8 Nisan Dünya Romanlar Günü: Roman Kadınlar Anlatıyor

Ekin Çuhadar ve Hemra Nida ‘Pandemi’de Roman Kadın Olmak” adında bir belgesel çektiler. Amaçları hem farkındalık yaratmak, hem de sahada bu seslerin duyulmasını sağlayan araçlar yaratabilmek

Fotoğraf: Independent Türkçe

Romanların yüzlerce yıl önce Avrupa topraklarına gelmeleriyle birlikte onlara yönelik olarak başlayan ırkçılık ve ayrımcılık, 2. Dünya Savaşı’nda daha da derinleşti. Yüzbinlerce Roman Nazilerin ölüm kamplarında katledildi. Aradan geçen bunca yıla rağmen Romanlara yönelik ırkçı ve ayrımcı uygulamalar gerek dünyada gerekse de Türkiye’de hala devam ediyor.

8 Nisan 1971 tarihinde 14 ülkeden gelen Roman delegelerin katılımıyla ilk Dünya Roman Kongresi Londra’da düzenlendi. Kongrede Romanlara yönelik olumsuz yargılara, ırkçılığa ve ayrımcılığa karşı güçlü bir sesle itiraz edildi. O gün örgütlü mücadele başladı. Kongrelere katılan delege sayısı, yıldan yıla arttı. 1990 yılındaki 4. kongreye yaklaşık 300 Roman delege katıldı ve o kongrede, 8 Nisan’ın Dünya Roman Günü olarak kutlanmasına karar verildi.

Independent Türkçe olarak her türlü ayrımcılığa maruz kalan Roman kadınlarla görüştük,

"Ben kendimi çingene olarak tanımlıyorum"

Elmas Arus-Roman Diyalog Ağı (RODA) Koordinatörü

Romanlarla ilgili yaptığı çalışmalarla "Avrupa Konseyi Raoul Wallenberg İnsani Yardım" Ödülünü alan Arus:

"Avrupa Konseyi Romanlar ve Gezginler Birimi’nin yaptığı çalışmaya göre, Türkiye’deki Roman nüfusu yaklaşık 2 milyon 750 bin; tahminler en fazla 5 milyon olduğu yönünde. Türkiye’de etnisite temelli nüfus sayımı yasak olduğu için Romanların nüfusu konusunda kesin bir veri yok."

ELMAS ARUS.JPG

Elmas Arus

 

Çingene mi, Roman mı kavramı konusunda fikirlerini söyleyen Arus, bu kavram kargaşasının toplumda hâkim olduğunu dile getiriyor:

"Ben kendimi ‘Çingene’ olarak tanımlıyorum ancak toplumun genel hassasiyetine bakınca ‘Roman’ olarak adlandırılmayı tercih ettiklerini görüyoruz. Roman kelimesi ön yargılardan arındırılmış, daha temiz bir kavram olarak görülüyor ve buna sığınılıyor. Hâlbuki kelimeler masumdur, onları kirleten toplumun ayrımcı bakış açısıdır.
10 yıl sonra Roman kelimesinin altı da Çingene kelimesinde olduğu gibi ön yargılarla dolarsa bu sefer hangi kelimeye sığınırız bilmiyorum.
Tüm mağduriyetlerimi, iyi ve kötü günlerimi Çingene kelimesi altında yaşadım, bana Çingene denilmesini tercih ediyorum."


Romanların Pandemiden çok ciddi etkilendiğini söyleyen Arus, temel gıda ve temizlik malzemelerine erişememenin yanı sıra elektrik ve su faturalarını ödeyemediklerini ifade etti,
 

"Mahallelerden gelen talepler çok can yakıcı. En temel talep karın doyurmak. Virüsten korunmak toplumun önceliği olamıyor hala, öncelikleri karın doyurmak… Malumunuz toplum genel olarak çiçekçilik, temizlik işçiliği, seyyar satıcılık, kâğıt ve hurda toplayıcılığı gibi günü kurtaran işlerde çalışıyor.

Pandemi döneminde tüm bu geçim kaynakları tükendiği için açlıkla karşı karşıya geldiler.
Normal koşullarda ‘kaşık ekonomisi’ dediğimiz; birbirinden bir kaşık yağ, bir bardak pirinç alarak dayanışmayla ayakta kalan toplumun Pandemi döneminde yoksulluğu derinleşti. Kışın ortasında İzmir’in Tepecik Mahallesi’nde ödenmeyen faturalardan dolayı elektrikler kesildi örneğin. Romanlar daha önce bir şekilde faturalarını ödeyebilirken Pandemi döneminde karşı karşıya kaldıkları işsizlik ve derin yoksulluk, onları faturalarını ödemekten alıkoydu. Üstelik bu sorun Tepecik’e özgü değil, Tepecik Türkiye’nin hemen her yerindeki Roman mahallesinin içinde bulunduğu durumu özetledi. Bir yıllık Pandemi sürecine baktığımızda Romanların virüsle mücadele edecek asgari koşullara sahip olmadığını, mahallelerin sosyal patlamanın eşiğine geldiğini görüyoruz."

Pandemi döneminde Romanlara yönelik ayrımcılığın daha da arttığını söyleyen Arus, "Pandemi döneminde var olan ön yargı ve ayrımcılık pekişti" diyerek şöyle devam ediyor:

"Romanlar eğitim, istihdam, barınma, sağlık ve sosyal hizmetler alanındaki en temel haklara
erişemediği gibi saydığımız tüm alanlarda şiddetli ayrımcılığa uğruyor. Romanlar sürecin başından beri yardım alabilmek için kamu kurumlarının ve hayır kurumlarının kapılarını çaldı, çalıyor. Romanlara ‘muhtaçlığı’ yapısal olarak yapıştırdıkları için bu bakış açısı ayrımcı davranışı pekiştiriyor.
Öte yandan temizlik işçiliği veya çiçekçilik gibi günü birlik işlerde çalışan Romanlar, topluma karıştığı zaman bir ön yargıya maruz kaldı, daha baştan Koronalı muamelesi yapıldı. Kamu kurumlarının yaklaşımı da böyleydi. Örneğin Hatay Kırıkhan’da "Siz nasıl olsa pisliğe alışkınsınız" diyerek mahalle dezenfekte edilmedi. Bu birçok Roman Mahallesi için geçerli.

Ayrıca gittiğimiz hemen her mahallede Roman çocuklarının tablete ve internete, dolayısıyla uzaktan eğitime erişemediğini gördük. Çocukların yüzde 90’ı eğitime erişemiyorsa bu da ayrımcılığın göstergesidir. Destekleyici programlar olması gerekirken mevcut ayrımcı pratikler, çocuğun okuldan kopuşuna da sebep oluyor.

Diğer taraftan Roman toplumu temel haklarını kullanamadı, çünkü öncelikleri karınlarını doyurmaktı. Hakları üzerinden savunuculuk yapamadılar, bu da uğradıkları birçok haksızlığa ses çıkarmamaları anlamına geldi. Bu anlamda da ayrımcılık pekişti."
 

Romanların taleplerini anlatan Arus, öncelikle yapılan yardımların çok yönlü ve ihtiyaca yönelik yapılması gerektiğini söylüyor:

"Erzak desteği sağlanması, sosyal yardımlar kapsamında Kovid-19 mücadelesi süresince düzenli nakit yardımında bulunulması. Su, elektrik, iletişim, doğal gaz faturalarının ödemesinin ertelenmesi ve ödemelerinin zamana yayılması. Su, elektrik, iletişim, doğal gazı kesik olanlara ivedilikle su, elektrik, doğal gaz ve iletişim hizmetlerinin yeniden verilmesi. Temizlik malzemelerinin bulunduğu hijyen kitlerinin dağıtılması. Nüfus yoğunluğu oldukça yüksek olan bu mahallelerde düzenli aralıklarda dezenfeksiyon yapılması. Kovid-19 sonrasında eğitimden kopan Roman çocukları için telafi eğitimi planlanıp uygulanması. İşini kaybetmiş ailelerin tekrar iş kurana kadar Toplum Yararına Program (TYP) kapsamında değerlendirilmesi gerekiyor."

8 Nisan Dünya Romanlar Günü’ne ilişkin de konuşan Arus, son sözlerini şöyle bitiriyor:

"8 Nisan Romanların yaşadığı sorunların görünür kılınması için bir araç aslında. Üstelik 8 Nisan’ın Dünya Romanlar Günü ilan edilmesinin 50. yılı ve 50. yıl Pandeminin en üst seviyede olduğu bir 8 Nisan’a denk geliyor. Dünya genelinde Pandemi döneminde açlıkla sınanmayan bir Roman toplumu hayal ediliyor. Geldiğimiz noktada haklara erişmeyi bir üst basamak olarak görüp açlığı ve yoksulluğu ortadan kaldıracak politikaların üretilmesi için çabalıyoruz."

"Biz ötekiyiz"

Zeynep Tunç- Roman

Hatay’da yaşayan Tunç, en başta kadın olduklarını hissetmediklerini söylüyor ve şöyle ifade ediyor:

"Köle gibi çalışan bireyler olarak yaşıyoruz bu hayatta. Dışarıdaki insanlar giyimimizden, konuşmalarımızdan kaynaklı sürekli önyargıyla karşı karşıya kalıyoruz. Bizi sadece dış görünüşümüzle görüyorlar, içimizi görmek istemeyen insanlar var.Pazara gittiğimizde bir ürün alırken en çok size odaklanırlar bir şey yapacak mısınız diye. Kuaföre giderseniz, "bunların gittiği kuaföre gidilmez" derler. Ya da ne bileyim, bunlar burada çalışıyorsa gitmeyiz, burada yaşıyorsa yaşamayız gibi. Kadın olarak özellikle bunları yaşamak çok daha zor. Doğru düzgün bir kuaföre gidemiyoruz, işimizi evde kendimiz halletmek zorunda kalıyoruz. Çünkü kuaför seni müşteri olarak alırsa, diğer müşterilerden kabul görmeyeceği için dışlanıyorsun.

Okulda da aynı, veli olarak anne olarak dışlanan biz kadınlar olduk. Daha çok öğretmenlerin çocuklarımıza söylemi şu şekilde, "senin annen böyle, siz böylesiniz" tarzında oluyordu. Bizzat ben yaşadığım için söyleyebilirim, çocukların okula gitmeme sebebi biraz da bu. Ötekileştirmek ve öteki olma sebebi. İş istihdamı sağlansa bizler de eşit koşullarda yaşar, okula gideriz, biz de bu hayatı bu düzeyde yaşamak istemeyiz."

ZEYNEP TUNÇ.jpg
Zeynep Tunç

 

Üniversite mezunu olan Tunç, Roman olduğu için iş bulamadığını söylüyor ve şöyle devam ediyor:

"Dört yıllık üniversite mezunuyum, çalışamıyorum. Marketlerde dahi kasiyer, ya da reyon görevlisi olarak çalıştırılmıyorum. Maalesef bunun sebebi Roman olmam. Roman olduğum için kendi ayaklarımın üzerinde durmam daha da zorlaşıyor.

Bizler kendi içimizde gayet mutlu yaşayan, eğlenmeyi çok seven insanlarız. Hayatı yaşamayı seven insanlarız, hayatı dolu dolu yaşamak istiyoruz çünkü yarın ölüp ölmeyeceğimizi bilmiyoruz. Biz Hatay’daki Romanlar genelde aynı mahallede yaşıyoruz. Başka bir mahalleye gitmek istediğimizde kabul görmüyoruz, bize ev verilmiyor. Okul da aynı, başka mahallede bir okula gitme şansın da olmuyor. "Kontenjan dolu" diyorlar.  

Aslında bizim çocuklarımız hem okuyor hem çalışıyor. Bu nedenle okumada geri kalıyorlar. Pandemi döneminde tableti geçtim telefon bile yok. Bu süreçte çocukların bütün bağı koptu okulla. Televizyonu dahi olmayan insanlar var,  bu süreçte o kadar zorlanan aileler oldu ki televizyonlarını satıyorlar. Çocuklar eğitime ulaşamıyor."

Romanlara iş imkânı tanınmadığını söyleyen Tunç, "Bize de eşit vatandaş muamelesi yapılmasını istiyoruz" diyor,

"Ben en çok şunun duyulmasını istiyorum. Belediyelerde, park bahçelerde her şekilde iş veriliyor fakat bizim insanımıza iş imkânı yok. Bir kadın "tuvalet temizlerim, yer silerim. Beni yeter ki işe alın" diyor, oralı bile olunmuyor. Ben 4 yıllık üniversite bitirdim, gittim belediyeyle görüştüm "tamam" diyerek geçiştirdiler. Benden sonra kaç işçi alımı oldu. Benden çok mu iyi ve üstünlerdi aldıkları ve ben şahidim ki Roman olmayıp lise mezunu olup saati bile bilmeyen insan hastanede personel olarak çalışıyor. Peki, bu ayrımcılık değil de nedir? Şu an biz de okumaya azmediyoruz. Zaten okusak da atanamıyoruz bu da devletin sorunudur."

"Romanların en büyük sorunu ayrımcılık"

Feray Özlaf-Roman

Samsun’da yaşayan Özlaf, Romanların en büyük sıkıntısının ayrımcılık olduğunu söylüyor ve şöyle devam ediyor:

"Biz kimiz? Hiç kimsenin ne olduğunu, nereden geldiğini, nasıl olduğunu umursamayız. Biz kendimizi biliriz, kimsenin malına, mülküne, ırkına, mezhebine lafımız olmaz. Kendi hallerinde insanlarız. Küçük şeylerden mutlu olan, sorunlarını kendi içlerinde çözen insanlarız. Kendimiz çalışır, kendimiz yeriz. Eğlenceyi severiz. En büyük sıkıntımız okumamak çünkü örnek yok."

FERAY ÖZLAF.jpg
Feray Özlaf

 

Kızını okutmayı çok istemesine rağmen ayrımcılıktan dolayı okutamadığını söyleyen Özlaf, bu durum karşısında çok üzüldüğünü dile getiriyor:

"Ben kızımı daha iyi, daha güzel okusun diye mahalledeki okuldan alıp başka bir okula gönderdim. Gönderdiğim o okulda hiç Roman yoktu. Kızım o okulda bir yıl boyunca hiç kimseyle arkadaşlık kuramadı. Sınıfındaki çocukların anneleri "Çingeneden arkadaş olmaz" demişler çocuklarına. Benim kızım orada bir yıl tek başına, sadece kuzeni vardı, ablamla ikimiz yazdırmıştık çocukları okula ama farklı sınıflardaydı. Bir yılı yalnızca ikisi beraber geçirdiler ama benim kızımın psikolojisi çok bozulmuştu. Eve geliyordu konuşmuyordu, gülmüyordu hiç sokağa çıkmıyordu. Bende inat ettim okuldan almadım çünkü okumasını çok istedim.

Öğretmenleriyle görüştüm bu konuyu, yaşananları öğretmeni ile paylaştım. Öğretmenin de çok duyarlı olduğunu düşünmüyorum çünkü reddediyordu bu durumu, kızımın arkadaşlarının olduğunu söylüyordu ama yoktu.

Tabi yaşanan bu durum beni çok etkiledi, kızımı o okuldan alıp tekrar kendi mahallemdeki okula yazdırdım. Ki buradaki okulda yüzlerce Roman halkından olmayan kişiler var. Kürtler, Suriyeliler var ama bizim çocuklarımız onlara karşı asla farklı bakmıyorlar, arkadaşlık kuruyorlar, oyunlar oynuyorlar. Fakat biz nereye gitsek bu sorunu yaşıyoruz. Bir hırsızlık olduğunda Romanlar yapar, bir şey kaybolsa Romanlardan bilirler."

Önyargılardan dolayı hep dışlandıklarını söyleyen Özlaf, bu durumun bir an önce değişmesini istiyor:

"Mahallemizde güzel bir düzenimiz, yaşantımız var. Benim kızım 16 yaşında sırf bu ayrımcılık yüzünden okumadı. Gündelik temizliğe gidiyor, harçlığını çıkarıyor. Biz Roman kadınlarına iş imkânı verilmedi. Artık bizde bedenen, ruhen yorgunuz. Ben küçük yaşta evlendim, şu an 32 yaşındayım, 4 çocuk annesiyim.

Artık temizlik işinden başka iş hakları istiyoruz. Sanki bizim tek imkânımız temizlik işiymiş gibi davranılıyor. Biz sigortalı iş istiyoruz. Temizlik yapmaktan gocunmuyoruz asla ama sağlık açısından bir zamandan sonra kaldırmıyor vücut. Dizlerimde kist var, eğilmemem, diz çökmemem gerekiyor, fakat ben temizliğe gitmesem çocuklarıma, aileme, eve nasıl destek olurum." 

"Pandemi’de Roman kadın olmak"

Ekin Çuhadar ve Hemra Nida ‘Pandemi’de Roman Kadın Olmak" adında bir belgesel çektiler. Amaçları hem farkındalık yaratmak, hem de sahada bu seslerin duyulmasını sağlayan araçlar yaratabilmek

12 senedir gazetecilik ve çeşitli STK’lara iletişim danışmanlığı yapan Hemra Nida, yapmış oldukları belgeselde Roman kadınların görünürlüğünü göstermek istediklerini söylüyor,

"Belgeselin hikâyesi, 8 Nisan Dünya Romanlar Günü’ne dayanıyor. 8 Nisan’da Sıfır Ayrımcılık Derneği öncülüğünde bir iletişim kampanyası yürütüldü. Bu kampanya kapsamında medyada yer alan haberlerden birinde, çocukları aç kalmasın diye dilenmek zorunda olduğunu anlatan bir Roman kadın vardı. Bir kamu görevlisinin derdini anlatan Roman kadına "Geber" demesiyle adalet duygusu bir kez daha zedelenen bir grup gönüllü olarak bir araya geldik. Ertesi gün Roman Dayanışma Ağı’nı kurduk. Bu ağ ile 10 ilden 779 aileye gıda, 2 bin 395 aileye kıyafet desteği verebildik. İnsani yardım çalışmalarımız devam ederken sahada karşılaştığımız hikâyeleri kamuoyuyla buluşturmak istedik. Ekin Çuhadar’ın Avrupa Birliği Sivil Düşün Programı’na yazdığı projenin kabul edilmesiyle yola koyulduk. "Gaziantep, Hatay, Edirne, İzmir ve İstanbul’da çekimlerimizi gerçekleştirdik ve aylar süren çalışma sonucu belgeselimizi bitirdik."

HEMRA NİDA-EKİN ÇUHADAR.JPG
Hemra Nida ve Ekin Çuhadar

 

Sıfır Ayrımcılık Derneği’nin proje koordinatörü olan Ekin Çuhadar, 2014 yılından beri gönüllü olarak sahada çocuklar ve kadınlar ile bir arada çalışıyor. Yapmış oldukları belgesele ilişkin şunları söylüyor:

"Kullanabileceğimiz en iyi yöntem buydu çünkü belgesel güçlü bir araç. Bu anlamda, Roman kadınların sahip oldukları haklara gerçekten sahip olmalarını, bu hakların yerine getirilmesi gerektiğine dair daha keskin bir anlayışın yerleşebilmesini sağlamak üzere kamusal görüş alanında görülmelerine ve duyulmalarına destek olmak istedik. Bunu yaparken de sesini duyurmak isteyen öznelerin doğrudan kendi sözlerini söyleyebilecekleri ve özgül deneyimlerini paylaşabilecekleri bir belgesel hayal ettik."

Belgeseli izleyenlerin ortak kanaatinin Roman kadınların kendisini umutla var eden güçlü kadınlar olduğunu söyleyen Hemra Nida:

"İlk gösterimimizi belgeselin gerçekleşmesini mümkün kılanlar da dâhil olmak üzere Roman kadınların katılımıyla gerçekleştirdik ve onların geri bildirimlerini almak istedik. Olanı olduğu gibi aktarabildiğimizden emin olduktan sonra çeşitli kadın derneklerinin katıldığı iki gösterim gerçekleştirdik, kadın derneklerinden gelen talepler doğrultusunda gösterimler devam edecek. Yaptığımız iki gösterimde de çok olumlu yorumlar aldık."

"Farklılaşan birçok kimliğimize ve özelliğimize rağmen Türkiye’de veya dünyada yaşayan kadınlar olarak hepimizin emek verdiği ortak şeyler var" diyen Ekin Çuhadar ise şöyle devam ediyor:

"Var olmak ve hayatta kalmak. İçinde bulunduğumuz adaletsiz koşullarda, hayatta kalmak üzere verdiğimiz mücadeleye rağmen yaşadığımız hayattan keyif almak, kendimizi gerçekleştirebilmek, var olabilmek ve var etmek için hep bir arada emek vermeye, dayanışmayla üretmeye devam edeceğiz."

Nida ve Çuhadar son sözlerini şöyle bitiriyorlar:

"Yaşasın kadın dayanışması diyoruz. Birlikte emek verdiğimiz ve güçlendiğimiz tüm kadınlara selam olsun."

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU