Ya ben ya da Esad

Lübnan, hem Lübnanlıların hem de başkalarının savaşlarında öldürüldü

Kolaj: Independent Türkçe

Lübnan öldü mü? Rolünü kaybettikten sonra varoluş gerekçelerini de mi kaybetti?

Bir arada yaşamaya, dengeye ve açıklığa dayanan Lübnan'ı yeniden canlandırmak için ciddi bir fırsat var mı, yoksa kendi savaşlarının ve diğerlerinin toprakları üzerindeki savaşlarının etkilerini taşıyacak başka bir Lübnan'a doğru mu ilerliyoruz?

Öfkeli genç kadın ve erkeklerin temsil ettiği bu sıcak Lübnan kanı, erken yaşlardan itibaren kırılganlıkta profesyonelleşen bir ülke için bir yakınlık icat edebilir mi?

Lübnan evini restore etmek ve her türlü ihlallere veya intihar hayallerine sonuna kadar açık olmamasını temin ederek pencere ve kapılarına yeniden saygı duyulmasını sağlamak mümkün müdür?

Lübnanlıların bir rol, liderlik ya da farklılık iddia etmeyen fakir bir eyalete benzeyen başka bir Lübnan'a alışmaları gerektiği doğru mu?

Lübnan'ın Lübnanlıların savaşlarında  bir kez, başkalarının savaşlarında her zaman öldürüldüğü doğru mu?


Lübnanlılar, ülkeleri ve çocukları için asla bugün korktukları kadar korkmadılar.

Yozlaşmış sistem birikimlerini çaldı, hareketlerini böldü, yolsuzluğunu, hakimiyetini ve egemenliğini sürdürmek için her türlü yarayı kaşıdı.

Lübnanlılar, sanki bir salgın kendilerini ve çocuklarını tehdit ediyormuş gibi Lübnan'dan kaçıyorlar. Kimileri göç ederken kimileri de göç etmeyi planlıyor.

İkisini yapamayanlar ise açlıklarını susturmak için çöpleri karıştırıyorlar. Lübnanlılar hiçbir zaman bugünkü kadar aşağılanmadılar.

Geç kalınmış suç soruşturması, Cumhurbaşkanı'na bir kalkan sunmuyor. Mişel Avn, ilk günden itibaren cumhurbaşkanı olarak hareket etmeliydi. Cumhurbaşkanlığı Sarayına bir dizi çelişkili sözler, vaatler ve garip duraklarla girmemeliydi.

Bu yaralar kitabında dolaşmayı sevmiyorum. Ama yarının, büyükanne ve büyükbabalarını öldüren, bugün de torunlarını avlayan bu savaşın ilk kıvılcımının yıldönümü olduğunu hatırladım.


13 Nisan 1975'te Jean Obeid, Ballune'deki (Keservan ilçesi) evinde konuklarını karşılıyordu. Konuklar; dönemin başbakanı Reşid el Sulh, Halid Canbolat, Abbas Halef, Muhsin Delul, Tevfik Sultan, George Havi, Muhsin İbrahim ve diğerleriydi.

Davetin sol eğilimli ve bu tür davetlere genellikle katılmayan Kemal Canbolat'a yakın isimler yönünden zengin olduğu aşikardı.

Ülke istikrar içinde yaşamıyordu. Ürdün'de 1970'de yaşanan çatışmalardan sonra Beyrut'a göçünü arttırmış olan Filistin direnişiyle 1969'da Kahire Anlaşması'nı imzalamaya zorlanmasıyla Lübnan yönetiminin kırılganlığının işaretleri ortaya çıkmıştı.

Lübnan Ordusu ile Filistinli örgütler arasında 1973'te yaşanan olaylardan sonra, Canbolat liderliğindeki Lübnan Ulusal Hareketi'nin, Lübnan yönetimine karşı varlığını pekiştirmek için Filistin silahına güvenmekte daha ileriye gideceği bir sır değildi.

Ama o sırada kimse Lübnan'da sonu gelmez bir savaşın çıkacağını tahmin etmiyordu. Çatışmaların çoğaldığı, ittifakların değiştiği, suikastların ve cenazelerin çoğaldığı bir savaş.

Davetin yapıldığı gün, Lübnan Ketaib Partisi'nin lideri Pierre Cemayel'in koruma görevlisinin Ayn el Rumana'daki el Şeyyah Mahallesi'nde uğradığı suikast ile başlamıştı.

Bu hadiseyi, aralarında birkaç silahlının da bulunduğu Filistinlileri taşıyan bir otobüse düzenlenen ve katliam ile sonuçlanan saldırı takip etti.

Yine davet günü, anlaşmalar veya arabuluculuk girişimlerinin parıltısı altında söner gibi yapan, ama çok geçmeden yeniden alevlenen ve toplu yıkım ve imha aşamasına yaklaşan yangını başlatan kıvılcım çakılmıştı.
 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

O günün akşamı, sıcak rüzgarlar esecekti. George Havi, Filistinli örgütlerin otobüs katliamına karşılık vermeye hazırlandıklarını, Hristiyanların ve Lübnan Ketaib Partisi'nin kalesi olan Beyrut'un el Eşrefiyye bölgesine baskın düzenleme istediklerini vurguladıklarını anlatıyor.

Bu gerçekleşseydi siviller arasında büyük bir katliam yaşanacaktı diyor. Havi, bu eğilimin ancak büyük bir siyasi adım atılarak soğutulabileceğini, Filistin tarafının temsilcilerinden Muhsin İbrahim ile varılan anlaşmanın da buna dayanak oluşturduğunu söylüyor.

Bu anlaşma, daha sonra birçoklarının Hristiyan sokağını militaristleştirme ve burada milis güçler olgusunun öne çıkmasının sorumluluğunu kendisine yükledikleri Ketaib'i izole etme fikrini temel alıyordu.


Lübnanlılar Kahire Anlaşması'nın imzalanmasından önce bölündülerse, 13 Nisan 1975'ten sonra daha çok bölündüler, silahlarını hazırladılar, kendilerine silah ve finansman sağlamaya hazır müttefikler bulma arayışına girdiler. Nitekim her grup kendisini destekleyecek taraflar buldu.

O günden itibaren Lübnan, kendisine istikrar yılları sağlayan Taif Anlaşması'na rağmen kurtulmayı başaramadığı kusurların acısını çekti.

Bu kısa istikrar döneminden sonra, bölgesel fay hattı harekete geçti ve Bağdat'taki Saddam Hüseyin heykelini kökünden söküp attı. İki yıl sonra da Beyrut'ta Refik Hariri'yi havaya uçurdu.

Organize Filistin silahı 1982'deki İsrail işgalinin ardından Lübnan'ı terk etse de Lübnan denklemine yeni bir silah dahil oldu.

O da, İran'ın temelini attığı ve Lübnan'ı bölgesel fay hattına geri götüren Hizbullah silahıydı. Lübnanlılar yetmişli yıllarda Filistin silahı konusunda nasıl bölündülerse, şimdi de Hizbullah'ın silahı konusunda bölünmüş durumdalar.    

Lübnan, vatandaşları arasındaki çatışmalar ile toprakları üzerindeki çatışmalar nedeniyle yok olmak üzere.

Lübnanlı gençler, iç kırılganlığın nedenlerine ve dış güçlerin hırslarına karşı koyabilirler mi?

Meşhur davete katılanlardan birkaçıyla röportaj yapmıştım. Çoğu, yetmişlerde Hafız Esad ile Yaser Arafat arasındaki çatışmanın bedelini Lübnan'ın ödediğinde hemfikirdi.

Esad'ın, Filistin kararını da kontrol etmek için Lübnan'a el koymak ve Suriye'nin konumunu güçlendirmek için bu iki kartı kullanmak istediğini söylediler.

Buna karşılık Arafat'ın Suriye'ye itaat etmeye karşı olduğunu ifade etmek için "bağımsız Filistin kararı" sloganını benimsediğini anlattılar.

Havi'nin Beyrut'tan ihraç edilen Arafat'ı Tunus'ta ziyaret edişi ve onu Şam'ı ziyaret etmesi için ikna etmeye çalışması hakkında söylediklerini hatırladım.

O zaman Arafat, Havi'ye, "Çözüm kapısı ikimizin birlikte geçemeyeceği kadar dar; ya ben ya da Esad" demişti.

Yıllar sonra, Muhsin İbrahim, Arafat'ın Oslo Anlaşması'nı kabul etmesine sebep olan nedenlerden birinin, bir gün uyandığında İsrail'in Golan'da çözümü kabul ettiğini ve örgütünün artık çözümde bir yeri kalmadığını görme korkusu olduğunu itiraf edecekti.

Lübnan, hem Lübnanlıların hem de başkalarının savaşlarında öldürüldü.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Adem İpekyüz

Şarku'l Avsat

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU