Eski LDP Genel Başkanı Toker: AK Parti; Avrupalı ahmakları, liboşları, romantik solcuları ve Kürtler dahil birçok kesimi kullandı

Eski Liberal Demokrat Parti Genel Başkanı Toker, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın gerçek anlamda bir reform yapacağına inanmadığını söyledi. Reformun kılıftan ibaret olduğunu belirten Toker, "Eğri cetvel doğru çizgi çizemez" dedi

Besim Tibuk ve arkadaşları tarafından kurulan, toplumda "asabı bozukların partisi" olarak tanımlanan Liberal Demokrat Partisi (LDP) hedeflediği desteği hiçbir zaman bulamadı. 

Ancak LDP, hep genel başkanlık koltuğuna oturan kişiler hep ilgi çekti. "Bilgili", "birikimli" ve "donanımlı" görülen LDP Genel Başkanlarından biri de Cem Toker.

Partide birçok üst düzey görevlerde bulunduktan sonra 2005'te genel başkanlığa seçilen Toker, 10 yılı aşkın LDP Genel Başkanlık görevini sürdürdü.

LDP, sivil özgürlükleri, devlet bürokrasisini, zorunlu askerliğin sonlandırılması ve serbest piyasayı destekleyen klasik liberal görüşü savunan bir parti.

Türkiye'de siyaset yaparak bir şeylerin değişmesinin pek mümkün olmadığını gören Toker, 2017'de görevi Gültekin Tırpancı'ya devretti.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)


Toker, genel başkanlıktan ayrıldı ancak hala Liberal Demokrat Parti'nin politikalarını tanıtmaya çalışıyor.

İktidarın reform hazırlıkları, HDP'nin kapatılma çağrıları ve güncel siyaset dahil birçok konuyu Toker ile görüştük.

Eski Liberal Demokrat Parti Genel Başkanı Cem Toker, merak edilen sorulara cevap verdi.

Uzun yıllar Liberal Demokrat Parti'de genel başkanlık yaptınız. Partinin Türkiye'de ilgi görmemesini neye bağlıyorsunuz?

Ortadoğu kültüründe liberal değerlerin ilgi görmüyor, 25 sene içerisinde bunu öğrendik. Adalet, bireysel özgürlükler, hukuk devleti ve her şeyden önemlisi şahsiyet olma Ortadoğu kültüründe ilgi görmüyor. Bölgede 'aman çocuğum başımıza icat çıkarma, etraf kolu komşu ne der' kültürü ile dini nedenler, imparatorluğun 'Allah devlete zeval vermesin, padişahım çok yaşa' kültürü çok etkili. Öte taraftan yakın geçmişte Turgut Özal döneminin liberalizm adına olumsuz tecrübeleri ve özelleştirme diye yağmalama, peşkeş çekme ve 'anayasayı bir kere delersek ne çıkar' sözleri, sol basının yanlış politikalara 'liboşluk' diye yaklaşması ilgiyi minimize etti. Liberal Demokrat Parti (LDP) kurulduğunda sıfırdan başlamadı, siyasete eksi 10'dan başladı. LDP yeni nesil için bir misyon üstlenmiş durumda. 

"Girdiğimiz her seçimde nal topladık"

Genel başkanlık görevini neden bıraktınız? Görevi bıraktıktan sonra siyaset yapma teklifi aldınız mı?

Ben isteğimle genel başkanlıktan çekildim. LDP'den ayrılmadım ve hala politikalarını tanıtmaya çalışıyorum. Görevi bırakırken Türkiye'de siyaset yaparak bir şeyin değişmesinin pek mümkün olmadığını gördüm. Açıkçası motivasyonumu, umudumu, heyecanımı kaybettim. Girdiğimiz her seçimde nal topladık. Yüzde yarımı bir göremedik. Aslında bu da benim için bir etken olmadı. Küçük bir parti, hazine yardımı yok, gelir yok ve insanlara anlatmakta zorlanıyorsun… Hayatımın üçte birini partiye adadım. Dolayısıyla 2017'de görevi parti kurucusu bir arkadaşımıza devrettim. Bir misyon üstlendik ve onu resmi bir sıfatım olmadan da sürdürmeye çalışıyorum.

 

Cem Toker
Cem Toker / Fotoğraf: Cem Toker arşivi

 

"Yap-İşlet-Devret sistemi firmalara kaynak aktarımına dönüşmüş"

Garanti geçiş hakkı tanınan bu Yap-İşlet-Devret modeliyle yapılan köprü, tünel, havalimanları ve şehir hastanelerini nasıl yorumluyorsunuz? Bunların Türkiye'ye maliyetini nasıl buluyorsunuz?

Devlet tarafından hesapsızca ve çok yüksek maliyet ile halka yansıtmasına karşıyım. Zaten özel sektör, 'bırak ben yaparım ve garanti de istemiyorum' diyorsa gerçek bir ihtiyaç var demektir. Devlet İstanbul'daki havalimanına, boğazda üçüncü köprü ve Çanakkale boğazındaki köprüye son derece akıl almaz garantiler veriyor. Bu yapımını üstlenen firmalara kaynak aktarımıdır. Bu kabul edilebilir bir şey değildir. Bu Yap-İşlet-Devret'ten çok Yap-Geçir-Devret sistemine dönüşmüştür. Maalesef bu sistemin savunulacak bir tarafı yoktur.

"Herkes demokrasiyi nalcı keseri gibi kendine yontuyor"

Neden Türkiye bir sistemi veya bir kanunu ya da bir uygulamayı hayata geçirdiğinde bozarak, deforme ederek, değiştirerek kendine uydurup öyle yürürlüğe koyuyor?

Çünkü Türkiye'de demokrasi kültürü yerleşmemiş. Şimdi Yunan ile pek barışık değiliz ama bizim okul kitaplarımızda eski Yunan'a yer vermemiz lazım. Yani demokrasinin kökenini bir kültür olarak ilkokuldan itibaren eğitim hayatımız boyunca önemle yerleştirmemiz gerekir. Demokrasinin ilkelerini benimsemiş ve kendine ilke edinmiş ne vatandaş ne de siyasi parti var. Herkes demokrasiyi nalcı keseri gibi 'Rabbena hep bana' diyerek kendine yontuyor. Seçim sistemi ve basın özgürlüğü demokrasinin en önemli ilkelerindendir. Her iktidar bunlarla oynayarak kontrol etmeye çalışıyor. Halk da tepki vermiyor. Çünkü halkın tepki vermeyeceklerini biliyorlar. Maalesef Batı'daki gibi toplumumuzda henüz demokrasi kültürü yerleşmiş değildir.

 

Cem Toker
Cem Toker / Fotoğraf: Cem Toker arşivi

 

"Akademiye siyaset karışmamalı, Bulu rektör olarak istenmiyor"

Boğaziçi Üniversitesi Rektörü Melih Bulu'ya 20 yıl önce bir referans mektubu hatırlatması yaparak istifa etmesini istediniz. Gerçekten istifa etmesi gerektiğini düşünüyor musunuz? Gerekçeleriniz nelerdir?

Boğaziçi Üniversitesi'nde ne öğrenciler ne de bilim kurulları Bulu ile çalışmak istemiyorlar. Sözünü ettiğimiz üniversite ülkenin en köklü eğitim kurumlarından biri. Bir apartman kiralayarak bilmem ne üniversitesi diye tabela asarak üniversite kurulmaz. Üniversite bir gelenek ve tarihtir. Prensip olarak akademiye siyasetin karışmasına karşıyım. Akademi bilim, araştırma ve ilerleme kurumudur. Bunun başına da bir siyasi parti başkanının atadığı insanı getirmek o akademiyi son derece siyasallaştırır. Akademik bağımsızlık ve özgürlük eski Yunan'dan beri benimsenmiş bir ilkedir. Ben bu çerçeveden bakıyorum. Belli ki Bulu rektör olarak okulda istenmiyor. Bulu'nun bu şartlarda üniversitede başarılı olabileceğine inanmıyorum. Aslında verilen tepki, Bulu'nun kişiliğinden çok Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın üniversite geleneği ve kültürünü tanımadan siyasi atama yapmış olmasınadır.

"Reform bir kılıftır, eğri cetvel doğru çizgi çizemez"

Erdoğan, 2021'in reform yılı olacağını söyledi. Hem ekonomik hem de hukuk anlamında gerçek bir reform olacağını düşünüyor musunuz?

Kesinlikle hayır. Bu iktidar döneminde ne zaman reform kelimesini duysak toplumun büyük kesimi önce hevesleniyor sonra hayal kırıklığına uğruyor. Anayasa referandumu da sözüm ona Türkiye'yi bir hukuk devleti yaparak demokratikleştirecekti. 2013 büyük gürültüyle açtıkları demokratikleşme paketini de yere göğe sığdıramadılar. O tarihten sonra Türk demokrasisi bir nebze ileri gitmedi, aksine geriledi. Buna dünyanın birçok yerinde yayınlanan basın ve akademi makalelerinde genişçe yer veriliyor. Sonra 2017'deki yeni sistem Türkiye'ye çağ atlatacaktı, hepsi hikaye çıktı. Daha önce de dile getirdim reform kelimesi bir kılıftır. Kendi iktidar ve koltuklarını garanti altına almak için değişiklikler yapacaklardır. Dağın fare doğuracağına inanıyorum. Eğri cetvel doğru çizgi çizemez. Eğri cetvel de AKP'nin demokrasi ve hukuk devleti anlayışıdır.

"AK Parti Avrupalı ahmakları, liboşları, romantik solcuları ve Kürtler dahil birçok kesimi kullandı"

AK Parti'nin ilk dönemlerinde, Aleviler, solcular, Kürtler, liberaller, muhafazakarlar ve demokratlar gibi birçok kesim yer aldı. Bugün bu kesimlerden kimler kaldı?

Hayır düşünmüyorum. Yalnız burada bir düzeltme yapmak istiyorum. Liberaller derken LDP, yönetimi ve şahsım hiçbir zaman AK Parti'nin demokratlığına güvenmedik ve destek olmadık. Ne 2002 öncesi ne de sonrası. Özellikle destek olmadığımızın altın çizmek istiyorum. Çünkü 'demokrasi tramvaydır, binersin durağında inersin, demokrasi amaç değil araçtır, iktidar için papaz elbisesi bile giyerim' diyen bir zihniyetin samimiyetine asla inanmadık. O zaman Avrupa'da AK Parti'ye inanıp destek veren liberal gruplara defalarca anlatmaya çalıştık ancak bize, 'meseleye objektif bakmıyorsunuz, muhalif olduğunuz için gerçekleri göremiyorsunuz' dediler. Gördüğünüz gibi AK Parti engelleri aşmak için belli bir süre Avrupalı ahmakları, romantik solcuları, liboşları (özellikle liberal demiyorum) ve Kürtleri kullandılar. Yani her kesimi kullandılar. Liberaller ile ilgili kullanmış oldukları söylemler var. Mesela AK Parti İl Başkanı, 'liberalleri kullandık artık ihtiyacımız kalmadı' demiştir. Dolayısıyla sözü edilen çevrelerin çoğu AK Parti ile bağını kopardı. Şimdi de AK Parti bağını kopan kesime şirinlik yapıyor. 

"Anayasa Mahkemesi'ni bile tanımayan bir yargı var"

Size göre ülkenin en büyük ve can yakıcı sorunun nedir?

Vatandaşın devlete güvenmemesi, adalet ve hukuk algısının çökmüş olmasıdır. Bu ikisini düzeltirsek ne hukuk ne de ekonomik reforma ihtiyaç kalır. Hem dışarda hem de içerde AK Parti yönetimine güven bitmiştir. İnsanlar artık ne Türkiye İstatistik Kurumu'nun enflasyon işsizlik rakamlarına ne de Sağlık Bakanlığı'nın verilerine inanmıyor. Devlete güven azalmıştır. Mesela gözaltına alınan herkes 'terörist' damgası yiyor. Terörist ithamının bu kadar kolay olmaması gerekiyor. Yargının rafa kaldırılan hak ve özgürlükler için devreye girmesi lazım, maalesef buda yok. Anayasa Mahkemesi kararını bile tanımayarak anayasayı ihlal eden bir yargı sisteminin içindeyiz. Dolayısıyla sokaktaki insanın adalete ve iktidara olan güveni azalıyor.

"Müttefik olup da yaptırımlarla tehdit edilen tek ülke Türkiye'dir"

"Komşularla sıfır problemden" problemli komşu kalmadığı noktasına gelindiği yönünde eleştiriler var. İktidarın dış politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Dış politika ortada. Komşularla sıfır problem hedefleyen ülkenin kendisi problemlidir diye düşünüyordum, haklı çıktım. Maalesef tutarlı bir dış politikamız yok. Günü kurtarma ve içerdeki seçmeni etrafımıza kenetlemek için düşman yaratma gibi bir dış politikamız var. Bir gün Rusya'ya şirinlik yap, öbür gün Çin'e bir diğer gün ABD ve Avrupa'ya yapılıyor. Sonra onlara 'Nazi artıkları' deniliyor. Dış politikada çok büyük bir tutarsızlık var. Ne ABD, ne Avrupa ne de Rusya Türkiye'yi güvenilir bir ortak olarak görmüyorlar. Müttefik olup da yaptırımlarla tehdit edilen tek ülke Türkiye'dir. Buda nasıl bir dış politikaysa, doğrusu bunu başarmak da kabiliyet ister. 

"HDP ile Millet İttifakı'nı itibarsızlaştırmak istiyorlar"

HDP'nin kapatılma çağrılarını nasıl buluyorsunuz, Türkiye'de yeterince parti kapatılmadı mı? Parti kapatmak çözüm müdür?

Meşhur bir laf vardır, 'aynı şeyi deneyerek farklı sonuç beklemek akıllıca bir davranış değildir' diye. Maalesef HDP'yi kapatalım meselesi de yine tabana oynamak için ama asla gerçekleşmeyen siyasi bir söylemdir. Eğer HDP bunların söylediği kadar terör ile iç içeyse anayasaya göre delilleri ortaya koyarsın ve kapatırsın. Kabak tadı verdi. 5 senedir 'HDP terör ile bağlantılıdır' hikayesini dinliyoruz.  Seçime sokuyorsun, Meclis'te komisyonlara alıyorsun, kanun yapılırken söz hakkı veriyorsun, hazine yardımı yapıyorsun, vekillere maaş ve Meclis Başkan Vekilliği veriyorsun ondan sonra 'terörle bağlantılı' diyorsun. Bağlantı varsa kapat, seni engelleyen mi var. İstediğini içeri atıyorsun, dilediğin gibi kayyum atıyorsun, her istediğini yapıyorsun ama bir türlü yargıya gitmiyorsun. Somut delilin varsa yasalar çerçevesinde yargıya başvurursun. Bıktık aynı lafı dinlemekten. Ama bunun hedefi belli. HDP'nin Millet İttifakı'na dolaylı destek vermesiyle büyük fatura ödediler. Onun için ittifakı itibarsızlaştırmak istiyorlar. 

"Kürtlerin siyasi haklarında bir sorun görmüyorum"

Son dönemlerde Kürt sorunun çözümüne ilişkin yeni çözüm sürecinden de söz ediliyor. Siz Kürt sorunun olduğunu düşünüyor musunuz? Buna ilişkin görüşleriniz nedir?

Oldum olası Türkiye'de bir insan hakları sorunu vardır ve Kürt sorunu da bunun bir parçasıdır. Türklerin de demin dile getirdiğim gibi yönetimle sorunları vardır. Ama Kürtler 'biz siyasi haklarımızı istiyoruz' diye ortaya çıkıyorlarsa buna katılmam. Partileri var ve Meclis'e girebiliyorlar. 7 Haziran seçimlerinden sonra kurulan ara hükümette HDP'ye de bakanlık verildi. Yasama ve yürütmede söz sahibidir. Dolayısıyla Kürtlerin siyasi hakları şeklinde bir sorun görmüyorum. Ama HDP'ye yönelik kayyum atamalarının mahkemeler tarafından, kabinenin bir bakanının aldığı kararla olmasının yanlış olduğunu düşünüyorum. Güneydoğu halkının kalbini kazanmak için bireysel ve kolektif özgürlükler ile adalet duygusu tesis edilmeli. Bütün Türkiye'de olduğu gibi özgürlükleri ve adaletin insanlara güvence vermesini sağlayacak politikaların uygulanması şarttır. Ancak federasyon ve eyalet sistemi gibi talepleri kesinlikle kabul etmiyorum. Bu ülkenin başına büyük sorunlar açar.

"Devletin itibarı saray, jet uçak ve bin araçlık konvoylardan ibaret değildir"

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Demirtaş için "derhal tahliye edilsin" kararını verdi. Neden AİHM'in kararı uygulanmıyor?

Bir hukuk devleti olmadığımız için. Kendi anayasamızdaki maddeyi de uygulamıyoruz. Doğrusu birçok maddeyi uygulamıyoruz. Anayasa Mahkemesi Enis Berberoğlu ile ilgili yeniden milletvekili olabilir demesine rağmen alt mahkeme bunu uygulamıyor. Uluslararası bir sözleşmenin altına imza atılmış, adı üstünde sözleşme, söz veriyorum demişsiniz. Şimdi bin bir dereden su getirerek mahkemenin kararını uygulamıyorsunuz. AİHM sözleşmesine imza atmışsınız ve onun kararlarını da kendi yerel mahkemelerinizin üstünde görüp onu da anayasa maddesi olarak koymuşsunuz. Bir devletin itibarı maalesef saraylardan, jet uçaklardan, bin araçlık konvoylardan ibaret değildir. Uluslararası sözleşmelerin altına attığı imzaların taahhüdünü yerine getirmekledir. Bu açıdan Türkiye'nin itibarı dünyanın hemen hemen her ülkesinde erozyona uğramış ve zedelenmiştir. 

"Türkiye demokraside Afrikalı ülkelerin bile gerisinde"

Çoğu kez iktidar partisi karşısında muhalefetin yetersiz kaldığı eleştirileri de yapılıyor. Ülkedeki muhalefeti nasıl konumlandırıyorsunuz? Muhalefetin yeteri düzeyde etkin olduğunu düşünüyor musunuz?

Güçlü muhalefet güçlü demokrasilerde olur. Tek adam yönetimlerinde muhalefete pek rastlanılmaz. Mesela Suriye'de, Irak'ta, Libya'da muhalefet göremedik. Rusya'da bir adam çıktı onu da hapse mahkum ettiler. Türkiye'nin demokrasisi sürekli iniş halindedir. Dünyadaki demokrasi sıralamasını 178 yıllık bir kurum yapmakta. 178 yıllık bir kurum. Özellikle bunun altını çizmemin nedeni AK Partililer, 'bizi kıskanıyorlar, kurumlar mahsus bizi böyle gösteriyor' diyerek o köklü kurumu itibarsızlaştırıyorlar. Türkiye o listede 110'uncu ve Gana, Senegal, Namibya, Uganda ve Tunus gibi Afrika ülkelerin bile gerisinde. Mesela Türkiye basın özgürlüğünde 145. sıradadır. Türkiye'de basın özgürlüğü dibe vurdukça muhalefetin gücü ve yaptıkları daha az görünmektedir. Muhalefetin hataları yok mudur? Elbette vardır. Ama esas sorun Türkiye'deki basın özgürlüğü, korku imparatorluğu ve demokrasinin erozyona uğramış olmasıdır. Sonuç olarak güçlü muhalefet güçlü demokrasilerde olur.

"Erdoğan'ın bir dönem daha seçilmesini garantiye almadan seçim kararı alınmaz"

Erken seçim olasılığını nasıl görüyorsunuz? Bir baskın seçim olabilir mi?

Şu an için bir erken seçim göremiyorum. Oturma odasında kendi kanallarınızla algı yönetebilirsiniz ama AK Partili de fileyi alıp pazara, markete gidiyor ve orada gerçekleri görüyor. İşsizlik, durmuş ekonomi, hayat pahalılığı, kepenk indirmiş ve siftahsız kepenk kapatan esnaf varken Cumhur İttifakı'nın erken seçim kararı alacağını düşünmüyorum. Yerel seçimlerde İstanbul, Ankara, Antalya ve Adana gibi büyükşehirlerde yedikleri gölü Türkiye'nin genelinde yememek için seçim ve ittifak yasasını değiştirmeden, Erdoğan'ın bir dönem daha seçilmesini garanti altına almadan erken seçim kararı almazlar.
 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU