iten ilk etken olabilir. Başkan Joe Biden yönetimi bazı yaptırımları kaldırmış olsa da, İran'ın ekonomisi hala dipte. İran yabancı yatırımcıları ülkeye çekmek ve petrolünü ihraç edecek pazarlar bulmak istiyor. Bu pazarların başında da Çin geliyor. Bu anlaşma ekonomik odaklı olsa da siyasi bir boyutu da var. İranlılar, anlaşmanın şimdiye kadar İran'ı sözlü bir şekilde desteklemekle yetinen Çin ile daha anlamlı bir ortaklığa yol açacağını umuyorlar.

Bu yüzden İran Çinli yatırımcıları çekmek için çaba sarf etti. Ancak yabancı yatırımcılar ABD yaptırımlarının yanı sıra İran'daki iç yolsuzluktan da zarar gördüler. Nitekim Uluslararası Şeffaflık Örgütü'nün (Transparency International) raporuna göre İran yolsuzluk konusunda 180 ülke arasından 138'inci sırada yer alıyor. Ayrıca hükümet tarafından ekonomiye müdahale edilmeye devam ediliyor.

Bu nedenle İranlılar, Çin ile yapılan anlaşmanın iki ülke arasındaki ilişkiyi güçlendireceğini ve sağlam bir temele oturtacağını umuyorlar. Yaptırımları genel olarak zayıflatacağını ve Çinlilerin İran'a yatırım yapmaya başlamasının diğer yatırımcılara da kapı aralayacağını düşünüyorlar.


- Peki, Çin bu anlaşma ile Ortadoğu'da ne kazanacak?

- Bu anlaşma, Çin'in bölgedeki daha kapsamlı stratejisine bakılarak değerlendirilmeli. Çin'in Ortadoğu'daki stratejisi, farklı olmakla birlikte birbiriyle ilişkili üç faktöre dayanıyor. İlk faktör enerji kaynakları ve ekonomisinin büyümesi için bunlara sürekli olarak erişiminin olması ile ilgili. Bu, Çin'in bölgedeki dış politikasının temelini oluşturuyor.

Çin'in ekonomik büyümesi ne kadar güçlüyse, Ortadoğu petrolüne erişimin önemi de bir o kadar artıyor. Çin enerji kaynaklarını çeşitlendirmeye çalıştı. Orta Asya ülkeleriyle petrol projelerinde yer aldı ve temiz enerjiye yatırım yapmaya çalıştı. Ancak ekonomisi hızla büyüdüğü için Ortadoğu petrolünden kendisini çekmesi zor.

1990'lardan önce Çin petrol ihraç ediyordu. Ancak 1990 yılı itibariyle petrol ihracatını durdurup ithalat yapmaya başladı. 2017 yılında ekonomik büyümesinin devam etmesiyle birlikte Çin, baş ham petrol ithalatçısı olarak ABD'yi geride bıraktı. Çin'in ithal ettiği petrolün yarısından fazlası Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) ülkelerinden geliyor.

Bu nedenle, petrole ve kaynaklarına erişimi korumak, Çin'in Ortadoğu'daki stratejik çıkarlarının başlıca unsuru. Bunu Çin'in Ortadoğu'daki diğer faaliyetlerinde de görebiliriz. Örneğin, Mart 2021'de Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi, Ortadoğu bölgesindeki altı ülkeyi ziyaret etmişti. Ancak bu ziyaretten önce Çin, bölge için beş maddelik bir barış planı açıkladı. 2013'te de aynı şeyi yapmıştı. Ancak barış planı asla fiiliyata dökülmedi.

Son planda dikkat çekici bulduğum nokta, diyalogun gerekliliğine ve bölgenin petrol güvenliği ve denizcilik güvenliği için güven inşa etme mekanizmasına odaklanması. Bu, Çin'in Ortadoğu'ya yönelik dış politikasında aklını meşgul eden bir mesele. İkinci faktör ise dış ticarette ve pazarlarda bir koridor sağlamakla ilgili. Bu koridor yalnızca petrol ithalatı ile ilgili değil.

Bilakis uluslararası pazarlar Çin'in özellikle Avrupa'ya ihracat yapmasını talep ediyor. Dolayısıyla küresel ticaret ve küresel ihracat, Çin büyümesinin gerekli bir unsuru haline geldi. Avrupa pazarlarına erişimi sürdürmek, Çin'in bu pazarlara erişmek için Hint Okyanusu'nu ve Süveyş Kanalı'nı geçebilmesini gerektiriyor.

Bu Çin'in ekonomik büyümesi için elzem bir şey. Bu noktada Ortadoğu, Çin ekonomisi için kritik bir rol oynuyor. Üçüncü faktör ise, Çin'in Kuşak-Yol Projesi kapsamında Ortadoğu'da çok sayıda yatırım yaptığını ve ayrıca Ortadoğu'da pek çok Çinli'nin yaşadığını ve çalıştığını gördük.

Bölgedeki Çinlilerin sayısının artmasıyla birlikte, Çin Halk Kurtuluş Ordusu (PLA) ve özellikle donanma, Çin yatırım projelerini ve bunlara dahil olan Çinli işçileri kapsayacak şekilde yurtdışındaki Çinlilerin çıkarlarını savunma sorumluluğunu üstlenmeye başladı. Bence bu üç faktörü Çin'in İran ile ilişkilerinde görebilirsiniz.


- İran'ın Arap Körfezi ülkeleriyle arasındaki düşmanca ilişkiyi göz önüne alırsanız sizce bu anlaşma Çin'in bu ülkelerle olan ilişkisini sınırlar mı?

- Çin'in Ortadoğu politikasının ana unsurlarından biri tarafsız kalmaya çalışmak ve bütün ülkelerle ilişkilerini iyi bir noktaya taşımak. Çin'in başarılı olmak için izlediği yollardan biri, siyasi sorunları çözmeye yardımcı olacağını düşündüğü ekonomik kalkınmaya odaklanmak.

Ortadoğu ülkeleriyle bu ilişkileri sürdürerek gergin bir ip üzerinde yürüyebilmek Çin ve dış politikası için zor bir iş. Ancak ekonomik meselelere odaklanma yeteneği, bazı tartışmalı konulardan uzak kalmasını sağlıyor.

Arap ülkelerinin bu anlaşmayı hoş karşılamadığı söylenebilir. Ancak anlaşmanın kısıtlayıcı ve bağlayıcı olmadığını ve çok iddialı olduğunu biliyorlar. Arap ülkeleri bu meseleyi takip ediyor ancak bunun yüzünden bir tehlike hissetmiyor. Üstelik Arap ülkelerinin Çin ile İran'dan daha fazla nüfuzu var.

Ayrıca bu ülkeler anlaşmada bazı olumlu işaretler görebilir. Yani İran, Körfez'deki petrol tankerlerinin denize açılmasına müdahale ettiğinde veya komşu ülkelerin istikrarını bozacak şeyler yaptığında, Çin İran'a baskı uygulayabilir. Anlaşma hala kağıt üzerinde ve askeri teknoloji alanında bir tür işbirliği çağrısında bulunuyor.

Bunun da takip edilmesi gerekiyor. Ancak şu anda İranlılar önemli bir unsur olarak para konusunu gözden kaçırıyorlar ki Çin cömertliği ile nam salmış bir ülke değil. Ayrıca uzmanlar 400 milyar dolarlık rakama inanmıyorlar. Nitekim Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü'ne bu rakam sorulduğunda sözcü herhangi bir açıklama yapmayı ya da rakamdan söz etmeyi reddetmişti.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Sema Sevil

Şarku'l Avsat

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU